Tiyatronun, hikâyelerin içine doğan bir yaşam... Almula ‘kızıl, sert elma’ anlamına geliyor, kendisi de öyle. Tam bir demir leydi. Düşerken, kalktığından üç dört hamle sonrasını hesaplıyor. Her zaman B planı var. Bu gücünü bütün kadınlarla paylaşmayı hedeflemiş. Gerek tiyatro oyunlarında, gerek kitapları ve konferanslarında kadınlara kendilerini anlatıyor. Kadınlar olduklarından daha iyi olabileceklerine inansınlar, bununla ayağa kalksınlar, iyi olsunlar. İşte gelişimin, hayallerin peşinden gitmeye adanmış bir yaşam…

Almula Merter Churm kimdir? Siz onu nasıl anlatırsınız?

Ben, sanatla yoğrulmuş bir ailenin ferdi olarak Türkiye’de dünyaya geldim ve hayatımı sanat, gazetecilik, yazarlık ve kişisel gelişim alanlarında üretmeye adadım. Babam Ferdi Merter Fosforoğlu gibi, tiyatro ve performans sanatları benim yaşamımın en temel yapı taşlarından biri oldu. Oyunculuk kariyerime sahnede başladım, ardından kamera önü ve sahne arkasında edindiğim tecrübelerle yoluma devam ettim. Zamanla, kişisel gelişim, yoga ve Grotowski tekniği gibi disiplinlerle harmanladığım yeni yöntemler geliştirdim. Yaratıcı işler üretirken insanlara ilham olmayı, onların hayatlarına dokunmayı ve sanatın gücüyle dönüştürmeyi kendime misyon edindim. Ayrıca gazetecilik kariyerimde farklı bakış açıları sunmaya ve toplumsal meselelere duyarlılık getirmeye önem verdim. İngiltere’de de NUJ üyesi olarak gazetecilik yapıyorum ve farklı dillerde üreterek uluslararası projelerde yer alıyorum. Aynı zamanda yazarlık yolculuğuma devam ediyorum. Kitaplarımın İngilizceye çevrilerek yurt dışında da yayınlanıyor. Özetle, ben kim miyim? Hayatı yaratıcı bir şekilde yaşayan, çevreme ilham olmaya çalışan bir sanatçı, yazar ve yaşam tutkunuyum.

Sizi hep farklı ve cesur işlerde görüyoruz, hep güçlü bir kadın. Zaafları, korkuları var mı? Bunları nasıl yönetiyorsunuz?

Elbette zaaflarım var, ama en önemlisi onları tanıyıp hayatımda kontrol altında tutmayı öğrenmiş olmam. Örneğin, kaybetmeye hiç tahammül edemem. Çocukken tavla oynarken yenildiğimde hemen sinirlenir, ortalığı karıştırırdım. Bu yüzden rekabet gerektiren oyunlardan genelde uzak dururum. Çikolata da benim zayıf noktalarımdan biri. Aklımı başımdan alır, bu yüzden evde bulundurmamaya özen gösteriyorum. Ayrıca kalbim ve dilim arasında hiçbir filtre yoktur. Ne düşünüyorsam, onu hemen söylerim. Bazen en son söylemem gereken şeyi en baştan söyleyip işin içinden çıkıveririm. Bu yüzden dokuz köyden kovulmuşluğum da vardır. Kendi zaaflarımı bilmek ve yönetmek, benim için hem bir farkındalık hem de bir güç kaynağı oldu diyebilirim.

Çok yönlü bir insansınız bu kadar güzel şeyin arasına dünyanın en güzel şeyi olan annelikte zorlandınız mı?

Anneliği hayatıma alırken zorlanmadım desem yalan olur; ama dünyanın en güzel duygusu olduğu için her zorluğa değdi. Hayatım boyunca çok yönlü bir insan oldum; sanat, gazetecilik, yazarlık, eğitimler derken birçok farklı alanda koşturuyordum. Anneliği de bu renkli hayatın bir parçası haline getirmek elbette zaman, emek ve ciddi bir denge kurmayı gerektirdi. Bazen uykusuz kalıp sahneye çıkmam gerekti, bazen bir yazı teslim tarihine yetişirken anne olmanın getirdiği sorumluluklar önceliğim oldu. Ama işte tam da bu zorluklar beni daha güçlü, daha organize ve hayata daha minnettar bir insan yaptı. Anneliği, hayatımdaki tüm diğer rollerle harmanlayarak kendimi daha bütün hissettim. Anneliğin en güzel yanı, bir yandan kendi hayallerini gerçekleştirirken bir yandan başka bir hayatın yeşermesine tanık olmak. Bu, anlatılamayacak kadar özel bir duygu ve tüm zorlukların üstesinden gelmemi sağlayan en büyük motivasyon kaynağı oldu. İşlerimi de seçici bir şekilde yönetiyorum. Gerçekten inandığım ve beni heyecanlandıran projelere öncelik veriyorum. Böylece hem verimli oluyor hem de üzerimdeki yükü azaltıyorum. En önemlisi, bu yoğunluk içinde hayatı sevmeyi ve keyif almayı unutmuyorum. Çünkü mutluluk, dengeyi bulduğunuz anlarda gizli. Her şeyin bir zamanı var; önemli olan o zamanı iyi değerlendirmek ve kendinizi yıpratmadan ilerlemek.

