Yarım saat sonra Kıbrıs gözüktü!

İnme bölgesi yoğun bir ateş altındaydı. Her yönden ama özellikle Beşparmak Dağları istikametinden gelen havan ve dağ topçusu atışları, iniş yaptığımız bölgeyi hallaç pamuğu gibi atıyordu.

Rumların hâkim arazide olmaları, onlara her yönden atış üstünlüğü sağlamıştı. Bir de, araziden toplanan ekinlerin ardından yapılan saman balyaları bu atışlardan etkilenerek tutuşmuş, bölgenin rüzgârlı havasının da etkisiyle sanki bir alev topu gibi sağdan, sola savruluyorlardı.

Gerçekten de cehennemin tam ortasındaydık!

Ben ve arkadaşlarımı taşıyan helikopter, yere 1,5 – 2 metre kalıncaya kadar alçaldı, kapılarını açtık ve fırlattık kendimizi toprak ananın koynuna; işte inmiştik ata yadigârı Kıbrıs topraklarına…

Bundan sonrası yalnızca kadere bağlıydı; ölüm ne kadar yakınsa, yaşamakta o kadar uzaktı…

Isı, güneşte 50 derecenin üzerindeydi. Bir taraftan da yanan tarlaların sıcaklığı… Eğer bir gün cehennem nasıl diye soracak olurlarsa bana, işte yaşadığımız bu saatler, cehennemin ta kendisiydi, diye yanıtlardım…

Taburumuzu Kıbrıs'a getiren helikopterlerin her biri askerlerimizin her grubunu ayrı bir yere indirmiş, emir komuta beraberliğinin sağlanması bir hayli güçleşmişti!

Saat tam 10.00'du. Bizi indiren helikopterdeki erbaş ve erlerim ve Üsteğmen Kamil'le birlikte kuzeye doğru ilerlemeye başladık. Bir an önce Tabur Komutanımızı bulmalı ve taburu oluşturan bölük komutanlarıyla bir araya gelerek, bizden bir gün önce adaya inen Bolu Komando Tugay Komutanı General Sabri Demirbağ'a (rahmet ve minnet duygularıyla anıyorum. O ve onun gibi askerinin gönlünde taht kuran komutanlar, asla unutulmayacaktır.) adaya intikal ettiğimiz haberini vermeliydik…

Artık sağımıza solumuza düşen mermilere alışmış; inme bölgesinde alev, alev yanan saman balyalarının sıcaklığını dahi hissetmez olmuştuk. Ne garip! İnsan, ölüme en yakın olduğu bu yaşam kesitinde, bazen cehennemin dahi farkında olamıyordu meğerse! Aslında biz cehennemin tam ortasındaydık. İşte tam bu esnada, bulunduğumuz tarladaki saman balyaları üzerine düşen bir grup havan mermisi sonucunda, tarlanın kuru otları ve saman balyaları cayır, cayır yanmaya başladı. Aksilik bu ya, rüzgâr da bizim bulunduğumuz yöne doğru esiyor; Kırnı ovasının kuru otlarını ve saman balyalarını bir alev topuna çeviren yangın, süratle bulunduğumuz yere doğru ilerliyordu…

Az önce yanımıza gelen Teğmen Erkan Sucu bağırarak: "İlerideki çukurun içinde helikopterden indirdiğimiz 57 mm'lik geri tepmesiz top mermisi sandıkları var!"

Hepimiz donup kalmıştık!

Bulunduğumuz yere süratle yaklaşan alevler, bu çukura ulaşırsa; sandıklardaki top mermileri infilak ettiğinde, olacakları düşünmek dahi istemedim! Bir şeyler yapmalıydık! Ama ne?

İşte tam o anda, nereden geldiğini dahi anlayamadığımız arkasında hendek açma bıçağı olan bir traktör, yanan tarlanın etrafında dönmeye ve yangının bize ulaşmasını engellemek amacıyla hendek açmaya başladı.

Şaşırmış ama bir o kadar da sevinmiştik.

Traktörü kullanan, Kıbrıs Türk Mücahidi kıyafeti giymiş küçücük bir çocuktu. Etrafı alev topu ile çevrili, Rum havanlarının üzerimize devamlı mermi yağdırdığı o bölgeye nasıl gelmiş, bizi bekleyen tehlikeyi nasıl sezmişti?

O birkaç dakikalık kritik zamana, yüzlerce soru sığmıştı ama bir o kadar da rahatlamıştık. Çünkü o küçücük ama yüreği koskocaman mücahit çocuk; yangının önünü keserek geri tepmesiz top mermilerimizin infilak etmesini engellediği gibi, bu patlamada bizim de verebileceğimiz ağır bir zayiatı da önlemişti…

Böylece Kıbrıs'ta yalnız olmadığımızı anlamıştık. Kıbrıs Türk Halkı yıllardan beri bu anı beklemişti. Şimdi ise çoluk, çocuk; kadın, yaşlı demeden Mehmetçiğin yardımına koşuyor; canıyla, malıyla ama bir tas ayran, bir yudum su, tadını ilk kez tattığımız hellim peyniri, yani elinde ne varsa onunla; askerlerimizin yanında olmak için canları pahasına çaba gösteriyorlardı…

Tıpkı bu küçük mücahit gibi…

Traktörü kullanan bu yiğit çocuk, yangının önünü kesmişti ama tam o esnada bulunduğu yere Rum mevzilerinden atılan bir grup havan mermisinin traktöre isabet etmesi sonucunda oracıkta şehit olmuştu. Hepimiz üzüntüden sanki şok geçirmiştik. Savaş meydanında ilk kez böylesi acı bir durumla karşılaşıyor; bu cehennemi ortamda ülkemize, sevdiklerimize sağ salim dönebilmemiz için dualar mırıldanıyordum.

Devam edecek...