Hepimiz çocukken okuduğumuz, “pinokyo” masalını biliriz. Şu yalan söylediğinde burnu uzayan tahta çocuk… Büyüklerimiz de sıkıca tembihlerdi bizi. “Aman yalan söyleme, sonra seninde pinokyo gibi burnun uzar” diye. 
Bir de yalancı çoban öyküsü vardır. Hani, “yangın var.” diye yalan yere bağırıp, köy ahalisini başına toplar, insanlarla alay edermiş. “kandırdım sizi, ahmaklar.” diyerek. Bir gün de gerçekten yangın çıktığında, kimse onun haykırışlarına inanmamış ve yardımına koşmamış Tabii çoban da kuzularıyla birlikte oracıkta yanmış.
Artık pinokyo masalı, kimsenin umurunda bile değil. Yalancı çobansa çoktan unutulmuş. 
Şimdilerde insanlar nasıl da bir biri arkasına yalanlar üretiyorlar. Ve üretilen bu yalanlara, işin kötüsü kendileri de inanıyorlar. Ancak bu yalan anlatımlar içine girdiklerinde, kaçan bakışlarına, hapşırmalarına, öksürmelerini ya da yalancı burun çekişlerine engel olamıyorlar. Beden dili onları çarçabuk ele veriyor çünkü.
İnternet ortamı, yani bu sanal dünya, insanları daha da yalancı yapmış gibi. Nasılsa kaçan bakışlarını ya da hapşırmalarını duyan, gören yok. İçi bir rahat ki sormayın. Kandırdı sanıyor, kendisi kandığı için. 
Yoruyor bu kandırmacalar insanı. Kanmış gibi görünmek usandırıyor çoğu kez ruhları. Ben gerek dahi duymuyorum yalanları sahiplerine iade etmeyi. Nasılsa sepetine koyup, bir başka alıcıya satacak aynı yalanları. 
Kanmış gibi görünmek daha mı kolay ne? Kolay ama usandırıcı, karşı tarafın değerini düşüren, sahte bir kanma.
Dikkat edin. Yalan söyleyenler daima, detaylara girerek anlatımda bulunurlar. İçini süsleyip, dinleyicinin dikkatini dağıtmak için tabii. Öf. Ne de sıkıcı oluyorlar oysa.
Bu yalan söylemeyi bir sanat olarak sayan kişiler bana, var olan iki tür esnafı anımsatıyorlar. Birisi daimi müşterileri olsun ister. Mümkün oldukça dürüst olmaya özen gösterir. Olabildiğince tabi. Bir de, ikinci esnaf türü vardır. Vurup geçer yani. Genel de otoban kenarlarında çok olur bu türlerden. Nasılsa bir daha geçmeyeceksinizdir oradan. Nasılsa bir daha da görmeyeceksinizdir o esnafı. Öyle düşünür bu küçük beyinli kocaman adamlar. 
Başarır da… İhtiyacınızın karşısında tonlarca para ödersiniz. Bir daha gitmemek üzerede tövbe eder, adeta kaçarcasına uzaklaşırsınız oradan hızla. Küçük beyinli kocaman adamlar ise başka avlar beklemeye başlar. Gelip, geçici avlar…
Bu günlerde birkaç kez tesadüfen dinlediğim bir şarkı var. Aslında çok eski bir şarkı. Nasılda günümüz ilişkilerine uyuyor. Yani “Güler misin ağlar mısın?” hesabı…
Gönlümün kapısını açıp bırakıp gittin
Ne sen varsın, ne aşkın, bir gecede bitirdin 
Acıyorum sana ben, acıyorum kendime…
Bir gecelik sevgilim, bu gece kısmet kime
Gönlümde açıyorken, elimde soluverdin
Görmedim böyle çiçek, bir hayal oluverdin
Acıyorum sana ben, acıyorum kendime…
Bir daha geri gelsen, inanmam gözlerine
Bir gecelik sevgilim, bu gece kısmet kime?