1930’lu yılların başlarında Mussolini’nin İtalya’sı Türk’lere düşman yani bugünkü sıkça duyduğumuz ismi ile ‘Dış güç’ olma peşindeydi. O günlerde İtalyan basınında, Mussoli’ninin hatta yetmezmiş gibi bir de kardeşinin “Gemileri gönderdik Antalya’dan gireceğiz”, “İzmirde yarım kalan işlerimiz var” gibi ifadeleri manşetlere düşüyordu. Haliyle bu haberler Türk gazetelerine de yansımıştı. Öyle hayali dış güçte değil, yazılı görülebilir tehditler geliyordu. Atatürk’ün önderliğinde Yüce Türk meclisi konu hakkında Mussolini’den bilgi istediğinde ise “Öyle şey olur mu biz dostuz” resmi cevapları geliyordu.

İşte böyle bir ortamda, 1933 yılında Atatürk bir liseye gitti. Öğrencilerin arasına oturdu. Onlarla birlikte dersi dinleyecekti. Öğretmen güncel konu anlatımına geçti. Ve çocuklara şöyle bir soru sordu. “İtalyan askerlerinin Türkiye’ye girmesinin siyasi emelleri ne olabilir? Kısaca bilgi veriniz” dedi... Atatürk hemen söz aldı ve “Lütfen soruyu değiştiriniz” dedi. Öğretmende başka bir soru ile devam etti. Atatürk kızmıştı. Ama öğretmenin öğrencilerinin yanında rencide olmasını istemediğinden tenefüsü beklemişti. Zil çaldı. Çocuklar yavaşça sınıfı terk etti. Atatürk öğretmene sordu;

-      Neden böyle bir soru sordunuz?

-      Paşam, şu sıralar her yerde İtalyan’ların Antalya’dan girmeleri konuşuluyor. Bu konu hakkında öğrencilerin bilgisi, güncelliği olup olmadığını öğrenmek istedim.

Bunun üzerine Atatürk, yine sadece o günün nesline değil gelecek nesillere de ders niteliğinde şu sözleri söyledi.

-      Çocuklara başka milletleri öcü olarak göstermenin bir anlamı yoktur. Türk evladı öyle bir yetiştirilmelidir ki! Başka milletlerin, memleketine, kendisine saldırı, tecavüz edemeyeceğine dair bir ruh haliyle beslenmeli ve yetişmelidir. Bilmelidir ki Türk milletine kimse zarar veremez, ona erişemez.

Hadi buyurun!.. Bugün bizde gündem ne? Dış güçler orada, dış güçler burada... Yıllarca bunu dinlemiş gençlerimizin de ruh hali pek de iyi sayılmaz. Ülkeyi terk ediyorlar. “Bu topraklarda herkezin gözü var” algısı yaratıp, gençleri “Biz ne yapsak boş, bu toprakların bileti kesilmiş” psikolojisi ile başka ülkeye gitmek istiyor ya da gitti bile... Dış güç söylemi ile kısa süreli bir siyasi güç oluşuyor oluşmasına ama geleceğe dair psikolojik, izi kalıcı sorunlar bırakıyor ve genç, dinç, güç, enerji kaybediliyor.

Sırf bu da değil tabii ama öncesinde şunu da belirtelim, eğer “Mussolini ile günün sonunda ne oldu? Bu tehditler cevap buldu mu?” gibi sorular aklınızda kaldıysa... Askerlikte onbaşılığa kadar anca yükselebilmiş, eski komünist yazar o günün yeni faşist diktatörü Mussoli’nin, Atatürk gibi yüzyılın dahisi ile strateji savaşı vermesi Mussolini’nin halkı tarafından idam edilme sürecinin başlangıcı olmuştur denilebilinir.

