Osmanlı Devleti II. Abdülhamit döneminde çok çalkantılı bir dönem yaşadı. Bu çalkantılı dönemin sorunları, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile yani 100 kusur yıldır devam etmektedir. Bu meselelerden birisi de şudur; “II. Abdülhamit döneminde bir karış toprak kaybedilmedi.” Peki toprak kazanıldı mı? Bakınız Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa adlı kitabında toprak kaybedildi mi, yoksa toprak kazanıldı mı sorusunu/konusunu en kısa şekilde, hatta istatistiki olarak şöyle anlatmıştır:

“1897'de Osmanlı devleti, Küçük Yunan Devleti’ne savaş ilan ettiği zaman da ordu -düzensiz- haller içindeydi. Kaldı ki savaşın sonunda Türkiye, Yunanistan'dan değil, Yunanistan. Türkiye’den toprak kazandı. Bu netice, Abdülhamit devrinde kazanılan tek savaşın garip bir sonucu oldu. Burada ve bu vesileyle devletin toprak kaybından bahsederken, günümüzde bile bir Abdülhamit masalı, bir Abdülhamit hayranlığı yaratmak isteyenlerin, ara sıra ileri sürdükleri ve gerçekle zerrece ilgisi olmayan bir durumu da aydınlatmalıyız. Daha önce de değindiğimiz gibi, bu gerçek dışı masala göre, Abdülhamit, büyük, ulu bir padişahtır. Ve bu padişah; kendi zamanında düşmanlara, tek karış toprak kaptırmamıştır! Bu kadar gerçek dışı ………bu çeşit ruh halleri, tarihin her devrinde ve her ülkede görünür. Fransa'da bile, hâlâ Kralı bekleyen ve ona şimdiden sadakat yeminleri sunan hasta insanlar vardır. ….Abdülhamit'in, yalnız bir karış değil, evvelâ ve yalnız Berlin Antlaşması ile, hem de imparatorluğun en değerli parçalarından neler kaybettiğini göstermek bile, bu temelsiz gayretleri çürütmek için kâfidir:

Berlin Antlaşması sonucunda Avrupa'da hudutlar, hepsi de Osmanlı Devleti aleyhine olmak üzere değişti. Üç büyük devletle beş küçük hükümetin sınırlarında değişmeler oldu. Osmanlı Devleti, Avrupa'daki topraklarının ve nüfusunun beşte ikisini kaybetti. Bu arazi ve nüfus kayıpları şöylece özetlenebilir:

Bulgaristan emareti,    69.000 kilometre kare            2.700.000 nüfus, Dobruca'dan Romanya'ya verilen            14.400 kilometre kare 170.000 nüfus, Tuna, Manastır ve Kosova vilâyetlerinden Sırbistan'a         7.200 kilometre kare 280.000 nüfus, Avusturya'ya verilen Bosna-Hersek vilâyetleri         58.700 kilometre kare            1.100.000 nüfus, Bosna ve Arnavutluk'tan Karadağ'a verilen          4.700 kilometre kare   50.000 nüfus, Yanya vilâyetinden Yunanistan'a 13.400 kilometre kare      300.000 -verilen-nüfus-vardı.

Bu suretle, harpten evvel Osmanlı Devleti’nin Avrupa'da işgal ettiği topraklar 365.300 kilometre kare iken bu miktar 200.000 kilometre kareden daha aşağı düşmüştür. Keza aynı kıtada Osmanlı Devleti, nüfusunun da yarısını kaybetmiştir. Fakat zayiat bununla da kalmamıştır. Devlet, ayrıca Kuzeydoğu illeri ile Akdeniz'de de yer kaybetmiştir. Bunlar da şöyle gösterilebilir: Erzurum ve Trabzon vilayetlerinden Rusya'ya ilhak olunan 36.000 kilometre kare 70.000 nüfus İran'a terkedilen Kutur arazisi 150 kilometre kare 5.000 nüfus İngiltere'ye bırakılan Kıbrıs 10.300          kilometre kare 150.000 nüfus- verildi.

Bu hesaba göre Osmanlı Devleti 1877-1878 savaşı sonunda …. 210.000 kilometre karesinde çok değerli arazisini ve 5,5 milyon kadar nüfusunu kaybetmiştir. Kısaca Abdülhamit'in başkalarına bir karış toprak kaptırmadığı yolunda, son zamanlarda yaygınlaşan değersiz fakat kasıtlı yayınlar, aslında gerçeğe dayanmamaktadır. Kaldı ki aslına bakılırsa, hürriyetin ilânını ve II. Meşrutiyeti hemen takip eden Trablus ve Balkan Savaşları’nda elden çıkan topraklarla, hatta Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorluğun çöküşünü ve parçalanmasını hazırlayan şartları da Abdülhamit saltanatının kronik hale gelen çöküntülerine ve halsizleşmeye bağlamak, pek de yanlış olmasa gerektir. Çünkü göreceğiz ki Abdülhamit, kendinden sonrakilere, zaten karışmış ve parçalanması gün meselesi olan bir ülke devretti. Bu ülkenin, hiç olmazsa Türklerle meskûn kısımlarının kurtarılabilmesi dahi bir mucizeye bağlı gibiydi. Çünkü Abdülhamit devrinde Hasta Adam olarak adlanan Osmanlı Devleti’ni, bu hastanın başında.ve ölümünü bekleyenler, zaten o daha ölmeden aralarında paylaşmışlardı. Meselâ Rus Çarı ve Avusturya İmparatoru arasındaki Rayhstad Antlaşması, böyle bir paylaşma anlaşmasıydı. Bu paylaşmaya göre Rusya, Anadolu ortalarına kadar iniyordu. Ve bu anlaşmalar, daha sonra da sürüp gidecekti.

Kaldı ki Abdülhamit'in imparatorluk topraklarından kayıpları, bunlarla da kalmaz. Tunus üzerinde devletin şeklî hâkimiyeti, onun zamanında (1881) sona erdi. Mısır üzerindeki şeklî hâkimiyet de onun zamanında son buldu. Basra Körfezi'ne de Kuveyt ve çevresi, onun zamanında İngiliz nüfus bölgesine geçirildi. Hatta bu şeklî hâkimiyetleri sayarsak, Yemen'in karşısında ve Habeşistan kıyılarındaki Musavvaa bölgesine kadar gitmeliyiz. Çünkü oralar da çoktan kaybedilmişti. Böylece Abdülhamit, imparatorluğun son devrinde, en çok toprak kaybı veren padişahtır. Onun, saltanatı zamanında bir karış toprak bile kaybetmediği şeklindeki iddialar, gene onunla ilgili olan ve gerçekle zerrece ilgisi olmayan diğer övgüler gibi, ancak yersiz ve değersizdir.”

Kısacası: “II. Abdülhamit döneminde toprak kazanıldı mı?” Sorusunun en doğru cevabını sanırım; yukarıda anlatılanlardan çıkarmışsınızdır!