İnsan, jet uçağını sinek büyüklüğüne sığdırmak istese; sinek büyüklüğünde tüm muhteviyatını / içindekilerini havi / içine alan bir jet uçağı yapmaya kalksa; yapabilir mi?

Aynı şeyin bütün içindekileriyle beraber küçüğünü yapmak; aynı şeyin büyüğünü yapmaktan çok daha zordur.

İnsan, kâinatı; her şeyi ile birlikte, insan büyüklüğüne sığdırmak istese, bu mümkün mü?

Ama Allah, kâinatı / evreni; insan bedenine indirgemek suretiyle, mükemmel bir şekilde bedene sığdırmıştır. Böylece insan; küçük kâinat hükmünü almış; kâinat ise büyük insan olarak nitelenmiştir. Fakat insan, büyük insan hükmündeki kâinattan, mânen daha büyüktür. Çünkü insan kâinatı idrâk edebilir, fakat kâinat insanı algılayamaz.

Evet, kâinatta ne ararsan insanda mevcut. Bundan ötürüdür ki, kâinat büyük bir insan, insan küçük bir kâinattır.

Zira, insan büyüse büyüse kâinat, kâinat küçülse küçülse insan şeklini alır.

Öyleyse kâinatı tanımak isteyen, insana baksın. Kâinatı insanda bulsun. İnsanda görsün.

Nitekim, “Nefsini / kendini bilen Rabbini bilir.” denmesinin, bir hikmeti de, bu olsa gerek.

Bir de bu açıdan düşünelim.

Evet, insan Allah değil. Ama Allah’tan.

Allah, kendinde ne varsa, bir nebze de olsa insana dercetmiş; insanda tecellî ettirmiştir.

Böylece, kendini bilen Rabbini bilmek imkânına kavuşmuş olur.

x

“İnsan, cismanî ve ruhanî her iki âlemin özetidir. Yaratılıştan yönetmeye yatkındır. Hakikatte insan, bu âlemin özü, özeti ve meyvesi, bulanık yüzü ve tortusudur.

“Cismanî anlamların son, ruhanî anlamların ise ilk cevheri olması bakımından insan; her iki âlemin birbirine bitişik sınırı, her iki yetkinliğin temeli, özsel varlığının gerçekleşmesiyle akledilir, niteliğinin gerçekleşmesiyle ise, duyulur olan cevher gibidir.

“Yine o, bir açıdan özü gereği hayat, bir açıdan hayat sahibi; bir açıdan kendi başına varlığını sürdüren, başka bir açıdan başkasıyla sürdüren; gizli bir anlama işaret eden ve onu içeren, başkası için de bu anlamla anlaşılır olan şey; başka bir açıdan içinde bir yönüyle yetkinlik, bir yönüyle de yetkinliğin en son aşamasını barındıran yumurtanın bulunduğu rahim gibidir...

“Keza insan, bir çizgiyle ruhanîlere, bir çizgiyle de cismanîlere uzanan nübüvvet gibidir. Sonra vahiy bu iki tarafı birleştirir. İlham bu iki sınırı ihtiva eder.

“İnsan ise, bu evreni kuşatan (muhît felek) gibidir ki o, herhangi bir mekânı olmadığı halde mekân sahibi olan yüzeydir.” (İhvân-ı Safâ Risâleleri Cilt:1, s.21)...

“Marifetullah konusunda...O’na yönelip O’na ulaşmaya çalışmak, O’nun huzurunda durmak ve bütünüyle O’na dönmek.

“Nitekim başlangıç O’ndan, dönüş O’na ve ulaşılacak en son nokta O’dur.” (a. g. e. s. 22)...

“ ‘İnsan Bedeni’nin Bileşik Oluşu’ ve onun ‘Küçük Âlem’ olduğu, insan bedeninin yapısının erdemli şehre; nefsinin ise bu şehirdeki krala benzediği...İnsanın bedenini ve bedeninin yapısını tanıması; onun bedenî duruşunun hayvanî suretlerin en üstünü olduğu.

“İnsanın bedenî yapısının; levh-i mahfuzdaki ‘Âlemin bir özeti’. Cennet ile cehennem arasında uzatılmış ‘Sırat’. Allah’ın, yaratıkları arasında koyduğu ‘Adalet terazisi’. O’nun kendi eliyle yazdığı ‘Kitap’. Sanatkârane bir biçimde bizzat ortaya koyduğu ‘San’atı’. Bizzat yoktan var ettiği ‘Kelimesi’. İnsanî nefsin ise, Allah’ın yeryüzünde yaratıkları arasında hükmeden, O’nun, eksik sıfatlardan münezzeh oluşuna delâlet eden ve belirli bir süre süflî âlemde / yeryüzünde amel eden ‘Halîfesi’ olduğu. Sonra da bu dünyadan göç ettiğinde ‘Ulvî âlemin süsü’ olacağı. Özsel (zâtî) varlığını sonsuza kadar koruyacağı.

“Halîfe tayin edilmiş olan insanın; kendini tanımakla, kendisini halîfe tayin eden, ona sürekli, ebedî ve sonsuz nimetler kazanarak kendisine ulaşma ve katına yaklaşma imkânı lûtfeden Rabbini tanıyacağı (açıktır).” (a. g. e., s. 19 - 20)