Ömrümden geçen bunca zamanın ardında kalan en güzel anılarımı; 60'lı yılların içerisinde ve İstanbul'un o eşsiz güzellikleri içerisinde ayrı bir güzelliğe sahip olan "Heybeli adada" yaşadım…

Rahmetli babacığımın 1960 -1963 yılları arasında yaz aylarını Heybeli Ada'da geçirmemiz yönünde almış olduğu bu karar; gençliğe atacağım ilk adımlarda, hayatıma inanılmaz güzellikler ve hatıralar katacaktı…

(Kaderin tecellisine bakın ki! İçinde adalı Rum arkadaşlarımın da olduğu o güzel yılların ardından, bu defa bir başka ada da; 1974 yılında Kıbrıs'ta, onlara karşı savaşacaktım…)

Aslında onlar bizden bir parça, kültür zenginliğimize renk katan ve hayatımızın her karesinde yer alan dostlarımızdı…

Çocukluğumun, gençliğimin ve İstanbul'un o doyum olmaz güzellikleri ile bezeli anılarımdan fışkıran o renkler yumağı; özellikle 6-7 Eylül hadiselerinden sonra solup, sarardığında ve sonrası yıllarda da kaybolup gittiğinde, Türk vatandaşı azınlıklar, ülkemizi terk edip anavatanlarına döndüklerinde; arkalarında onları hatırlatacak o kadar çok güzel şey bırakacaklardı ki!

İstanbul Kumkapı'da, Heybeli Ada'da geçen çocukluğumda, gençliğimde benimde içinde yaşadığım, gördüğüm;

İşte o güzel renkler, tattığım lezzetler ve yitirdiğimiz o dostluklardan bazıları:

(Kaynakça 3)

"Eskiden buralarda herkes hem Rumca, hem Türkçe konuşurdu. Sonra ayrı iki ülke olduğumuza karar verdiler. "(Midilli adasında yaşayan ve Türkçe konuşan bir dede'den…)

-        50'li-60'lı yıllarda Çiçek Pasajı'na girdiğinizde sağlı, sollu çöp şişlerine takılmış midye ızgaralarını görürdünüz. Bunlar tamamen Rumlar tarafından yapılırdı.

-        Akşam saat 5'te radyoda alaturka müzik başlardı. "Udi Hrant"anonsu duyulurdu mesela. Şimdilerde bir tane Rum sanatçı var mı TRT bünyesinde? Ya da bir Ermeni sanatçı?

-        Eskiden hiçbir Türk müziğinde buzuki çalınmazdı. Ama Türk enstrümanlarıyla, kanunla, udla, tanburla o kadar güzel Rum müziği çalınırdı ki..!

-        50'li yıllarda İstanbul'da bir yerde oturup, demlenmek (içki içmek) istediğiniz bir sofrada oturduğunuzda, iri dermason fasulyesinden yapılmış Rum pilakisinin tadına doyulmazdı…

-        Kurtuluş'ta bir sürü Rum meyhanesi vardı. Bir tane kaldı. O da, Doğu Anadolulu bir ailenin elinde. Tarlabaşı'nda küçük Rum meyhaneleri, dans edilen küçük, küçük lokaller vardı. Yalnız Rumların değil, Ermenilerin de bir sürü kültür kulübü vardı…

-        Yahudilerin ve Rumların 'İstanbul müziği'vardı. Bunlar Yunanistan'da bilinmezdi, buraya özgüydü. Türk tiyatrosunda ilk kez sahneye çıkan bayan olan Afife Jale, 1900'lerde sahneye çıkmak için hayatını mahvetmeyi göze almıştı. Ermeniler ondan 40 yıl önce çıkmıştı.

-        Sanayi anlamında yaratıcı ve üretici kitle göç etti. Meydanı tarımdan gelen insanlar doldurdu. 1950'de Almanya savaştan yeni çıkmıştı. Fert başına gelir 50 dolardı. Türk toplumununki 200 dolar. Bir Türk 4 Alman'a bedeldi. 2000 yılında Almanya 36.000 dolara çıktı, Türkiye 3000 dolara düştü. Türkiye güdük kaldı. En üretken adamlarını kovdu. Onlar da Kanada'ya, ABD'ye gitti. Eğer kovmasaydı kendi uçağını, otomobilini yapardı.

-        Kılıç ve kalkandan başka tüm balık çeşitleri Yunancadır. Örneğin: Barbunya, Yunan'ca da 'barbuni'dir'. Kefal, Yunanca 'kefali'den' gelir, yani baştan.

-        Türkiye en iyi terzilerini kaybetti. Bugün dünya modasında söz sahibi olabilecek kişileri kaybettik diyebiliriz. Balkan bölgesinin meşhur şapkacıları, ayakkabıcıları Karaköy, Kapalıçarşı, Mahmutpaşa'daydı. Bunların yanında çalışan çırakları vardı.

-        Ahşap mobilyadan taş yapılara, müzik aleti yapımından mücevherata kadar zanaatkârlıkta nice ustayı ve onların yetiştireceği ustaları kaybettik.

-        60'lı yılların ortalarından itibaren yetişmiş insan gücümüzün sayısal olarak çok olmasa da, nitelik olarak iyi eğitimli bir bölümünü kaybettik.

-        Kuşaktan kuşağa aktarılmış, köklü yerel markaları kaybettik.

-        Başka dünyaların kültürlerini de bilerek büyüyen çocuklarımız olacaktı. Çocuk Eleni teyzesinin elini öpüp bir şeyler öğrenecekti. Ya da minik Mehmet, Hristo amcasından bir şeyler öğrenecekti.

-        Geçmişin içinde binlerce tınısı olan müziklerimiz vardı. Bu tınılarla Yorgo ve Mehmet birlikte keman çalardı, onu da kaybettik.