Mustafa Kemal Atatürk her alanda olduğu gibi resim sergilerinde de çok ince bir strateji uygulardı.

Sergilere ya açıldığı gün ya da kapanış günü gitmektedir. İlk gün gitmesinin nedeni, köşke kendi şahsi parası ile bazı eserleri aldıktan sonra bu sergideki tabloları yakınlarına veya bakanlara, bakanlıklara alınması yönünde tavsiyelerde bulunarak sanatçının yüreklendirilmesini sağlamak; son gün gidişi ise eğer satılmayan kıymetli tablolar varsa onlardan birkaçını alarak sanatkarın çalışmalarının devamını sağlamak içindir. Ne ince ve detaylı düşünülmüş bir strateji dersek çok da doğru olur..

1935’te ünlü ressam Şevket Dağ bir resim sergisi açar. Fakat eserleri alıcı bulamamış, masraflarını bile çıkaramamıştır. Atatürk bu sergiye kapanışından bir gün önce ziyarete gelir. Türk resim tarihinde abideler, çeşmeler, sebiller türbe ve camiler ressamı olarak tanınan üstadın tablolarını uzun uzun seyrettikten sonra hepsinin yerinde olması dikkatini çeker. Şevket Dağ’a:” Milli Eğitim bakanı geldi mi?” diye sorar. “Geldiler paşam.” “Milli Savunma Bakanı geldi mi? Geldiler Paşam.”

Arkasından tüm bakanları tek tek sayan Atatürk hepsinin geldiğini öğrenildikten sonra son olarak: “Peki… Başbakan da geldi mi üstat?” “Evet, sayın Başbakanımızda teşrif ettiler efendim.”

Atatürk uzunca bir süre adeta hüzünle üstada bakar ve acı acı gülümser: “Bu kadar “Bakan” geldi de içlerinden bu güzelim eserleri hiç “Gören” olmadı mı üstadım der.” Genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’a dönerek: “Biz bu şaheserleri Çankaya’ya götürelim de daha yakından zevkle izleyelim”der.

Sonra gözleri dolu dolu olmuş, heyecandan elleri titreyen Şevket Dağ’ın omzuna elini koyarak şöyle der: “Sen hiç ara vermeden bu muhteşem eserlerini yapmaya devam et üstat diyerek sergiden ayrılır. Ülkesinde yetişen değerli bir sanatçısına bir insan bundan daha başka nasıl ümit olabilir ki…

” Bakmak ile görmek” uyarısını bu kadar nazik bir şekilde ileten, “sadece bakmakla” yetinmeyerek zaman ve şartlar arasındaki ilişkiyi çok boyutlu bir perspektiften “görebilmeyi ’de” başarmış bir dahi…

Bu stratejilerin öyle birdenbire değil, Cumhuriyet’in ilanından çok önce kafasında oluşmuş olduğunu ise döneminin en ünlü hattatı olan Macit Ayral’ın başından geçen olayda görmekteyiz. Çanakkale savaşı başlar başlamaz Macit Bey’de cepheye koşar. Savaş derince kazılmış siperlerde devam ederken, Macit Bey sıtmaya yakalanır. Askere moral olsun diye sıtma nöbeti gelmediği zamanlarda yaptığı güzel yazı örneklerini siperlerin duvarına asmaktadır.  Mustafa Kemal siperleri teftişi sırasında bu güzel hat eserlerini görür ve çok beğenir. “Kimin eseri?” diye sorunca Macit Ayral kendisinin olduğunu ifade edince: 

“Senin burada ne işin var. Bunlar sanat eseri yazılar. İstanbul’a dön ve eserlerini vermeye devam et. Burada binlerce gönüllü Mehmetçik var ama bu kadar güzel yazıları çizen sanatçıyı bu ülke çok zor bulur. Sana asıl savaştan sonra ihtiyacımız olacak, asıl görevini o zaman yapacaksın” der. 

“Savaştan sonra” yani savaşı nasılsa kazanacağız, ondan sonraki ilerlemelere de şimdiden hazırlanmak lazım… 

İşte Mehmetçiğe müthiş bir moral… İşte sanatçıya ve sanata saygının en güzel örneği…

Atatürk’ün bu hassasiyeti daha sonra dünyanın böyle müthiş bir hat sanatçısını tanımasına vesile olacaktır. Resme bakış açısı ve merakını irdelediğimiz Atatürk’ün acaba kendisinin bir resim çalışması veya yaptığı bir tablosu var mıdır? 

Evet Atatürk, dünya tuvaline kadın ve erkek onlarca ressamın fırçaları eşliğinde, üzerinde tüm renk, doku ve desenlerin yer aldığı adı; “Türkiye Cumhuriyeti,” imza “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” olan, kıymetine değer biçilemeyen tablosunu resmederek asmıştır. 

Hepimiz biliyoruz ki nadide, özel, özgün tablolara her zaman koleksiyonuna isteyenler vardır… (Milli İrade Gazetesi-Bülent Özyazıcı)

İşte değerine paha biçilemeyen bu tablonun da bugün taliplisi çok… Yalnız bu konuda bir şeyi hiç göz ardı etmemeleri gerekiyor; bu tablo dünya durdukça “Türkiye Cumhuriyeti” adıyla ve “Atatürk “imzasıyla ilelebet daima aynı yerinde Türk Milleti’nin elinde ve kalbinde ebediyen asılı kalacaktır.