Sözler yetersizdir O’nu anlatmaya. O anılınca  O’nun değerinde artış olmaz; ancak  sözler ve söz sahibi kıymet kazanır.  O’nun anlatıldığı sohbet halkaları cennet bahçesine dönerken, melekler imrenir O’nu terennüm eden dillere.  

Sözlerimizi süsleme,  kirlenmiş kalplerimizi temizleme, unuttuklarımızı hatırlama zamanıdır.   Yeniden kendimize gelme, O’nunla yeniden buluşma anıdır Mevlidi Neb-i haftası.   

Her sene olduğu gibi bu yılda Türkiye’nin dört bir yanında  “PEYGANBERİMİZ, CAMİ VE İRŞAT” temasıyla kutlanan bu haftayla insanlığın kurtuluşunu yine O’nun hayat iksiri olarak sunduğu yaşam modeliyle görecek,  taklidi, monoton, sözden öteye geçmeyen iman ve teslimiyetimizi eyleme dönüştürmenin gayretine kuşanacağız inşallah.   Dört duvardan ibaret olmayan, irşat ve hidayetin merkezi camileri onun hayat penceresinden bakıp anlamaya çalışacağız. 

O, yaşadığı hayat ile telkin ettiği esaslar arasında uyum içerisindeydi.  İlk önce hayatına aksettirdiği hakikatleri yaşamıyla vaaz eder sonra sözleriyle onu perçinlerdi. O’nun hem sireti hem sureti; hem ahlakı hem ibadetleri yegâne örnekti insanlık için. O’nun yüzüne bakanlar bile doyamazdı. Mesela bir defasında kendisine hiç kımıldamadan bakakalan birisi “Niye öyle bakıyorsun” diye sorduğunda Allah Resulü “Sana bakmaktan doyamıyorum, sana bakarak faydalanıyorum Ey Allah’ın Resulü ” diye cevap vermişti.    

Başka bir nasipli  yüzüne bakınca kalbinde şimşekler çakıvermiş, "Vallahi bu yüz yalan söylemez” deyip iman etmişti. 

Saçına bir defa âlemlere rahmet Peygamber dokunmuştu;  ömür boyu kesmeye kıyamamıştı o saçları başka bir bahtiyar. 

Umre yolculuğunda, hızlıca yürüyen devesinin yularını sıkıca tutup "Dur öyle acele etme, yavaş ol, kim bilir belki Peygamber’in devesinin bastığı yere basarsın da Allah, bizi onun yüzü suyu hürmetine affeder" diyerek O'na uymayı ayak izine kadar önceleyen cennetin kandili başka bir nasipliydi Ömer B. Hattab... 

Seferden  döndüklerinde ailelerine uğramadan Resulüllah’ı ziyaret eden,  görmeden duramayan nice Peygamber sevdalıları vardı… 

Peygamber’in vefat haberini duyduğunda “Bu gözler onu görmedikten sonra başka şeyleri görmesinin ne kıymeti var” deyip kör olmayı Allah’tan talep eden ve kör olan sahabenin kalp gözüyle gördükleri ne büyük bir hakikattir değil mi?  

“Anam babam sana feda olsun” diye başlanılan sözler sadece kuru bir iltifat değildi;  bizzat her şeylerinden fedakârlık ederek bunu ispat etmişlerdi Asrısaadetin yıldızları… 

Evet, hiç kimse onun kadar sevilmedi. Ona beslenen muhabbet, melekleri bile imrendirmişti de insan postuna bürünmüş nasipsizler bunu anlayamamıştı.  O’nun kısa zamanda gerçekleştirdiği inkılâp ve devrim nedeniyle  dünün, bugünün araştırmacıları, akademisyenleri O’nun liderliği üzerine adeta dillerini yuttular,  O’nun başarısını itiraf etmek zorunda kaldılar.  Düşmanları bile onun çocukluktan itibaren yalan söylemediğine şahitlik ettiler. Muhammed’ül-emin (Güvenilir Muhammet) olarak bildiler. Buna rağmen O’nun getirdiklerine o gün itiraz edenlerin çoğu Peygamberliğin Abdullah’ın oğlu Muhammed’e gelmiş olmasını kabullenememişler ya da menfaatlerine zarar geleceklerini düşünmüşlerdi. Bugün itiraz eden örümcek kafalılar ise çoğunlukla ya nefislerine söz geçirememekte yada akıllarını ilâh görmektedirler..  

Kaba saba bedevileri hidayete erdirmek,  cahiliye asrını bir dokunuşla saadete çevirmek O’nun  merhameti, şefkati,  zarafeti, şecaati, feraseti yanında hakikati en güzel bir üslup ve yöntemle tebliğ etmesinde saklıdır.  

Kuru çöllere ab-ı hayat sunan Rasulüllahtan başkası değildir. Kız çocuğunu diri diri toprağa gömecek kadar katı kalpleri bir karıncayı dahi incitmeyecek hassasiyete döndüren O’nun kalplere nazikçe dokunuşunda aramak gerek.  

Kan döken, intikam hırsıyla yanıp kavrulan, geçmişiyle övünüp mezar taşlarını gösteren, haklı olmalarını güç ve itibarlarına bağlayan, kadınların insanlığını bile tartışan, köle ve garibanları ezdikçe ezen mütekebbir ve bencil bir toplumu, insanlık onuruyla buluşturan O’nun getirdiği hayat iksiridir şüphesiz. 

Kâbe’de ki putlar kadar kalpteki putları yıkmakta önemli… O hem Kâbe’yi kirletmiş o putları hem de kalpleri kirletmiş cehalet putlarını temizlemiştir. İnsanlar O’nunla, insanlığını öğrenmiş, itibarlı ve çok değerli olduğunun farkına varmıştır.  Bu nedenledir ki kısa zamanda hak ve hakikate susayan gönüller onun hayat iksiri kurnasına kalbini dayamış ve kana kana hidayet, hakikat ve marifet yudumlamışlardır.  

O gün, bugün ve yarın O’nu anlayamayanlar  olacak muhakkak. Güneşe üflemekle söndüreceklerini zannedenler çıkacak. O’nun önderliğini bin dört yüz sene öncesinin (hâşâ) masalı diye yorumlama ahmaklığında bulunanlar kendilerini ilim ehli sanacak,   ancak biz hep onun aşkıyla yanıp kavrulmaya devam edeceğiz. Onun hayatına dokunup kendimizi ve yaratılışımızın kodlarını okuyacağız.  

Onu anarken anlayacak, anladığımızı çoraklaşmış gönüllerimize sindirip, karanlık günümüz cehaletinde çölde açan gül bahçesi misali, saadete, huzur ve mutluluğa koşacağız. 

Allah yemin ederek onu anlatıyor: 

Andolsun ki; Allah’ın Resulü sizin için, Allah’a ve ahret gününe kavuşmayı umanlar  ve Allah’ı çok ananlar için güzel bir örnektir.”( Ahzap,21) 

Ona sonsuz salât ve selam olsun…