Tarihin derin dehlizleri arasında araştırma yapan birisi olarak tarihi dizi ve filmlerin yapılmasından elbette memnunum. “Öyleyse bu başlık ne” dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım.
Yaş itibariyle izlediğim ilk tarih filmi TRT’miz tarafından çekilmiş olan KURULUŞ olabilir. Hatta evde “ben Osmancık oldum” diye gezdiğimde söylenir. Hayal meyal hatırladığım o günlerin özlemini duyuyorum. Hele ki şimdi çekilen tarihi yapımları gördükçe özlemim artıyor. 1989 yılında yapılan bir dizi ile şimdiki tarihi yapımları karşılaştırdığımda 1989 yılında yapılan filmin ön plana çıkması her açıdan trajikomik değil mi? Oyunculuklar ayrı güzel, içtenlik ayrı güzel ve 89 yılında yapılan film gerçekle daha örtüşüyor. Şimdikilerde ise oyunculuk kötü, senaryo berbat, gerçeklik ise hak getire.
Muhteşem Yüzyıl isminde bir dizi yapıldı zamanında. Döneminde başlılara baş eğdirip, dizliler diz çöktüren; kendi dönemi için “kral, şah, padişah” denildiğinde akla ilk gelen Kanuni Sultan Süleyman’ı biz dizi de haremle Hürrem arasına sıkışmış bir zampara yaptık. Gerçekte dünyaya nizam vermiş olan Sultan Süleyman’ı dizide Hürrem’in sözüyle evladını öldürüp Devlet-i Aliye’nin sonunu getiren kişi gibi addettik. Oysa kaynakları okuduğumuz zaman Sultan Süleyman 25 yaşında çıktığı tahta mağlubiyet almamış, ordusunun başında 13 sefere katılmış, nizamı korumak için kanun çıkarmış, kuyumcu, divan edebiyatına en çok beyit üretmiş üç kişiden birisi olarak çıkıyor karşımıza. Biz bu adamı aldık, saray entrikalarına kurban ettik. 13 sefer dedik ya yanlış anlaşılmasın. Bu seferler at sırtında iki şehir arasında yapılan seferler değil. İstanbul’dan at üzerinde başlayan sefer bir bakıyorsunuz İran’da bitiyor, bir bakıyorsunuz Viyana’da. Kaldı ki; Sultan Süleyman emaneti sahibine Zigetvar Kalesi önünde teslim ediyor.  
Dönüyorsunuz bir başka film. Fetih 1453. Film en çok bütçenin ayrıldığı, en çok kişinin yapımında çalıştığı film olabilir ama içeriğe geldiğimiz zaman sınıfta kalıyor. Kurgu yanlış, anlatılanların büyük kısmı yalan. Tarihte Ulubatlı Hasan isimli bir askerin olup olmadığı dahi belli değilken bir film süresi boyunca topçu Urban’ın kızıyla aşk yaşayan bir Ulubatlı seyrettik. Aynı Ulubatlı’yı Fatih Sultan Mehmet’e kılıç eğitimi verirken gördük. Hele şehit düşerken Urban’ın kızına attığı bakış… Filmin eleştirisi daha önce çok yapıldığı için detayına girmeyeceğim ama dünya harp tarihinde üzerine en çok araştırmalar yapılan kişi olan Fatih Sultan Mehmet’i basiretsiz göstermek neyin kafasıydı hala anlamış değilim.
Sonra Diriliş Ertuğrul’u misafir ettik evimizde. Bir baktık ki Ertuğrul Gazi on kişi ile kurdu kuracak Osmanlı Devleti’ni. Öyle bir hal aldı ki Ertuğrul sevgisi. Ordu şehrimizde yapılan Ertuğrul Gazi büstü dizide başrol oynayan Engin Altandüzyatan’a benzetildi. Bu topluma sirayet etmesinin ufacık bir örneği. Oysa dizi de takılmamız gereken bir başka ama önemli bir husus olması lazımdı. O da Kayı Beyliğine düşman olan beylikler, Bizans ve Moğollar tarafından Ertuğrul Gazi’nin eşi Halime Hatun’un sürekli kaçırılmasıydı. Diziyi yazanlar acaba hiç Türk Töresi okumamışlar mıydı? Obadan çıkan bey hatununun sonu ne olurdu?
