Demorasinin olduğu ülkelerde siyasetin dili ve üslubu çok önemlidir. Bir bakıma ülkedeki demokrasi olgunluğunun ve kültürünün göstergesidir. Siyasilerin sert bir  dille  verdiği demeçler, yaptığı konuşmalar toplumda gerginliliklere, ayrışmalara, ötekileştirmelere sebep olacağı gibi;  yapıcı bir dille ve üslupla yapılan konuşmalar toplumda  kimin kim olduğuna bakmadan, kaynaşmayı sağlar, hoşgörülü bir ortam meydana getirir. Bunlarla da huzurlu bir toplum oluşur.

“Rüzgar eken,fırtına biçer “ sözünün en çok geçerli olduğu alan siyasettir. Çok iyi tartılıp düşünülmeden  söylenen sözlerin mutlaka toplumda  alıcıları olur. Durumdan kendine  vazife çıkaranlar, cesaretlenenler olur. Yaşlı dedesinin ölümünden  sağlık görevlilerini sorumlu tutup doktora, hemşireye  saldıranlar, öfkesini alamayıp yoğun bakım servislerinde birçok tıbbi cihaza zarar verenler, yapılan tedaviyi beğenmeyip hastane acil servislerinin  altını üstüne getiren şehir magandalarının, siyasetçilerin dillerinin ve üsluplarının eseri olduğu konusunda çok şeyler yazıldı, söylendi.

Doktorlara karşı hasta ve hasta sahipleri tarafından uygulanan şiddet, mal praktis davaları ile beraber, doktorları hastadan kaçar hale getirmiş, bazı önemli branşlarda  tercihler azalmış, yeterli asistan bulamayan bölüm sayısı artmıştır.  Sağlıkta şiddet sebebiyle başarılı öğrencilerin Tıb tercihleri azalmıştır.  Bütün bunlar yükselişte olan Türk Tıbbının hızını kesmiştir. Türkiye çok da gecikmeden bu meseleleri çözüme kavuşturmalıdır.  Bu konuda doktorların sesine kulak verilmeli, dertleri dinlenmelidir.

Sağlık çalışanlarına  yapılan saldırılar/şiddet sebebiyle yasa çıkarılmışsa da, tam önlenebildiği söylenemez.

Ülkemizin, siyasetin dili ve üslubunun ortaya çıkardığı yaşanmış  üzücü tecrübeleri vardır. 1950’li yıllarda seçim gezilerine çıkan Ana Muhalefet Partisi  Lideri  (CHP) İsmet İnönü Uşak’ta taş yağmuruna tutulmuş, Balıkesir’de  şehre sokulmak istenmemişti. Halbuki bu iki şehir de Yunan işgali görmüştü. Anlaşılan, İsmet Paşa’nın  sadece o şehirlerin değil, ülkenin kurtarılmasında ve yeni bir devlettin kurulmasında oynağı rolü, siyaset/çiler o şehirlerin insanlarına  unutturmuştu.

1954 Seçimlerinde Kırşehir, muhalefet partilerden  birinin lideri olan Osman Bölükbaşı’yı  milletvekili seçmişti. Buna öfkelenen Demokrat Parti, il olan Kırşehir’i ilçe yapmış, buna daha çok öfkelenen Kırşehir’liler Menderes’e yazdıkları metupta “ Kırşehir’i değil ilçe, köy de yapsan Osman Bölükbaşı’yı muhtar seçeriz “ demişlerdi. Nitekim 1957 seçimlerinde siyasi tutuklu olan Bölükbaşı’yı hapiste iken tekrar milletvekili seçmişlerdi ( Deniz Bölükbaşı: Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası, Osman Bölükbaşı).

Türk Siyasetinde İktidar- Muhalefet ilişkilerinde olumlu örnekler de vardır. Süleyman Demirel  ilk Başbakan olduğu dönemde (1965) CHP’nin başında olan tecrübeli  siyasetçi İsmet İnönü  Demirel hükümetine her türlü ağır eleştirileri  yaparken, Anıt Kabir’deki devlet töreni programında Başbakan Demirel’in koluna girip öyle görüntü vermekten çekinmemişti.

Anıt Kabir’de Devlet  Protokolünün yürüyüşü esnasında önde yürüyen Demirel İnönü’ye saygısından geri kalmak istemişse de, İnönü buna izin vermemiş, Demirel’e yerini işaret etmişti.

Kıbrıs’ta Rumların yaptığı azgınlıklıklara karşı 1967 yılında Demirel Hükümeti konuyu Meclise getirmiş ve Kıbrıs’a çıkarma kararı alınmıştı. Başbakan Demirel Ana Muhalefet Partisi liderinin fikrini özel olarak almış, İnönü de “ bizim ordumuzun denizi geçip harp etme tecrübesi yoktur, dikkatli olun “ şeklinde önemli bir uyarıda bulunmuştu.

1977’de  37 defa oylama yapılmasına rağmen  seçilemeyen Meclis Başkanı,  Alparslan Türkeş’in girişimleri ile MHP’nin desteği ile, mecliste çoğunlukta olan CHP’den Cahit Karakaş Meclis Başkanı seçilmişti.

İyi bildiğimiz siyasetçilerimizden Demirel, Ecevit, Erbakan, Özal, Türkeş vb., birbirlerini siyaseten eleştiririken, hepsi eleştirilerini SAYIN... üslubu ile yapmışlar, birbirine karşı hakaret cümleleri kurmamışlardır. Beraber tv larda açık oturum toplantılarına katılmışlar, birbirlerine saygılı bir üslup ile, halka projelerini anlatmışlardır. O günlerin siyasi liderlerinin çoğunun konuşmalarında espiri ve nükte önemli ölçüde yer almış, onları dinleyen kalabalıklar gerilme yerine, adeta rahatlayarak dağılmışlardır.

Siyasi Partilerin yarışı bir paylaşım yarışı olmadığına göre, meseleleri demokrasinin tartışma kültürü içinde, halka, özellikle gençlere ümit verecek programlarları ile anlatmaları gerekir. Bağırıp çağırmadan, kimseye hakaret etmeden , hiçbir kesimi ötekileştirmeden demokrasimizi geliştirerek ve olgunlaştırarak yolumuza devam etmeliyiz. Bunlara ülkemizin huzuru, birliği için ihtiyaç vardır. Burda en büyük görev şüphesiz iktidara düşmektedir.

31 Mart Mahalli seçimlerinde halk, iktidar başta olmak üzere, muhalefet partilerine,  birçok devlet kuruluşuna, bürokrasiye ve devlete iş yapan büyük müteahhitlere  önemli mesajlar vermiştir. Seçim geride kalmıştır. Şimdi verilen  mesajlar doğrultusunda çalışma zamanıdır. Halkın da beklentisi budur.