Yalan dünya ah yalan dünya. Yalandan yüzüme gülen dünya da. Hatırladınız değil mi? bu şarkıyı. Rahmetli Neşet Ertaş ın, en çok sevilen ve dinlenen parçalarından bir tanesidir.
Günlerdir yatıyorum, kalkıyorum dilimde bu türkü. Git diyorum gitmiyor, sus diyorum susmuyor. Fena halde takıldım!
Yaparım öyle şeyler arada. 
Günlük  ruh halimi yansıtan bir şarkı, kendiliğinden gelir, ve  dilimin ucuna yerleşiverir. Bazen çabuk çıkar gider. Bazen de, günlerce benimle kalır. Mesela geçtiğimiz hafta, Rahmetli Kayahan ın, öyle  bir şarkısı dolandı ki dilime, beni duyanlar vah, vah demekten kendini alamadı. Şarkıyı sizlerde, merak ettiniz değil mi? Peki bir vah vah da sizden gelsin o halde. 
Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi. 
Neyse. Biz, gerçek  konumuza yani, Yalan dünya meselesine gelelim
Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz günlerde Türkiye nin, tanınmış iş adamlarından Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Önce Vatan ailesi olarak Mustafa Koç "a, Allah tan rahmet, Koç ailesine baş sağlığı diliyorum.
Hadi itiraf edin. Eminim bir çoğunuz, haberi duyduğunda, "Vay be zenginler bile ölüp gidiyormuş" dediniz.
Ölüyor efendim ölüyor!
Siz hiç dünyaya kazık çakanını gördünüz mü?
İnsanın vadesi dolmaya görsün, Azrail geldi mi ne zengin tanıyor, ne de yoksul.
Biliyorum kabullenmek zor.
Ölüm kaderimizde var. Sen, ben, o hepimiz gitmeye gelmişiz. 
Belki bir hastane köşesinde, ya da hiç tahmin bile edemeyeceğimiz bir yerde. 
Nerede öleceğimiz. Nasıl olacağı hakkında en ufak bir fikrimiz yok. 
Tek gerçek istesek te, istemesek te bir gün ölecek olmamızdır. 
Maksadım, sizlere ölümü hatırlatarak canınızı sıkmak değil.
Fakat bazen bazı noktalarda insan yeter artık diye avazı çıktığı kadar bağırmak istiyor.
Ölüm unutuldu. 
Ne olduysa şu son bir kaç yıl içinde oldu. 
Çıkarlar için bütün değerleri reddeden bir toplum haline geldik. Herkes su akarken bidonunu doldurma derdinde.
İnsanların birbirlerinin etini yemeğe çalıştığı düzende, onur, haysiyet, delikanlılık aramak, kuyuda iğne aramak gibi bir şey.
Güçlünün koynuna sokulup yetim, dul hakkı yiyenleri, çalıp çırpanları, haklı gösterip, kahraman ilan ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz.
Eskiden düşeni elinden tutan bir insan ruhu vardı ülkede, o günler mazide kaldı. Ara, ki bulasın. 
Vicdanlar öyle körelmiş ki, iyilik yapmanın adı saflık olmuş.
Komşu, arkadaş, dost kavramını geçtim. Kardeş, kardeşini tanımıyor. 
Menfaatlar söz konusu olduğunda öldürmek çocuk oyunu.
Savaş şartlarını bir yana koyduğumuzda; ki çok da tartışmaya açık bir durumdur, diğer yanda "Gündelik yaşam" dediğimiz alanda yaşananlar neredeyse bir savaş şartları boyutundadır. Ama vahşet olarak baktığımızda daha vahim bir durumdayız!
İnsanlar, Analarını, babalarını kıtır kıtır doğruyor. 
Daha bir kaç gün evvel, Ülkemizin farklı yerlerinde iki kadın, öz evlatları tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Bir insan, böyle bir şeyi nasıl yapar? anlamakta güçlük çekiyorum. 
Israr etmeyin ne olur, ne beynim ne de vicdanım anlar bunu! 
Yaşım ilerledikçe insanlara, daha çok acıyarak bakıyorum. Üç günlük dünya yahu. Tüm bu hırslar, mal mülk, para sevdası, iktidar savaşları. Onca hengame yalan bir dünya için mi? Yazık, çok yazık. 
Ah! Bilmiyorlar ki mahşerde de ilahi bir adalet olduğunu, ve sonra diyorum ki, "Ölüm var ulan, ölüm var. Hala neyin derdindesin?"
Neyse! Siz gerçekliğine inandığınız yalan dünyanızla mutlu olun.  Ben geçtiğimiz hafta girdiğim çocukluk moduna geri dönüyorum. 
Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi. Fareden korktu kedi, kedi pırrr uçuverdi.