MOLLA HÜSREV HAZRET’LERİ!...
Molla Hüsrev, ( Vefatı 885-1490) asıl adı Mehmed’dir; Biyografisini veren Taşköprizâde, babası’nın, Ümerâ-İ Ferâsiha’dan “ Rûmiyyü’l-asl” Ferâmurz diye kayd’eder. Bu ifadelerden babası’nın Rum Vilayeti şeklinde anılan Sivas- Tokat bölgesinde bulunan Türkmen boyu Varsak beylerinden olduğu anlaşılmaktadır. Molla Hüsrev bizzat kendileri, Dürerü’l-hükkâm adlı eserinin sonunda verdiği künye’ye göre, dedesinin adı’nın Ali olduğunu ifade eder, aynı künye’ye( 843-1439) yılı başlarına aid, satış belgesinde Mehmed bin Ferâmurz b.Hoca Ali olarak rastlanmaktadır.(Gökbilgin s. 172) Yine Taşköprizâde Miftâhus-sa’âde de dedesinin isminin Ali olduğunu kaydeitmiştir.
Molla Hüsrev’in babası, Ferâmurz( Ferâmuz, Ferâmez) vefat edince küçük yaştaki Mehmed’i eniştesi Hüsrev Bey himayesine almış bu sebeble kendisine önceleri, “ Hüsrev Kaynı” lakabı takılmış, daha sonra doğrudan, eniştesinin adıyla, Hüsrev Bey olarak anılmaya başlanılmıştır. Molla Hüsrev eniştesinin himayesi altında tahsilini ilerletmiş, Bursa’da Molla Fenârî’nin oğlu, Bursa Kadısı Yusuf Bâlî’den icazet aldı. Ayrıca, Edirne’de Sa’deddin et-Teftâzânî’nin talebesinden, Burhâneddin Haydar Herevî ile Molla Yeğân ve Şeyh Hamza gibi Osmanlı âlimlerinden tahsil gördü.
İlk resmî vazifesine Edirne’de Şah Melek Medresesi Müderrisi olarak başladı,( 839-1435,36)’da aynı şehir’de bulunan Çelebi( Halebiyye) Medresesi, Müderrisliği’nin de kendisine vereldiği kayd’edilmektedir. Sultan ikinci Murad’ın Saltanatı oğlu Mehmed’e devretmesi sırasında( 848-1444) Kazaskerliğe getirildi.İkinci Murad’ın yeniden tahta cülûsunun( 850-1446) ardından bu vazifie’den ayrıldı, Edirne Kadısı oldu.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın ikinci def’a tahta çıkışından sonra Mola Hüsrev’in vazi’yyeti hakkında herhang bir vuzuh yoksae da, Muhtemelen, Kadılık vazifesinden ayrılmış, kendisine muayyen bir tahsis yapılmıştı. İstanbul’un fethi sırasında Fatih’in yanıbaşındaydı. Fetih sonrası İstanbul’un ilk kadısı Hızır Beyin vefatı üzerine(863-1459) İstanbul Kadılığı’na getirildi. Molla Hüsrev’e ayrıca, Galata ve Üsküdar kadılıkları ile Ayasofya Medresesi Müderrisliği verildi.
