Kendini dinlettiren, farklı açılardan baktıran, güven verici, ilk tanıdığım günden beri hiçbir cümlesini kaçırmadığım Psikolog MAHMUT YALÇIN ile yoğun temposunun arasında en nihayet buluşabildik. Ben sordum, hocam anlattı…
Hoş geldiniz Mahmut Hocam. Bugün size özel bir soruyla başlamak istiyorum. Mutlaka sizin de üzüldüğünüz dönemler oluyordur. Bir psikolog olarak bu ruh halinden nasıl çıkıyorsunuz? Terzi kendi söküğünü dikebiliyor mu?
Merhabalar, hoş buldum. Tabi ki bizler de biyopsikososyal bir varlık olarak her insan gibi duygulara sahibiz ve bu duyguları yaşarız. Hatta ruh sağlığı uzmanları duygularını tanımlamada ve hissetmede daha hassas oldukları için bunu daha yoğun hissedebilirler. Bir başka tanımla; ruh sağlığı uzmanları, duygusuyla yüzleşme ve kabul süreçleri daha kolaydır. Bu kabul süreci ve duygusuyla yüzleşme daha rahat olduğu için baş etme konusunda çok zorlanmazlar. Olumsuz duygudan çıkmak veya kaçmak yerine ona eşlik etmek o duyguyu anlamlandırmak ve kabul süreçlerini tamamladıktan sonra olumsuz duygudan kaçmaya gerek kalmadan bu sorunu çözmüş ve rahatlamış olursunuz. Terzi kendi söküğünü bana göre diker. Ruh sağlığı uzmanları da çoğu olumsuz konuda bununla baş edebilir. Hatta başarılı bir psikoterapi sürecinden geçmiş bir danışan da ileriki hayatında karşılaşacağı benzer olumsuz duygularla destek almadan baş edebilir.
Sözlük anlamı ile değil de, sizin algıladığınız şekliyle psikoloji nedir?
Psikoloji, insan zihnini, duygularını ve davranışlarını bilimsel yöntemlerle inceleyen bir disiplindir. Bireylerin düşünme biçimlerini, duygusal tepkilerini, motivasyonlarını ve sosyal etkileşimlerini anlamayı ve anlamlandırmayı amaçlar. Deneysel araştırmalardan klinik gözlemlere kadar geniş bir yelpazede yöntemler kullanarak insan doğasını açıklamaya çalışır. Ayrıca, psikoloji yalnızca bireysel süreçleri değil, aynı zamanda grup dinamiklerini, kültürel etkileri ve biyolojik faktörlerin zihinsel süreçler üzerindeki etkilerini de inceler. Günümüzde klinik, bilişsel, gelişim, sosyal ve endüstri-organizasyon psikolojisi gibi pek çok alt dalı bulunmaktadır. Bu alt dallarının ortak amacı sosyal bir varlık olan insanı anlamak, anlamlandırmak ve bazen de yönetebilmektir. Mesela Endüstri alanındaki çalışmalar ile insanı bazen direkt bazen de sübliminal mesajlar ile yönlendirmeyi hedefler. İşe alım kişiye uygun işi verme konusunda çeşitli teknikler kullanır. Psikoloji benim algıladığım haliyle söylemek istersem eğer; insanlık için hem büyük bir buluş ve iyi olma hali hem de büyük bir silahtır.
Sürekli olarak sokakta, mecliste, futbolda, ilişkilerde, her yerde sinirine hakim olamayan, ‘aslında iyi insan olup da gözü dönmüşleri görüyoruz. Bir insanın gözü dönebilir mi? Kontrol edilemez bir durum mu bu?
“İyi insan ama gözü döndüğü için zarar verdi” söylemine pek katılmıyorum. Çünkü kötülüğünü ‘aslında eskiden iyi biriydim’ söylemiyle yumuşatmaya çalıştığını ve bu sorumluluktan kaçmaya çalıştığını düşünüyorum. Bana göre iyi bir insan ancak iyiliğinden vazgeçebilir. İyiliğinden vazgeçip kötülüğü seçmek bilinçli zarar verme eylemidir ve bunun temelinde bir iyilik aramak doğru bir yaklaşım değildir. Sizin tabirinizle gözü dönmek yani kendini kaybetmeyi birçok konuda ve bireysel olarak ele almak lazım. Kişinin büyüdüğü ortam, anne babası ile olan geçmiş ilişkisi, sosyoekonomik kültür, patolojik altyapı gibi bir bütün olarak ele almak lazım. Birde kötüye itme veya kötüye teşvik etme durumu var bunu tamamen farklı bir başlık altında değerlendirmek gerekir. Kişinin bu durumu kontrol edebilmesi için kendi duygu ve davranışlarını fark etmesi anlaması ve anlamlandırması gerekir. Bunu genellikle tek başlarına yapamazlar. Dolayısı ile profesyonel bir destek almak en sağlıklısı olacaktır. Yani psikolojik destek ile bu durum kontrol edilebilir.
