Uluslararası siyaset tarihine baktığınızda, liderlerin güçlerini korumak için başvurduğu yöntemlerin sınırı olmadığını görürsünüz. Ancak Vladimir Putin’in Kremlin yönetimindeki yaklaşımı, bu tür güç oyunlarının modern ve ölümcül bir versiyonunu sunuyor. Muhalifleri hedef alan iddialar, Rusya Devlet Başkanı’nın otoriter yönetimindeki karanlık bir mekanizmaya işaret ediyor. Londra’da eski FSB ajanı Alexander Litvinenko’nun ölümünden, Sergey Skripal’in Salisbury’de sinir gazıyla zehirlenmesine kadar uzanan olaylar zinciri, Kremlin’i küresel bir “kara kutu” haline getirmiş durumda.
Alexander Litvinenko, bu hikayenin başlangıç noktalarından biri. Eski bir Rus ajanı olarak Putin yönetimine karşı sert eleştirilerde bulunmuş ve İngiltere’ye sığınmıştı. Ancak 2006 yılında Londra’da polonyum-210 ile zehirlenerek hayatını kaybetmesi, bu sessiz eleştirinin ölümcül bir sona ulaştığını gösterdi. Litvinenko’nun ölmeden önce yaptığı açıklamada Kremlin’i doğrudan suçlaması, uluslararası arenada şok etkisi yarattı. İngiliz hükümeti tarafından yürütülen uzun bir soruşturma sonucunda, “muhtemel Kremlin bağlantısı” tespit edildi. Fakat bu, Kremlin’in sorumluluğunu resmi olarak kanıtlamaya yetmedi.
Bu olay, tekil bir vaka olmaktan çok uzak. Boris Berezovsky’nin Londra’da şüpheli şekilde ölümü, Anna Politkovskaya’nın Moskova’da apartmanının önünde vurulması ve Sergey Skripal ile kızı Yulia’nın Novichok sinir gazıyla zehirlenmesi gibi olaylar, Kremlin’e yönelik şüpheleri daha da derinleştirdi. Özellikle Skripal olayı, Rusya’nın yurtdışında da muhaliflerini hedef alabildiğini gösterdi. İngiltere, bu saldırının ardından birçok Rus diplomatı sınır dışı etti ve Avrupa’da Rusya karşıtı bir dayanışma doğdu. Ancak Kremlin, her zamanki gibi suçlamaları reddetti.
Bu suikastların ortak noktası, hedeflerin genellikle Rusya’dan kaçmış veya Putin yönetimine karşı ciddi eleştirilerde bulunan kişiler olması. Burada mesele sadece birer bireyi susturmak değil. Daha büyük bir stratejik hedef var: Muhaliflere ve potansiyel rakiplere “Bize karşı gelirseniz, nereye kaçarsanız kaçın, sizi buluruz” mesajını vermek. Bu, Kremlin’in hem içeride hem de dışarıda korku politikasıyla güç kazanma stratejisinin bir parçası.
Kremlin’in bu eylemleri, uluslararası hukuk ve diplomasi açısından da önemli bir kriz yaratıyor. İngiltere gibi ülkeler, bu olayların ardından yaptırımlar uyguladı ve Rusya’yı uluslararası alanda daha da izole etmeye çalıştı. Ancak gerçek şu ki, bu yaptırımlar Putin’in stratejisini değiştirmedi. Aksine, Kremlin bu krizleri “Batı’nın Rusya’yı kuşatma çabası” olarak sunması içerideki milliyetçi duyguları güçlendirdi.
Kremlin’in bu tür operasyonlarda kullandığı yöntemler, modern devlet gücünün ne kadar sofistike ve ölümcül olabileceğini de gözler önüne seriyor. Polonyum zehirlenmesi, Novichok gibi askeri düzeyde sinir gazlarının kullanımı, bu eylemlerin tesadüfi olmadığını ve devlet destekli bir sistemin ürünü olduğunu düşündürüyor. Ancak bu iddiaların kesin kanıtlarla doğrulanamaması, Kremlin’in “inkâr edilebilirlik” stratejisine dayanıyor. Bu, modern istihbarat savaşlarının en tehlikeli ve etkili silahlarından biri.