Her şeyden bıkıp artık yeter dediğiniz oluyor mu? Kendinizi nasıl motive ediyorsunuz?

Her şeyden bıkıp “artık yeter” dediğim anlar elbette oluyor. Hayat her zaman kolay değil; ama böyle anlarda kendimi motive etmek için geliştirdiğim yöntemlerim var. Öncelikle, bu duygunun geçici olduğunu kendime hatırlatıyorum. Her fırtınanın ardından güneş doğar, bunu hep biliyorum. Beni en çok motive eden şeylerden biri, neden başladığımı ve bu yolda neler başardığımı hatırlamak. Kendime “Buraya kadar geldin, daha fazlasını da yapabilirsin,” diyorum. Küçük bir ara vermek, sevdiğim bir müzik dinlemek, yoga yapmak ya da sadece doğada kısa bir yürüyüşe çıkmak bile bana yeniden güç veriyor. Ayrıca, şükretmek benim için çok önemli. Zorlandığım anlarda bile sahip olduğum şeylerin kıymetini bilmek, enerjimi yeniliyor. Bir de hayatta sevdiğim insanlarla konuşmak, onların desteğini hissetmek bana çok iyi geliyor. En önemlisi ise, kendime karşı nazik olmayı ve bu hislerin insan olmanın bir parçası olduğunu kabul etmeyi öğrendim. Yani “yeter” dediğimde, aslında bir durup nefes almanın, yeniden başlamanın ve daha güçlü dönmenin zamanı geldiğini anlıyorum.

Ekoturk`te yayınlanan İyi ki Varsın” televizyon programınız ve YouTube’daki “Yok Artık” programınız kısa sürede sevildi. Bunun sırrı nedir?

“İyi ki Varsın,” insanların kalplerine dokunan, ilham veren ve farkındalık yaratan bir program. Her bölümde, izleyicilere umut, sevgi ve pozitif bir bakış açısı sunuyoruz. Topluma değer katan insanların hikâyelerini, hayatı değiştiren projeleri ve unutulmaz başarı öykülerini paylaşıyoruz. “Yok Artık” tam anlamıyla spontane ve eğlenceli bir format. Ünlü konuklar ağırlıyoruz ve onların daha önce hiç bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarıyoruz. Beklenmedik, esprili ve cesur sorular sorarak izleyicileri hem şaşırtıyor hem de güldürüyoruz. Ayrıca konukların doğal ve samimi halleri, programın enerjisini yükseltiyor. Bence sevilmemizin sırrı samimiyet, özgünlük ve duygusal bağ kurabilmek. İnsanlar, programlarımızda hayatın içinden hikâyeler, kahkaha ve gerçek duygular buluyor. “İyi ki Varsın,” pozitif enerjisi ve ilham dolu içeriğiyle izleyicilere umut aşılıyor. “Yok Artık” ise doğal ve komik anlarıyla izleyicilere günlük hayatın stresinden uzaklaşma fırsatı sunuyor. Her iki proje de izleyicinin günlük hayatında bir mola, bir nefes alma alanı yaratıyor. Bu yüzden kısa sürede sevilmeleri beni çok mutlu ediyor ve daha fazlasını yapma konusunda motive ediyor!

Kadın Hikâyeleri projeniz nasıl gidiyor? Neler anlatıyorsunuz? Ulaşmak istediğiniz yere ulaştınız mı?

