Asrın felaketinin üzerinden bir yıl geçti. 15 milyon insanımızın doğrudan etkilendiği bu felakette hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızı rahmet ve hayır dualarla yad ediyorum.

Ülke olarak zor zamanlar yaşadık. Deprem bölgesinde hala bu zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan vatandaşlarımızın varlığı da devam etmek zorunda olduğumuz hayatımıza yeni bir pranga daha vuruyor. Bazı anlar vardır unutulmaz, bazı acılar vardır asla geçmez. Asrın felaketini yaşayan vatandaşlarımız ne o anı yaşayacaklar ne de hissettikleri acılar dinecek.

Ben de tıpkı milyonlarca insanımız gibi bu acı haberi alınca bir şeyler yapabilmenin derdine düştüm. Elimden gelenin fazlasını yapmaya çalıştım. İnsanımız enkazın altında kalmışken, son gücüyle sesini duyurmak için çırpınırken gülmek, yaşama dair konuşmak acı verdi bana. Deprem bölgesine gidinceye kadar yol boyunca gördüğüm manzarada sürekli şunu söyledim. İyi ki bu necip milletin bir ferdiyim. İstisnasız herkes bölgeye ulaşmanın, bir yaralı gönle teselli verebilmenin derdindeydi. Bu memlekette her zaman derin devlet konusu tartışılır. Devletin derini elbette vardır ve olmalıdır ancak bana sorarsan ben bu afette iman ettim ki bu milletin içinde DERİN MİLLET var. O millet en zor zamanlarda bir vicdanın yansıması olarak çıkıyor ortalığa, sarıyor sarmalıyor ve tekrardan ait olduğu yere, gönüllere dönüyor.

Bediüzzaman Said Nursi, Birinci Dünya Savaşı için “Bu savaşı gören çocuk da olsa yaşlıdır.” diyor. Ben de onu kendime referans alarak diyorum ki bu afete tanıklık eden kim varsa yaşlıdır. O derece yıkıcı bir afet. Birkaç ay öncesinde gezdiğim sokaklar tanınmaz hâldeydi. İnsanımızın çığlıkları, birbirine bakan nemli, merhametli gözleri, umutlu bekleyişler, bunu söylemek ne kadar acı olsa da yakının cansız bedenine dahi ulaşıldığında burukta olsa yüze yansıyan mutluluğun acısı bana bir ömür yeter diye düşünüyorum. O gün bir kere daha gördüm ki bu dünya kafaya takmaya değecek, kalp kırmaya, gönül incitmeye değecek yer değildir.

Enkazın başında yakınından gelecek haberi beklerken aynı enkazdan hırsızlık yaparken yakalanan adileri de gördük. Elinde çikolatası varken bir ikincisini almayıp “Başkasına verirsin abi.” diyen masum yavrularımızı da gördük.          

Aile fertlerinin tamamını kaybetmiş acılı bir babanın, enkazdan canlı bir şekilde çıkarılan vatandaşımıza sevindiğini de gördük, yakını canlı çıksa bile komşunun acısı var diye bu duruma sessiz kalıp komşusunu teselli edeni de gördük.       

Sıcak ofislerinde ellerinde çay kupalarıyla klavyeden enkaz kaldıran şaklabanları da gördük, dizlerinin altı protez olan engelli insanların canhıraş bir şekilde çalıştıklarını da gördük.
Enkaz başına süslü püslü bir şekilde gelip resim çekinip giden ünlüleri de gördük, kendisini enkazdan çıkaran kahramanın boynundan inmeyen kedinin vefasını da gördük.

Bu acı olaydan oy devşirerek koltuklarını sağlamlaştırmak isteyen siyasetçileri de gördük. “Abi ben Suriyeliyim, ses verirsem beni çıkarmaktan vazgeçersiniz.” korkusunu yaşayan insanları da gördük.

A siyasi partili vekil ve ailesi can vermişken, “A partili vatandaşlar enkazdan önce çıkarılıyor” diyen zevatı da gördük, A partisine üye olan lüks otomobili, milyarlık başörtüsüyle insanların acısı üzerinden poz veren, rol kesenleri de gördük.

Arkasında kurulu çadırlar varken “Devlet burada yok, çadır yok.” diyen siyasiyi de gördük, bugün burada devlet arıyorsan “Devlet sensin, devlet benim.” diyen depremzedeyi de gördük.
Yol üstündeki bazı işletmelerin fahiş fiyat artışlarını da gördük, kırmızı ışıkta eksi on dört derecede ücretsiz çorba dağıtan Anadolu insanını da gördük.

Daha pek çok şeyi gördük de bazen dil lal olur dönmez, sesler boğazda düğümlenir, şahit olduğum birçok şeyi o sebeple yazamıyorum.

Kuran-ı Kerim’de en çok geçen ayetlerden biridir “Akıl etmez misiniz?” ayeti. Daha önce birçok sebeple uyarıldık ve şimdi yüzyılın felaketiyle bir kere daha uyarıldık. Kendimize çeki düzen vermemiz gerektiğinin ne zaman farkına varacağız, merak ediyorum doğrusu. Bir arada olmak için doksan dokuz sebep varken ayrışmak için bir sebep aramayı bırakmaktan ne zaman vazgeçeceğiz. Yetmedi mi dünya hırsı, bitmeyecek mi açgözlülüğümüz? Sen kardeşim, evet sen. Kamuya hizmet veren insanların inancına, imanına, namazını kılıp kılmadığına takılma. Sen o insanların samimiyetine, dürüstlüğüne verdikleri hizmetin sağlamlığına, dayanıklılığına bak.

Biz fıtrat olarak çok çabuk unutan varlıklarız. Bugüne dair acı olan ne varsa unutalım, unutturalım birbirimize ama daha fazla kâr elde etmek için inşaatın malzemesinden çalan müteahhitleri unutmayalım. Bu müteahhitlerden aldıkları paralarla bu yolsuzlukları görmezden gelen belediye başkanlarını unutmayalım. Evsiz yurtsuz insanların başlarını sokacak bir daire aradığı günlerde daire fiyatlarını iki katına çıkaran ev sahiplerini unutmayalım. Her fani can verecek, her yeni eskiyecek, ilahi adaletin dünyadan ziyade ahirette tecelli edeceğini unutmayalım.

Önce Vatan Gazetesi’ndeki ilk köşe yazım isterdim ki daha bilgi dolu, daha güzel bir konu olsun ancak hem duyduğumuz tarifsiz acının yıldönümü olması hasebiyle hem de bu necip milletin bir ferdi olarak yaşadığımız en zor günlerde gösterilen alicenaplığına kayıtsız kalmak istemedim. Her hafta bana ayrılan köşede sizlerle muhtelif konuları ele alarak dertleşmeye çalışacağız.

Haftaya ömür vefa ederse buradayız.