TESPİTLER ( 10/41)
Arap kabile’lerinin, “ Süreycî’ler,” diye tavsif ettiği, Oğuz’ların Kayı Boyun’dan, Türk Topluluğu, Milâdî, 500’ lerde, Mekke’ye yerleşmişti. Demircilik ve Çelik san’atlarında maharetleriyle meşhur, bu topluluk, Ka’be-i Muazzama’nın Demir ve Çelik aksamını, kilit ve anahtarlarını da imal etmişlerdi. Bu sebeble de, Milâdî, 500’ler’den Mekke’nin fethi’ne kadard, Milâdî, (630) takrîbî, 160 senedir, Ka’be-i Muazzama’nın Miftahdarlığını deruhte etmişlerdi. Süreycî’lerin, en meşhûr ve Mümtaz Siması, Abdü’d- dâr, Osman İbn-i Talha’dır. Türk Oğlu, Türk, SahâbÎ, Osman İsn-i Talha’nın, ba’zı kaynak ve rivayetler, Mekke’nin fetih günü, İslâm ile şerefyab olup, Sahâbî olduğu istikametindedir. Halbuki, bu kabil kaynaklardaki rivayetler doğru değildir.
Abdü’d-dâr, Osman İbn-i Talha, Hudeybiye Musalahası sırasında,( Hicrî,6. Milâdî,628)’de, Halid bin Velîd ve Amr’ubni’l-As ile birlikte İslâm ile şerefyab olup, Sahâbî’ler arasına katılmış ve Mediune’ye hicret etmiştir. Medine’ye hicret ederken, Ka’be-İ Muazzama’nın anahtarlarını, validesine ve amcazâdesi, Şeybe’ye emanet etmişti. Osman İbn-i Talha, Medine’den hareket eden, Fetih Ordusunda, Mühâcir’lerin sancağı altında Mekke’ye yörüdü, Mekke’nin Fetih günü, Peygamber’imizle birlikte Ka’be-i Muazzama’nın yanında hazır bulunanlardandı. Peygamber’imiz, Ka’be’nin anahtarı’nın, Abdü’d-dâr ailesinin emanetinde olduğunu biliyordu. Osman İbn-i Talha’ya, Anahtarı aile’nden al getir,” buyurdu. Osman İbn-i Talha, anahtarla birlikte, beraberinde, Şeybe, İbn-i Osman Hucbî olduğu halde geldiler.Ka’be-i Muazzama açıldı, Peygamber’imiz Ka’be’nin içinde iki rek’at şükür namazı kıldı.Bu arada, Hazreti Ali ve Abbas İbn-i Abdülmuttalip, Zemzem’in sikayeti, Hâşimî Oğullarındadır, Miftahdarlığı’n da, Hâşimî’lere verilmesi uygun olur,” diyerek, Ka’be’nin Anahtarını talep etmeleri üzerine,”Allah size, mutlaka emenetleri ehil olanlara vermenizi ( sahibine teslim etmenizi) ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emr’eder.” Mealindeki, Nisa Suresi’nin 58. Âyeti Kerimesini inzal buyurdu.Mekke’nin fehiyle birlikte nice kalb’ler de feth’edildi. Şeybe, İbn-i Osman Hucbî, İslâm ile şerefyab olup, Sahâbî’den olma şerefine de nail oldu.Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Beyt-i Şerif’in anahtarını Şeybe ile amcazâdesi Osman İbn-i Talha’ya ihsan buyurmuş, verirken de: Ey Ebû Talha oğulları! Ka’be’nin miftahdarlığını size ebedî bir vcazife olarak tevcih ediyorum. Sizden bu vazifeyi almaya kimsenin hakkı yoktur, alan olursa zâlim’dir.” Buyurmuştu. Suudiarabistan Devleti kuruluncaya kadar bu mukaddes vazife Şeybe oğulları uhdesinde devam edegelmişti. Şeybe radiya’llâhuj anh, ( Hicrî, 59) yılında vefat etmiştir. Hazreti Osman İbn-i Talma’dan, Abdulllah İbn-i Ömer ile Benî Süleym’den bir kadının rivayeti vardır. Osman İbn-i Talha, ( Hicrî, 42) senesinde vefat etmiştir.
