Değerli okurlarım,

Kurban Bayramın 4. günü Adıyaman ve Gölbaşı ilçesindeydik. Depremden sonra ilk defa Adıyaman'a ailece gittiğimizde karşımızda yerle bir olan bir şehir gördük. 6 Şubat'ta yıkılan binalar vardı, bu defa yıkılan binaların yerinde yeller esiyordu. Sanki hiç buralarda ne ev vardı ne de yaşayan insan vardı. İnsanların ne zorluklarla yaptıkları ve ne mücadelelerle verdiği emekleri yok olup gitmişti. Yıllarca biriktirdikleri malı, sevgiyle kurdukları yuvaları ve canları yok olup gitmişti.Bir hayalet şehri olmuştu Adıyaman. Depremde kurtulanlar sadece üstündeki kıyafatiyle, kimisi yalın ayakla bir daha dönmemek üzere acılarını içine gömerek kaçıp gitmişti bu şehirde.

Daha sonra rotayı Gölbaşı ilçesine çevirdik. Neden Gölbaşı? 1996 yılında Ağabeyim burada emniyet mensubu olarak 4 yıl şark görevini yapmıştı. Ve oradaki dostlarını tanıdıklarını kısacası görev yaptığı yeri görmek istemişti. Gölbaşı ilçesine vardığımızda ayakta kalan ancak her on binada bir binayı görebiliyorduk. Evler yerle bir olmuştu. Yıllar önceki Gölbaşı da eser yoktu.

Evet, Gölbaşı'na varmıştık. Arabalarımızı iki büyük çınar ağacın gölgesine çektik. Arabalarımız da inip karşıda duran şarküteriye doğru ilerledik. Burayı bir aile çalıştırıyordu. Aile ile biraz sohbet ettiğimizde dram üstüne dram dinledik. Tanıdıkların bir kısmı depremde vefat etmiş, kimi depremden önce, kimisi de depremden sonra dönmemek üzere göçüp gitmişler. Asıl fay hattın Gölbaşı'da geçtiğini fakat buna rağmen Adıyaman' ın neden yerle bir olduğunu anlamadığını söylediler. Burada çok insan  6 şubat depreminde yok oldu. Bizde yakınlarımızı kaybettik. Allah böyle bir felaketi bir daha hiç bir kuluna yaşatmasın dedi kadın. Ve devam etti. Karşıyı göstererek bu yıkılan evde 8 kişi hayatını kaybetti. O evde yalnız 17 yaşında bir genç kurtuldu. O da aklını yetirdi. Genç adam, hep kulaklarını kapatıp deli divane gibi ortalıkta dolaşıyor dedi. Neden kulaklarını kapatıyor ki? diye sorduğumuzda, " depremde ölen ailesinin, kardeşlerinin " bizi kurtarın! Ne olur bizi kurtarın!" seslerinin hep kulağında çınladığını söylüyormuş. Kadın bir ah çekti ki ne ah ve devam etti: " Çok çalışkan ve zeki bir gençti. Hep iyi bir üniversitede okuma isteği vardı. Şimdi herşeyi bırakmış. Çünkü akli dengesini kaybetmiş kendini bırakmış deli divane gibi kulaklarını kapatarak dolaşıyor." dedi. Kadının anlattıkları beni mahfetmişti. Çok duygusal biri olarak anlatılanlara çok üzülmüş, gözlerimde akan yaşların farkında bile değildim. Ne hayatlar kaybolmuştu depremde. Daha sonra sohbet ettiğimiz aile ile vedalaşarak oradan ayrılıp yıllar önce gezip dolaştığımız sokaklarda geçerken önümüze yıkılan harap olmuş binalar ve yerle bir olmuş beton yığınları çıkıyordu. Bu yıkılan harap olan beton yığınlarının arasında dimdik ayakta duran iki katlı bir müstakil evin pencerelerini silmekte olan iki kadın gördük ve yanlarına vardığımızda, " kolay gelsin " dedik. Onlara her hangi bir can kaybının olup olmadığını sorduğumuzda, aylardan sonra evlerine döndüklerini çok şükür bizde herhangi bir can kaybı olmadığın söylediler. Buna çok sevindik. Onlarda evlerinin yan tarafını göstererek, " Bu komşularımızın evleri yıkıldı. Aile de 3 kişi öldü, iki kişi kurtuldu. Kurtulanlar da Ankara'da ki akrabalarının yanına gidip yerleştiler." Deyip bize bir çay ikram etmek istediklerinde bu tekliflerini nazikçe reddedip yolumuza devam ettik.

Evet, kiminle sohbet ettikse altında bir dram bir hüzün bir acı çıktı.İşte buz gibi akan suyu, yük trenin geçtiği tren yollu, yeşil alanları ağaçları yok olmuş sesiz bir Gölbaşı çıktı karşımıza.Bunların yanında o sıcak, misafirperver insanları yok olmuş, beton yığınından ibaret bir yerle karşılaştık. Dudaklarımız arasında," vah vah! Gölbaşı senden çok şey gitmiş." dedik. Ve arabalarımıza binip doğruca yönümüzü Gölbaşı Tabiat Göller Parkına çevirip yol aldık. 6 Şubat asrın yaşıdığı ve tüm Türkiye'nin etkilendiği bir felaket oldu. Yüzyıllar sonra Türkiye topraklarında bir kıyamet koptu. Halen acıları taze. Kanayan yaralar ne kadar kabuk tutsa da her anlatıldığında tekrar kabuk tutan yaraların nasıl kanadığını gördük. "Dokunmayın yaram derindir" der şair.
Allah-ü Teâlâ, bir daha böyle bir acıyı hiç bir kuluna yaşatmasın inşallah.

Allah'a emanet olun.