Yetmedi. Gündemde konuşuluyor diye TRT’miz Abdülhamid Han’ı ekranlara taşıdı. Dizide anlatılan Sultan ile gerçekte olan Sultan arasında farklar vardı. İlk dönem çekilen dizilere kaynak yoktu, hayal ürünüydü deyip geçebilirdik ama Payitaht için aynı şeyi söylemeyiz. Kaynakların neredeyse tamamına hâkim olduğumuz konular bu kadar hata yapma lüksümüz yoktu. Hadi onu da Gök Sultan’ın hatırına sinemize çekelim de Kuruluş Osman’ı ne yapalım. Biz daha Osman’a alışamamışken şimdi yenice bir dizi geldi ekranlarımıza Mehmet… Açıkça söyleyeyim, ben ilk bölümden etkilendim. Beni dizi için asıl heyecanlandıran ise Ak Şemsettin karakteri olacak.
Bunca olumsuz yorumun ardından olumlu bir cümle kuralım. Tarihi karakterleri dijital mecraya çekmek çok güzel ve bir o kadar külfetli iş, emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Burada olumsuz olan ise bizim tarihimize olan bakış açımız. Ben kimseye izleme demem ancak diziyi izleyen kişinin bilgisi olmadan hayati önem taşıyan konularda ahkam kesmesini kabul edemem. Adama kaynak gösteriyorsun oku diye aldığın cevap “dizi de öyle anlatmıyor sen yanlış biliyorsun” oluyor. Hatırlarsınız yaprak dökümü diye bir dizi vardı. Genç arkadaşımız kitabın diziden sonra çıkarıldığını sanıyordu. Oysa dizi kitaptan uyarlamıştı.
Dostlar,
Dizi, film, belgesel izleyin ancak izlediğiniz yapıtın doğru olmadığını bilerek izleyin. Yapımcı bir arkadaşıma bu eleştiriyi yaparken bana şu cevabı vermişti. “Senin dediğin şekilde yaparsak dizi olmaz ki belgesel olur. O zamanda seyredilmez.” İşte bizim içine çekilmek istediğimiz tehlikeli vadi burası. Bakın bu vakte kadar yapılan dijital yapıtlara. Hep elimizde kılıç bir yerleri fethediyoruz. Oysa kafamızı kaldırıp şehirlere baktığımızda sadece devlet değil bir medeniyet görmemiz lazım. Biz bu tarafa baktığımız zaman Beethoven’in aslında Itri’nin bestesindeki bir noktadan farkı olmadığını göreceğiz. Dante’nin Fuzuli karşısında bir damla olmadığı göreceğiz. Selçuklu Sultan’ı Melikşah’ın devletin bütçesinden en büyük payı eğitime ayırdığını görmeden yargılıyoruz. Sultan Fatih’in Avni, Yavuz Selim’in Selimi, Kanuni’nin Muhibbi, Sultan Ahmet’in Bahti mahlasıyla şiirler yazdığını bilmiyoruz. Çünkü bunların dijital mecralarda satarı yok. Türk İslam Medeniyetinin uçsuz bucaksız kültür denizinde bir bardak su olan vakıfları işlemeye, bu medeniyetin yük hayvanlarına olan merhametini anlatmaya vaktimiz kalmıyor. Biz millet olarak entrikayı, vurduyu kırdıyı çok seviyoruz. Bu sebeple bilim adamlarımıza, medeniyet tasavvuruna vakit kalmıyor.
Hasılı az izleyin çok okuyun. İki düşünün, bir konuşun. Bizde durum farklı. Okumuyoruz konuşuyoruz, bilgimiz yok fikrimiz var. Cehaletimizi sesimizi yükselterek kapatacağımızı sanıyoruz.
Haftaya ömür vefa ederse buradayız efendim.