İMAM-I A’ZAM EBÛ HANÎFE: ( Hicrî,80-150), İmam-ı A’zam’ın künye’sine gelinci, asıl ismi Numan’dır; Lakabı ise, ba’zı kaynaklar, not tutmak ve yazı yazmak gayesiyle, devamlı yanında mürekkep ve divit taşıdığı için, mürekkep ve divit taşıyıcısı, mürekkep ve divit babası, anlamında, “ Ebû Hanîfe,” künyesiyle küyelendiğini belirtirken, diğer kaynakların bir kısmı da, Bakara suresi, 67. Âyetinde” Hanîfen Müslimen,”( doğruyu söyleyen bir müslim), ifadesinden hareketle, İmam-ı A’zam’ın dinî emir ve yasakları bütün hassasiyyetiyle yaşadığı için devrinin fakîh ve müçtehid’leriyle halk, onun bu imrendirici hayatından mülhem, O’na” Ebû Hanîfe,” ya’nî: ( Doğru yolun yolcusu, doğru yolun babası) demişlerdir. Bu hususta en sahih izah da budur. Babası, Sâbit, dedesi ise, Zota veya Zevta, ya da Zûtâ’dır.Ay yüzlü, parlak benizli, kibar ve yakışımlı olduğu için, halk tarafından,” Zota bin Mah,”( ay’ın oğlu, ay yüzlü kişi) diye anılmaktadır. Zota aynı zamanda Horasan ya da Tirmiz sınırlarında uç bey’i, il bey’i ve valilik vazifelerinde de bulunmuş, bu münasebetle bu aileye uç ve il bey’i anlamına gelen” Merzuban Ailesi” deniyor. Bu isim ve lakaplar birleştirilerek, İmam-ı A’zam’ın künyesi, “ Numan bin, Sâbit bin, Zota bin, Mâh bin, Merzuban,” şeklinde künyelenmektedir. Daha sonra, İmam’ımızın sbahip olduğu erişilmez ilmî kariyerinden, aynı zamanda mensubu bulunduğu dinin emir ve nehiy’lerini kılı kırk yararcasına yaşamasından dolayı sabırlı, cesûr, doğru bildiği bütün her mes’eleyi çekinmeden, korkmadan oırtaya koyuşuyla, yalnız, Hanefî Mezhebine mensup olan halk tarafından değil, yaşadığı dönemdeki fakîh ve müçtehidler ve ondan sonraki asır ve devirlerdeki fıkıh otoritesi ve bilim adamları ve devlet başkanları dahil, herkes O’nun asıl ismi olan Numan’ı terk’ederek, “ İmam-ı A’zam” ( En Büyük İmam) diye anmışlardır.
İmam-ı A’zam’ın dedesi Zota, Horasan’ın fethi sırasında müslüman olmuş, babası, Sâbit de müslüman olan bir aile’nin çocuğu olarak dünya’ya gelmiştir.
Ticaretle meşgul, Zota ( Merzûbân) ailesi, Horasan’dan, Halife Hazreti Ömer’in ta’limatıyla, Selman-ı Fârisî VE Huzeyfe’nin yarddımlarıyla Sa’d Bin Ebî Vakkâs tarafından te’sis edilen Kûfe’ye meşakkatli ve uzun bir yolculuktan sonra hicret ettiler. Bu devirde Irak’ın sivilleşip ticârî bir merkez haline dönüşmesi, Medine ve Mekke’den pekçok Sahâbe ya devlet vazifelisi olarak veya başka düşüncelerle hür iradeleriyle Kûfe’de yaşamayı tercih etmişti. Bu, yeni müslüman olmuş, ateşli ve heyecanlı aile’nin hem ticârî faaliyyetlerini burada devam ettirme hem de Sahâbe ile hemhal olabilme fikri Irak’a, Kûfe’ye hicret sebebidir. Nitekim, bu aile, Kûfe’ye yerleştikten sonra, İmam-ı A’zam’ın babası, Sâbit’in ilk ziyaret ettiği zât, Ehl-i Beyt’in çekirdeği ve aile reisi olan Hazreti Ali radiya’llâhu anh olmuştu. Sabit, Hazreti Ali ile uzunca sohbet imkânı bulmuş düşüncesini tahakkuk ettirmişti.
Sâbit, bu ziyaretinde Hazret-i Alî’ye çam sakızı, çoban armağanı kabilinden peluze ( ekmek tatlısı) ikram etti. O da bu aşk sahibi vecd ehlinin sırtını sıvazlayarak, dinÎ duygu ve düşüncelerini, inssan sevgisini Sâbit’e olabildiğiince aktarmıştı. Sonra Haz. Ali Radiya’llâhu anh’in dudaklarından Sâbit’in zürriyyetine ve henüz doğmamış olan, İmam’ımız, İmam-ı A’zam’a du’a damlacıkları döküldü. İşte İmam-ı A’zam adına yapılan bu du’a sayesindedirki, O dini eksiksiz yaşama hassasiyyetini ve en proplemli hukukî ve fıkhî mes’eleleri bu kaynaktan aldığı feyiz ve muhabbetle çözme imkânı bulmuştur. İmam-ı A’zam, böyle bir babanın çocuğu olarak, Hicrî, 80 yılında Kûfe’de doğmuştur...