Gözü dönmüşlerden bahsetmişken, kadına şiddetten de bahsedelim isterim. Kadınların nasıl şiddet gördüklerini, şiddet gördükleri kişilerden ayrıldıklarını, dava açtıklarını, ardından da şiddet yüzünden terk ettiği ve “Bir daha asla bir araya gelmemiz mümkün değil” dediği kişiyle (bilmem kaçıncı kez) barıştıklarını izliyoruz. Öncelikle şiddet gören bir kadın, şiddet uygulayan partnerini neden terk etmiyor? Kişi bir normalleştirme süreci mi yaşamış oluyor?
Evet, bu konu çok hassas ve benim için önemli bir konu. Dolayısıyla geniş bir perspektif ile ele almak istiyorum. Şiddet gören bir kadının, kendisine zarar veren partnerini terk edememesinin birçok psikolojik, sosyal ve ekonomik nedeni vardır. Bu durum, sadece “istemek” veya “cesaret etmek” ile açıklanamayacak kadar karmaşıktır. İşte başlıca sebepler:
Öğrenilmiş Çaresizlik
Uzun süre şiddete maruz kalan kişiler, kaçma ya da mücadele etme gücünü kaybedebilir. Öğrenilmiş çaresizlik kavramı, kişinin ne yaparsa yapsın durumun değişmeyeceğine inanmasına neden olur. Şiddet mağduru kadın, zamanla bu döngünün içinde sıkışıp kalır ve kurtulamayacağına dair bir inanç geliştirir.
Travma Bağı (Stockholm Sendromu Benzeri Bağlanma)
Bazı kadınlar, şiddet uygulayan partnerlerine duygusal olarak bağlı hissederler. Şiddet uygulayan kişi bazen özür dileyerek, sevgi göstererek veya pişman olduğunu söyleyerek mağduru kendine tekrar bağlar. Bu döngü, mağdurun partnerine yönelik karmaşık duygular geliştirmesine neden olur ve ayrılmayı zorlaştırır.
Düşük Özgüven ve Kendilik Algısı
Sürekli şiddete maruz kalan bireylerde özgüven ciddi şekilde zarar görür. Şiddet uygulayan kişi, mağdurun kendisini değersiz, yetersiz veya sevilmeye layık olmayan biri gibi hissetmesine sebep olabilir. Böylece mağdur, kendisinin daha iyi bir ilişkiyi hak etmediğini veya tek başına ayakta kalamayacağını düşünebilir.
Ekonomik Bağımlılık
Bazı kadınlar, ekonomik olarak şiddet uygulayan partnere bağımlı hale gelir. Çalışmayan ya da finansal özgürlüğü olmayan kadınlar, ayrıldıkları takdirde hayatlarını sürdüremeyeceklerinden korkabilirler. Özellikle çocukları varsa, ekonomik kaygılar daha da güçlenir.
Sosyal Baskı ve Toplumsal Normlar
Bazı toplumlarda kadınların evliliklerini ya da ilişkilerini sürdürmeleri yönünde ciddi bir baskı vardır. Aile, çevre veya dini inançlar nedeniyle kadın, ilişkiyi bitirmenin yanlış veya utanç verici olduğunu düşünebilir. “Evliliği sürdürmek için sabretmek gerekir” gibi toplumsal normlar, ayrılmayı zorlaştırabilir.
Fiziksel ve Psikolojik Tehditler
Birçok kadın, ayrılmaya çalıştığında daha fazla şiddete maruz kalabilir. Partneri tarafından “Gidersen seni öldürürüm” gibi tehditler alabilir. Bu korku, kadının harekete geçmesini engelleyebilir. Araştırmalar, en tehlikeli dönemin genellikle ayrılma süreci olduğunu gösteriyor.
Çocuklar İçin Endişe
Şiddet gören bazı kadınlar, çocuklarını korumak adına evde kalmayı seçebilir. “Eğer gidersem, çocuklarımla ilgilenmez” ya da “Beni bırakmaz, çocukları elimden alır” gibi düşünceler, ayrılmayı ertelemelerine neden olabilir.
Aşk ve Umut
Bazı kadınlar, partnerlerinin değişebileceğine inanır. Özellikle şiddet uygulayan kişi özür dileyip düzeleceğini söylerse, mağdur kişi hala bir umut taşıyabilir.
Çözüm ne olabilir?
Bu döngüyü kırmak için, şiddet mağduru kadının psikolojik destek alması, ekonomik özgürlüğünü kazanması, güvenli bir destek ağı oluşturması ve gerekirse hukuki yardım alması önemlidir. Şiddetin hiçbir koşulda kabul edilebilir olmadığını anlamak ve mağdurun yalnız olmadığını hissetmesi, onu harekete geçirebilir. Şiddet içeren bir ilişkiden çıkmak kolay değildir, ama imkânsız da değildir. Destek almak, ilk adımdır.
Şiddet uygulayan erkek sonrasında pişman olup af diliyor, değime sözleri veriyor, hediyeler alıyor, kadının ayaklarına kapanıyor… Kısacası kadını geri kazanmak için yapabileceği her şeyi yapan bir adam kadını ikna etmeye çalışıyor. Bu sözler samimi mi?
