Bu milletin yediden yetmişe, bütün fertlerinin milletin ve devletin malını canlarından çok sevdiklerine inancım sonsuzdur. Dahası milletin namusunu ve bütün kutsal varlıklarını canı pahasına savunur ve ona namahrem eli değmesini istemez. Fazla söze ne hacet.  İşte size üç örnek, beraberce okuyup görelim.

1-Çizmemi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin:
Soma'daki madende yeraltında mahsur kalan işçiler arasındaki Ağrı-Eleşkirt nüfusuna kayıtlı Murat Yalçın kurtarıldıktan sonra ilk söz olarak “Çizmemi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin,” dedi. Madende çok zor anlar yaşandığını söyleyen Murat Yalçın, sedyeyi kirletmeme isteğini ise şöyle anlattı: “Ben sağ olarak çıktım. Arkadan çıkarılan arkadaşlarımın üzeri temizdir belki. Bu nedenle sedyenin kirlenmemesini istedim. Benden sonra ambulansa ihtiyacı olanları düşündüm. Biz Anadolu insanı olarak Müslümanlığın verdiği inançla temizliğe düşkünüz.” “Orada ölümle burun buruna geldik. Biz madenin içindeyken şefimizden kaza haberi geldi ve yerimizden ayrılmamız gerektiği söylendi. Daha sonra beklediğimiz alana duman geldi. Bazı arkadaşlarımız dayanamayıp bayıldı. Havası daha temiz başka bir alana geçtik ve orada beklemeye devam ettik. İçeriye duman gelmemesi için bulunduğumuz yerin kapıları kapatıldı ama bu kez de içerdeki oksijen yetmedi. Dışarı çıkıp başka bir yere geçtik. Yürümekte zorluk çekiyorduk. Boruları delip oradan hava almaya çalıştık. 11 saat madende kaldıktan sonra kurtulduk. Allah bizi ailemize bağışladı. Birçok arkadaşımız madenden çıkamadı yaşamlarını yitirdi. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum." 

2-Şunları kaldırın, devlet malıdır, kanımızla kirlenmesin:
İkinci Viyana muhasarası ordumuzun mağlûbiyeti ile neticelenmiş, binlerce askerimiz şehit olup yüzlerce topumuz düşman eline geçmişti. Mustafa Paşa öğle namazı için seccade döşetip imam Mahmut Efendi sünnete başlamışken vezir-i azam da namaza duracağı sırada sokakta at kişnemesi duyuldu. Kendileri, “Nedir?” diye sokağa nazır pencereden baktıkta Yeniçeri Ağası ardınca Kapıcılar Kethüdası ve Çavuşbaşı’yı gördü: İmam efendi “namazı boz! İş gayri yüzde oldu!” Deyip ellerini oğuşturarak gezinmeye başladı. Gelenler oyalanmadan saraya girip yukarı çıktılar. Derhal Ali Kethüda önlerine varıp söz söylemeden doğru vezir-i azamın olduğu odaya girdiler. Vezir-i azam “Ne haber” deyince, Kapıcılar Kethüdası ”Şevketli padişahımızın sende emaneti olan mühür-i hümayunla Sancak-ı Şerifi ve Kâbe anahtarını istedi,“ dedi. Paşa ”Emir padişahımın“ deyip koynundan mühür-ü hümayunu çıkarıp Sancak-ı Şerif ile Kâbe anahtarını da sandığıyla getirip teslim eyledi. Ferman-ı Hümayun’u getiren Bostancıbaşıyı huzuruna kabul etti. Kendisine takdim edilen Ferman-ı Hümayun’u öpüp başına koydu. Sonra açıp okudu.”Bize ölüm var mı? “ dedik de ”Olmak gerek, Allah imandan ayırmasın! “ cevabı üzerine, ”Rıza Allah’ın“ deyip abdestini tazeleyip seccade serdi, iki rekât namaz kıldı. Artık idam olunmaya hazırdı. Zerre kadar telaş eseri göstermeden ayakta son derece metin duruyordu. Kendi eliyle kürkünü ve sarığını çıkarıp ” Gelsinler dedi.  Yerdeki halıları işaret ederek:
 
“Şunları kaldırın, devlet malıdır, kanımızla kirlenmesin, cesedim toprağa düşsün,” dedi. Kıbleye döndü. Cellâtlar girip iplerini hazırladığında kendi elleriyle sakalını kaldırıp ”Bir hoş usul ile takın, bir hoşça vurun!” dedi. Onlar da ipi boynuna takıp iki defa çekince ruhunu teslim etti. Dışarıda namazını kıldılar. Yine o çadıra getirip tabut içinde cellât başını yüzüp cenazesini saray karşısında cami-i şerif avlusunda defnettiler.

3-Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli (Düşman eli, kutsal değerlerim olan namusumu ve dini yapılarımı kirletmesin)!
Mehmet Akif, işgal günleri sırasında verilen kurtuluş mücadelesini anlatmak için İstiklal Marşı’nda, milletin namusunun ve kutsal yerlerinin düşman tarafından kirlenmemesi için bu mısrayı bir adeta dua temennisi olarak kullanmıştır. Oysa 19 Mayıs 1919’da yani bunda 95 yıl önce –dün- milletçe bağımsızlık için şahlanmıştık. Türk Milleti, Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde, var olma ve yok olma durumuyla baş başa kalmasına rağmen asla yılmadı, bıkmadı ve bağımsızlığını kazandı. Yine “Ya istiklal, ya ölüm” parolasını ilke edindiği halde bile hukuksuz bir iş yapmadı. Çünkü “Müdafaa-i Hukuk” diye yola çıkmıştı. Kendi ülkesini işgale gelen İtilaf Devletleri’ne çeşitli uyarı ve ikazlar yapmansa rağmen yazıda, dilde ve hukukta anlamayan “düşman devletlere” mecburen silahla cevap vermek durumunda kalmıştır. Yani Türk Milleti, 9 Eylül 1922 İzmir’in kurtuluşu ile tüm dünyaya esareti kabul etmediğini ilan etmişti.

Kısacası; Murat kardeşim, Allah sana uzun ömürler versin. Güzel sözlerin ile kalplerimizin pasının ve gözyaşlarımızın akmasına vesile olup, yüzümüzün karasının silinmesini sağladığın için. Allah, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya rahmet eylesin, ölürken bile millet malının kutsaliyetini bizlere bildirdiği için. Allah, Kurtuluş Savaşı’nda ölen şehitlerimize rahmetler eylesin. “İşçisi ile Paşası” ile kanlarını ve canlarını hiçe sayarak; bu vatanın namusunun ve kutsal varlıklarının düşman çizmesiyle kirlenmesine izin vermedikleri için!