Ba’zı kaynaklardaki ma’lûmata göre,(877-1472,73) yıllarında Molla Hüsrev, bir velime cem’iyyetinde dönemin alimlerinden Molla Gürânî’ye Pâdişah’ın sağında kendisine solunda yer verilmesini ilmî derecesine uygun bulmadığından İstanbulu terk’edip Bursa’ya gitti. Bursa’da Emir Sultan’a yakın Zeyniler semtinde kendisine tahsis edilen arazi üzerine “Hüsrev Medresesi,” adıyla anılan Medresesini yyaptırdı.Bu Medrese, vakfiyesine göre başlangıçta yirmili mederese olarak kurulmuş,(1000-1591,92) yılında kırklı,(1004-1595,96) yılında elli medrese payesine ulaşmıştır
Fatih Sultan Muhammed Han Molla Hüsrev’i tekrar İstanbul’a da’vet etti. Muhtemelen, 878’den(1473-74)’den biraz sonra onu İstanbul Müftülüğü’ne getirdi. Molla Hüsrev, vefat tarihi olan (885-1480) yılına kadar bu makamda kaldı.Cenazesi Bursa’ya götürülerek, Hüsrev Mederesesiunin Haziresine defn’edildi. Kaynaklara göre, Molla Hüsrev’in Celaleddin adında bir oğlu, Hüsrevzâde Lakabıyla meşhur, Mustafa Efendi adında da bir torunu olduğu biliniyor.
Molla Hüsrev’in maddî imkân’ları epeyce olmasına rağmen, pek mütevazi’ bir hayat yaşadığı, hayırseverliği ve dindarane hayatı sebebiyle halk nazarında çok büyük i’tibara sahip olduğu biliniyor. Kadılık vazifesini gönülsüz kabul ettiğini beyan eden Molla Hüsrev boşuna zaman harcamasına yol açan böyle bir işle imtihan edilmesinin yüzünden hayıflanırken öte yandan hukuk tatbikatının içine girmenin kendisini bu sahada ihtiyaç duyulan bir metin,( Gurerü’l- ahkâm) yazmaya tevcih ettiğini, dolaysiyle bunun kendisi için, hayırlı bir imtihana dönüştüğünü belirtir. Yine kendi açıklamasına göre bu metni hazırlamak üzereyken vazifesinden kurtulmuş ve peş peşe gelen bin ni’met vesiylesiyle şükranda bulunmak için o metni şerh etmeye koyulmuştu.( Dürerü’l- hükkâm 1,3)
Fatih Sultan Muhammed Han’ın kendi adıyla anılan Fatih Cami’i etrafındaki Sah-i Semân Medrese’lerinin programlarını Pâdişah olmak üzere Veziriâzam Mahmud Paşa, Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu birlikte hazırlamışlardır. Bu sebeble, Molla Hüsrev, Osmanlı İlmiye Teşkilatı’nın kuruluş ve işleyişinde önemle katkıları bulunan zevattan birisidier...
Yine muayyen kaynaklarda, Fatih Sultan Muhammed Han’ın Molla Hüsrev’e karşı büyük saygı ve sevgi beslediği, onun için,” Zamanın Ebû Hanifesi”’dir, dediği rivayet edilir. Osmanlı Hukuk Tarihinin en önemli simalarından olan ve Pâdişah’ın huzurunda yapılan ilmî tartışmalarda, “ Reîsü’l-ulema,” sıfatıyla hakemlik yapan, Molla Hüsrev başta, fıkıh ve Usûl-ü fıkıh olmak üzere, tefsir, Arap Dili ve edebiyat şiir ve hat san’atı gibi sahalarda muhalled eserler vermiştir: Fıkıh Usûlü’ne dair, Mirkâtü’l-vüsûl, Mir’âtü’l- usûl Dürerü’l-hükkâm adlı fıkıh kitabı ile bunların ba’zı şerh ve haşiye’leri Osmanlı Medrese’lerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ayrıca, “ Dürerü’l-hükkâm,” Osmanlı döneminde Şer’î Hukuk sahasında hâkim’lerin ihtilafları çözerken, başvurdukları yarı resmî bir hukuk kaynağı işlevi görmüştür.
Yetiştirdiği talebesi aralarında, Zembili Ali Cemâlî Efendi, Fenârî Hasan Çelebi, Molla Hasan Samsûnî, Yusuf bin Cüneyd et-Tokâdî, Molla Muhiddin Manisalıoğlu gibi alimler bulunmaktadır.Bursa’daki Medresesinden başka İstanbul’da Şehzâdebaşında kendi adına bir cami yaptırdı...