Peki, bu suikastlar Putin’in gücünü nasıl etkiliyor? Kremlin’in bu tür operasyonlarla muhaliflerini hedef aldığı iddiaları, içeride korku yaratırken dışarıda Rusya’ya olan güveni yerle bir ediyor. Fakat Putin’in yönetim anlayışı, dışarıdaki izolasyonu içeride bir avantaj haline getirmek üzerine kurulu. “Batı bize düşman” söylemi, Kremlin’in halk üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırıyor.
Putin’in kara kutusunun açılması, yalnızca suikastların arkasındaki gerçeği öğrenmekle sınırlı kalmayacaktır. Bu kutunun içinden çıkanlar, modern otoriter rejimlerin yöntemlerini ve devlet destekli operasyonların nasıl işlediğini de ortaya koyacaktır. Ancak bu kutunun açılması, uluslararası toplumun cesaretine ve iradesine bağlıdır. Zira Kremlin, "reddetme ve yanıltma" stratejisini ustalıkla kullanıyor. Gerçeklere ulaşmanın önündeki en büyük engel, bu tür operasyonların ardındaki "resmi olmayan" yapıların karmaşıklığıdır.
Kremlin’in kullandığı bu gölge yöntemler, sadece muhalifleri hedef almakla kalmıyor, aynı zamanda uluslararası normları da altüst ediyor. Devletler arasında güvenin zaten azaldığı bir dönemde, bu tür olaylar küresel çatışma riskini daha da artırıyor. Örneğin, Sergey Skripal olayının ardından İngiltere ve Rusya arasındaki diplomatik bağlar ciddi şekilde zarar gördü. Batı ülkeleri, Rusya’nın bu tür operasyonları sürdürmesi halinde daha sert yaptırımlar uygulayacaklarını ifade ettiler. Ancak bu yaptırımların Rusya’nın iç politikasında bir değişiklik yaratmadığı açık. Putin, dış baskıyı içerideki otoritesini sağlamlaştırmak için bir araç olarak kullanıyor.
Bu noktada sorulması gereken asıl soru şudur: Bu tür operasyonlar, modern uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl ele alınmalı? Litvinenko’nun ölümünden Skripal olayına kadar uzanan bu suikast zinciri, devletlerin egemenlik hakları ve uluslararası adalet sistemi arasında bir ikilem yaratıyor. Bir devletin başka bir ülkede böylesine açık şekilde ölümcül operasyonlar gerçekleştirdiği iddiaları, uluslararası hukukun sınırlarını test ediyor. Ancak Kremlin, delil yetersizliğinden ve uluslararası sistemin zayıflıklarından faydalanarak bu suçlamaları sürekli olarak reddediyor.
Öte yandan, bu tür operasyonların yalnızca fiziksel değil, psikolojik bir etkisi de var. Muhaliflerin hedef alınması, yalnızca susturma değil, aynı zamanda korku salma stratejisi olarak işlev görüyor. Bu korku, yalnızca hedef alınan bireyleri değil, onların çevresindeki muhalif grupları ve uluslararası toplumdaki eleştirmenleri de etkiliyor. Kremlin’in bu stratejisi, muhalefeti sadece fiziksel olarak değil, ideolojik olarak da zayıflatmayı hedefliyor.
Ancak tarih, bu tür otoriter yöntemlerin sonsuza kadar sürmeyeceğini defalarca kanıtlamıştır. Bugün Kremlin’in kara kutusu kapalı olabilir, ancak hiçbir sır sonsuza kadar saklanamaz. Bu kutu açıldığında, Putin yönetiminin yalnızca bugünkü suikast iddiaları değil, aynı zamanda uzun vadede uluslararası düzen üzerindeki etkisi de gün yüzüne çıkacaktır. Bu noktada uluslararası toplumun görevi, bu kutuyu açmak için adil ve etkili yollar bulmaktır.
Putin’in suikast listesi, yalnızca Kremlin’in karanlık yüzünü değil, aynı zamanda modern dünya düzeninin zayıflıklarını da gözler önüne seriyor. Uluslararası toplum, bu tür olayların ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak ve gelecekte benzer olayların yaşanmasını engellemek için daha sağlam mekanizmalar geliştirmek zorundadır. Çünkü Kremlin’in kara kutusunun içinde saklananlar, sadece geçmişte yaşanan suikastların değil, gelecekteki krizlerin de anahtarıdır. Bu kutunun açılması, yalnızca Rusya için değil, uluslararası toplum için de bir dönüm noktası olacaktır. Ve bu dönüm noktası, tarihin akışını değiştirecek kadar büyük bir etki yaratabilir.