Bugün içinde bulunduğumuz ağır psikolojiden ve durumdan uzaklaşarak başka bir konuya sorularımla başlamak istiyorum.

İnsan olarak neye ihtiyacımız var? Neden hızlanmak istiyoruz? Biz neyi arıyoruz? 

Bizler arayışımızı kaygıyla, değersizlik duygularıyla sürdürdüğümüzde bunalıma sürüklenebiliyoruz. Bunalımın sebebini de zaman zaman maddiyata bağlıyoruz.

Şunu gönül açıklığıyla söyleyebilirim ki; maddi sosyolojik ve ekonomik açıdan yüksek olan insanlarda da bu duygu değişmiyor. 

Mesela; Norveç’in gayrisafi milli hasılası en yüksek ülkelerden biri olmasına rağmen; karamsarlığın ve intihar eğiliminin en yüksel olduğu ülke olduğunu duyarız. Demek ki bunalımın maddiyatla bir alakası yok. 

İnsan başka bir şeyin derdinde. İki şeyi sorgularız. Biri kaderdir diğeri de ölümdür. 

Modernleşmiş insan kaderle karşılaşmak istemez, hele hele ölümle hiç karşılaşmak istemeyince ruhsal açıdan darlanabilir. Akşam vakitleri hayatın bittiği “Hay” isminin gölgeye çekildiği vakitlerdir. “Hay, Allah’tan gelenin Allah’a döneceği anlamını taşır ve ‘diri, dirilten, yaşamın kaynağı’ anlamına gelir.  Akşam saatleri psikolojik açıdan sıkıntılıdır. Çünkü hayatın kaynağı güneştir. Güneşle nebatlar çıkar, yeriz, içeriz, ısınırız, ufkumuzu net görürüz vs. 

Batılı insan, modern insansa akşam saatlerinde oturur. Sıkıntı işte burada. 

Ülkemizin mutsuzluk oranın artmasını moderniteyle birden bire karşılaşmasına bağlasak nasıl olur? Ülkemiz 90’lı yıllar itibariyle bilmediği bir denizin içine atladı. Hem de rüzgarı bol sığ bir denize. Hal öyle olunca da kafasını gözünü kırdı. Zannetti ki maddi refahın arkasından manevi huzur da gelecek. O öyle gelmiyor işte! Batıyı tanımadan olanaklarından faydalanmak için yaptık bu işleri. Milletçe bu hayatın içine hazırlıksız girdik. 

Vaktiyle Türkiye’nin elitist tabakası bu imkanları diğer tabakalara vermek istemiyordu, gücün kendinde kalmasını, o ne kadarını layık görürse o kadarını vermek istiyordu. Muhafaza edilmiş kitleyse heyecan ve hevesle elitistlerin sahip olduklarından istedi. İsteklerine kavuşunca da para kazandırlar. Yaşam standartları yükseldi; ama iç dünyaları renklenmedi, beslenmedi, değişmedi. 

İç dünyanın zenginliği bambaşka bir şeydir. Mutluluk manevi huzursa, ruh dinginliğiyse bunun çaresi dışarıda değil. Bunun çaresi içimizde. Kendimizle, çevremizle ve tabiatla dost olmaktan daha net ifade ile; tüm bunların sahibiyle olan ilişkimizi güçlendirmekten geçiyor.  

Kimimiz bunun tam farkındayız kimimizse yarım yamalak. 

Maddi olarak çok güçlü olabiliriz, ancak içimizdeki o büyük problemi maddiyat  çözmüyor. Teslimiyetin gücü burada kendini gösteriyor işte.

Karşılığında bir şey almadan hiçbirimiz teslim olmayız. Almayı sadece maddi edim olarak düşünmeyelim lütfen. Tebessümü düşünelim. Huzur tebessümüdür bu. İç dünyasından yansıyan bir güzellik. Siz onu fark etmezsiniz. Onun kaynağı ilahidir.