Ne zaman spordan söz edilse çoğumuzun aklına hep futbol gelir.

Yalnız bizler mi?

Dünyanın çoğu ülkelerinde spora meraklı olanların da bizlerden farklı olduğunu sanmıyorum. Bizim medyanın sayfaları dört beş kulübün futbol haberleriyle dolu; kongrelerden,  başkan adaylarının demeçlerinden, teknik direktörlerin görüşlerinden, alınması düşünülen futbolculardan geçilmiyor. Bunun gibi bir yığın futbol haberi sayfaları dolduruyor; sporun diğer dallarından tek satır yok. Filenin sultanları yıllardır başarıdan başarıya koşmalarına rağmen medyada çok az yer bulabiliyorlar. Spordaki bazı bireysel başarıları ancak sosyal medyada görüyoruz.  

 Bu arada AURO 2024 Şampiyonası nedeniyle  sporun ağırlığı futbola yöneldi. Turnuvaya katılan Türk Milli Takımı hazırlık maçlarında bir beraberlik üç yenilgi almıştı. Gürcistan, Çekya ve Portekiz’in bulunduğu guruptan çıkabilir mi?

Umut etmek güzelse de bence çok zor, zordan da öte…

Futbol her zaman öne çıktığına göre; spor kanallarını karıştırırken rastlantı sonucu TRT ‘nin yan kanallarından birinde bir spor şölenine rastladım. Meğer Avrupa atletizm şampiyonası Roma’da yapılıyormuş, medya bu konuda lütfedip iki satır yazmadığından çoğumuz gibi benim de haberim yoktu.

 Avrupa atletizm şampiyonasını önemsemeyip haber yapılmazsa nereden haberimiz olacaktı…

.Roma Olimpiyat stadyumunda yapılan atletizm müsabakalarını büyük bir seyirci kalabalığı izliyordu. Çeşitli ülkelerin kadın ve erkek sporcuları atletizm yönündün insanı doyuran yarışları ortaya koyuyorlardı. Futbolu bir kenara bırakıp sporun ana kaynağı olan atletizm müsabakalarını seyretmeye koyuldum ve bundan çokta zevk aldım. Aralarında bizimde birkaç atletimiz vardı ama üç adım atlamada bir kadın atletimiz dışında başarılı olamadılar. Bu arada yarışlara uygun giysiler içerisindeki atletler arasında  bizim eşofman altı ile atlama dalında yarışan bir atletimiz  dikkatimi  çekti. Kendi kendime düşündüm;   acaba bu saçlı saksallı erkek atletimiz bacaklarını mı göstermek istemediğimden mi diğerlerinden farklı kılıkta diye…

Geçmiş yüzyıllara geçmişe baktığımızda tarihi çağlarda atletizme büyük önem verildiğini kaynaklardan biliyoruz. Antik çağlarda Yunan ve Roma’da stadyumlar,  spor çalışmaları yaptıkları gimnasyumlar, müsabakalara hazırlandıkları palastralar yaptıklarını günümüzü gelen kalıntılarından öğreniyoruz.

Atletizme o çağlarda ne kadar önem verildiği müzelerdeki disk, cirit ve gülle atan,  koşan, müsabakalara hazırlanan atlet heykelleriyle r vazolar üzerindeki esimle açıkça ortaya koymaktadır.

Olimpiyatların temelinin de atletizmden kaynaklanış olduğu  da  bilinen gerçeklerdendir.

İlkokulu bitirdiğim yıllarda 1948 Londra Olimpiyatları yapılıyordu ve bizde o nedenle atletizme ilgi duymuştuk. Güreşçilerimizin büyük başarılarının yanı sıra atletizmde üç adım atlamada Ruhi Sarıalp’un gümüş madalya kazanması bizleri heyecanlandırmıştı. Bizler de mahallemizde kendi aramızda koşu, uzun atlama gibi atletizm müsabakaları yapmaya başlamıştık.

O günlerin bir spor dergisi vardı ve çoğumuz onu alıyorduk. Sulhi Garan’ın yayınladığı Türk Spor…

Mahalli ligler bittiğinde futbolcular yaz aylarında tatile girerlerdi. O yıllarda bugünkü gibi yaz aylarında maçlar oynanmazdı. Sporda ağırlık atletizm ve yelken, kürek gibi deniz sporlarına veriliyordu.  İnönü stadyumundaki futbol maçlarının devre arasında atletizm müsabakaları yapılıyor ve toplumun bu yöne ilgisinin çekmesine çalışılıyordu. Yakın tarihlerde atletizmi canlandırıp ilgisini çekmek üzere bazı yayınlar yapılmıştır.  Neriman Tekil’in dört ciltlik atletizm kitabı bunların başında gelmiştir. Atletizmi sevdirmek istiyorsak öncelikle buna okullardan başlamalı ve futbol kulüpleri de bunun üzerine eğilmelidir. Öncelikle atletizm müsabakalarının yapılacağı stadyumlar, kapalı ve açık salonlar yapılmalıdır.

Uluslararası müsabakalara devşirme atletlerle katılmak, göstermelik birkaç madalya alınması çözüm değildir. Onlar saman alevi gibi sönüp gider…