Hayır, tabi ki bu sözler samimi değil. Hele bu şiddet davranışı birden fazla kez tekrar etmiş ise ortada hiçbir samimiyet yoktur. Burada şiddet uygulayan kişinin tek amacı kurmuş olduğu konforunu kaybetmek istememesidir. Bir diğer neden yanlış anlaşılmış toplumsal mitlerdir. Aile kavramı, ailenin bir arada olması, erkeğin ne olursa olsun aileyi bir arada tutmak gibi yanlış algısı. Ve en önemlisi el alem ne der. Hatta bir atasözü var bilirsiniz ‘kol kırılır yen içinde kalır’ aslında bu atasözü aile içindeki huzursuzluğu kimseye duyurmadan kendi aralarında çözmek için söylenmiş olsa da, şiddet uygulayan kişinin bunu bir ikna yöntemi olarak kullanması kurnazlıktan ve narsist duygudan başka bir şey değildir.
Sizce affetme noktasında, kıskançlığın sevgi göstergesi sanılmasıyla da alakası var mı?
Kıskançlık, sevgiyle karıştırılabilen ama aslında daha çok kaybetme korkusu, güvensizlik ve sahiplenme duygusuyla bağlantılı bir duygudur. Sevgi, karşı tarafı olduğu gibi kabul etmek ve onun mutluluğunu önemsemekle ilgilidir. Kıskançlık ise genellikle kişinin kendi korkularından ve güvensizliklerinden beslenir.
Kıskançlık sevgiyi gösterir mi?
Sağlıklı seviyede kıskançlık, ilişkiye değer vermenin bir göstergesi olabilir. Sevdiğimiz insanı kaybetmek istememek doğal bir duygudur. Ancak bu duygu saygıyı, özgürlüğü ve güveni zedelemediği sürece kabul edilebilir bir seviyede kalır. Yoğun kıskançlık ise sevginin değil, güvensizliğin bir işaretidir. Aşırı kıskançlık, partnerin özgürlüğünü kısıtlamaya, ilişkiye zarar vermeye ve duygusal manipülasyona yol açabilir.
Sevgi ile Kıskançlık Arasındaki Farklar
Sevgi Kıskançlık
Güvene dayanır Güvensizliğe dayanır
Özgürleştirir Kısıtlar
Partnerin mutluluğunu önemser Kendi korkularını önceler
Karşılıklı saygıyı içerir Kontrol etmeye çalışır
Partneri olduğu gibi kabul eder Partnerin davranışlarını değiştirmeye çalışır
Şiddet uygulayanın psikolojisinden de bahsedebilir misiniz?
Şiddet uygulayan bir kişinin psikolojisi, birçok faktörün etkisiyle şekillenir. Bu kişiler genellikle öfke kontrol problemi, düşük özgüven, güvensizlik, çocukluk travmaları, duygu düzenleme bozuklukları veya narsistik eğilimler gibi psikolojik dinamiklere sahip olabilirler. Ancak her şiddet uygulayan birey aynı psikolojik yapıya sahip değildir; bazıları sistematik bir şekilde şiddet uygularken, bazıları stres veya duygusal tetikleyiciler nedeniyle bunu yapar.
Şiddet uygulayan kişiler değişebilir mi?
Bu, kişiye ve durumun ciddiyetine bağlıdır. Şiddeti bir anlık öfke patlamasıyla yapan, ancak gerçekten pişman olup profesyonel destek alan bireyler terapi ile değişebilir. Ancak narsistik veya antisosyal kişilik bozukluğu gibi derin yapısal sorunlara sahip olanlar çoğunlukla değişmez ve şiddeti bir güç aracı olarak kullanmaya devam ederler. Şiddet uygulayan kişilerin psikolojisi, bireysel geçmişlerine, kişilik yapılarına ve çevresel etkilere göre değişiklik gösterir. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta hiçbir psikolojik nedenin şiddeti haklı çıkarmayacağıdır. Şiddet bir seçimdir ve kimsenin buna maruz kalması gerekmez.
Peki, sizce bu konuda bilinçli, tüm bu bilgilere sahip bir insan da böyle bir ilişkiye girdiğinde tüm bu ikna süreçlerinden etkilenip, sistematik şiddet gördüğü bir noktaya gelir mi? Misal feminist bir aktivist?
Evet; bilinçli, güçlü, eğitimli ya da kendine güvenen bir kadın da şiddete maruz kalabilir. Şiddet, yalnızca belirli bir eğitim seviyesine, sosyoekonomik duruma ya da kişilik yapısına sahip kadınların yaşadığı bir durum değildir. Şiddet, manipülasyon ve güç dinamikleriyle ilerleyen bir süreçtir ve şiddete maruz kalan kişinin bilinçli olması, bu döngüye girmeyeceği anlamına gelmez.
Sohbetiniz için teşekkür ederim Mahmut Hocam. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben teşekkür ederim Yağmur Hanım bu güzel röportaj için. Sevginin, saygının ve karşılıklı anlayışın hâkim olduğu, şiddetin her türlüsünün olmadığı bir toplum diliyorum.