Bir diğer yanlış ve algı yönetimi ise “Türkler tembel kardeşim, çalışmıyor” söylemidir. Bu söylem amaçlıdır ve yanlıştır. Çünkü Türkler oldukça çalışkandır. Daha yüz yıl önce sekiz milyon kalmış nüfusuyla yüzlerce fabrika kurarak, %100 yerli yapım uçağı ihraç edecek hale gelebilmiş, kendi kendine yeten, parası ve insanı son derece değerli bir millet olmuşlardır. Çok ama çok çalıştılar. Ve kısa sürede savaş yıkımlarının, Osmanlı borçlarının üstesinden geldiler. Ve 1 doları 1,26 TL’ye getirdiler. Osmanlı borçlarını kısa sürede ödediler. Hemde hiç borçlanmadan... Evet yabancı milletlere hiç ama hiç el açmadılar. Sadece çalıştılar. Geceleri yastığa başlarını koyduklarına oldukça huzurluydular. Bize para lazım şu fabrikamız var, şu şirketimiz var diye özelleştirip, satıp yemediler.

Bugün maalesef bu söylem dillere pelesenk edilerek “Türkler tembel” algısı bilinç altına yerleştirilmeye ve tembel bırakılmaya çalışıyorlar. Hemen ardından da Suriyeli’lerin çalışkan ırk olduğuna dair ifadeler ile, onlar olmasa çalışacak adam bulamayız, sanayimiz dönmez diyerek, onların üstün ırk olduğu algısının yayılması da cabası... Sanki Asur, Arap emperyalizminin özendirilmesi...

Halbuki tek olan ekolojik, ekonomik hataları örtme kaygısı... Türkler, Türkiye de elbette yaşam maliyetlerini karşılayabilecek, insan onuruna yakışır yaşam sürebilecek bir işte çalışmak istiyor. Çocukları var, okul var, giyim var, hastalık var, yeme içme, barınma, iletişim, ulaşım var. Her şey pahalanırken, öte yandan eksik enflasyon hesabı ile maaşlar daha az zamlanınca iş, aş getirmez oluyor. Haliyle o da aş getirecek iş aramaya devam ediyor.

Türkiye’deki Suriyeliler de ise durum öyle değil. Savaştan kaçıp gelmeleri sebebiyle seferberlik hali durumunda yaşıyorlar. Üç, dört aile aynı evde kalabiliyorlar. Hastane masrafları yok. Bolca yardım var. Maliyetleri Türk milletine nazaran çok daha az... Bu sebeple çok daha az maaşlı işi, ona aş getirebiliyor.

Maalesef iş adamlarımızda daha kârlı olduğundan buna yöneliyor.

Siyaseten de; Para politikaları ile yönetmenin yol açtığı enflasyon vergisini kısmen azaltması sebebiyle göz yumuluyor.

Ve sonra da Türk oluyor tembel...

Hadi oradan güzel kardeşim...

Türkler çalışkandır. Yabancıya avuç açmaz.

Türkler doğrudur. Ar bilir, hır bilmez.

Türkler küçüklerini korur. Onlara taciz, onlarla evlilik bilmez.

Türkler büyüklerini sayar. Onlara hakaret etmez.

Türkler vatanını sever. Toprağını, ona gelecek nesiller için, soyu için emanet bırakılmış toprağını yabancıya satmaz.

Türk ülküsü ileri gitmektir. Gericilik bilmez.

Varlığı Türk varlığına armağandır. Ölür ama cettinin de geleceğinin de hakkını yedirmez. Ve tarihten, ceddinden her daim güç alır.

Bazen unutanlar olabilir. Onlar içinde; Nasıl ki bugün Zafer Partisi Çanakkale’de “Zafer Yürüyüşü” yapıp, toprağımızı, fabrikalarımızı yabancıya para karşılığı verilmesini işaret ederek, topraklarımızı nasıl canımız pahasına kazandığımızı anlatanlar, tarihsel yol gösterenler elbet çıkacaktır...

Varlık, toprak, kimlik satılamaz... Emanete hıyanet bizde bulunmaz...