Kadın Hikâyeleri projesi, benim için çok özel bir yerde duruyor çünkü kadınların gerçek hikâyelerini, mücadelelerini, başarılarını ve hayallerini paylaşmak üzerine kurulu. Her hikâye, toplumun farklı kesimlerinden gelen kadınların sesi oluyor ve bu hikâyelerin hepsi kendi içinde ayrı bir güç ve ilham barındırıyor. Bu projede, kadınların yaşadığı zorlukları, cesaretlerini ve hayata nasıl tutunduklarını anlatıyoruz. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının iş hayatındaki yeri, aile içindeki rolleri ve bireysel başarı hikâyeleri gibi konuları ele alıyoruz. Amacım, kadınların birbirlerinden güç almasını sağlamak ve onların hikâyelerini daha geniş kitlelere ulaştırmak. Proje şu ana kadar oldukça güzel bir ilgiyle karşılandı. Ancak, tamamen ulaşmak istediğim noktaya geldiğimizi söyleyemem. Daha fazla kadının hikâyesini duyurmak ve daha geniş bir platform yaratmak istiyorum. Çünkü her hikâye, başka bir kadının hayatında bir dönüm noktası olabilir. İnsanlara şu mesajı vermek istiyorum: “Senin hikâyen önemlidir ve paylaşılmaya değerdir.”

İyi bir magazin yorumcusunuz ama sanatçı olmanıza rağmen hiç bir zaman magazinin içinde olmadınız. Bunu nasıl başardınız?

Teşekkür ederim, bunu duyduğuma sevindim. Aslında bu dengeyi kurmamın temel nedeni, kendime ve yaptığım işe olan saygım. Sanatçılık benim için bir yaşam biçimi. Hayatımı şekillendiren, ruhumu besleyen bir alan. Magazin ise genellikle işin görünür yüzüne, skandallara veya sansasyona odaklanır. Bu alanlara girmek yerine, sanatım ve projelerimle gündemde kalmayı tercih ettim. İnsanların beni tartışmalı bir figür olarak değil, ürettiklerim ve ortaya koyduklarımla tanımasını istedim. Belki yeni nesil sanatçılar gibi popüler değilim ya da çok büyük paralar kazanmıyorum, ama yaptığım işler kalıcı işler. Benim için önemli olan bu. Bugün beni herkes tanımayabilir, işlerimi herkes izlememiş ya da okumamış olabilir. Ama ben biliyorum ki, ürettiklerim zamana meydan okuyacak.

Yeni projenizin adı çok dikkat çekici: “Üçlü Priz.” Bu ismi nasıl seçtiniz ve içerikte neler olacak?

“Üçlü Priz” adı, hem enerjik hem de bağlantı kurma fikrini çağrıştırıyor. Ben ve çocuklarım, bu projede bir araya gelerek hayatın farklı konularını ele alacağız. Farklı nesillerden üç kişinin bir priz gibi bir araya gelip enerji, fikir ve esin kaynağı yaratması fikriyle yola çıktık. Ayrıca ismimiz, esprili bir şekilde bizim aile içindeki dinamiklerimizi ve uyumumuzu da yansıtıyor. Projenin içeriği oldukça renkli ve çok yönlü olacak. Hayat, sanat, mizah, güncel olaylar, teknoloji ve aile ilişkileri gibi pek çok konuyu ele alacağız. Farklı bakış açılarıyla, üç neslin gündeme nasıl yaklaştığını göstereceğiz. Bazen çocuklarımızın gözünden hayatı keşfedecek, bazen de bizim deneyimlerimizle derinlemesine sohbetler edeceğiz. Çocuklarımla birlikte çalışmak, onların fikirlerini ve enerjilerini projeye dahil etmek inanılmaz keyifli. Onların yaratıcı ve çağdaş bakış açısı, benim tecrübelerimle birleştiğinde çok özel bir sinerji ortaya çıkıyor. Ayrıca, bu proje sayesinde hem daha fazla vakit geçiriyoruz hem de birlikte öğrenip üretiyoruz. Proje, yakın zamanda izleyicilerle buluşacak. YouTube ve sosyal medya üzerinden yayınlanacak bölümler, dinamik ve interaktif bir formatta olacak. İzleyicilerden gelen sorulara ve önerilere de yer vererek onları da bu yolculuğa dahil etmek istiyoruz. Eğlenceli, düşündürücü ve zaman zaman şaşırtıcı içeriklerimizle ekranlara enerji katmayı hedefliyoruz. Projeyi zamanla bir podcast ve hatta bir sahne şovuna dönüştürmeyi düşünüyoruz. “Üçlü Priz” sadece bir dijital içerik değil, ailelerin birlikte keyifle izleyebileceği ve bağ kurabileceği bir platform haline gelecek. Enerjimizi ve hikâyelerimizi paylaşarak daha fazla insana ulaşmayı hedefliyoruz.

Hayatınızın bu döneminde kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Şu anda kendimi güçlü, tutkulu ve daha özgür bir kadın olarak tanımlıyorum. Artık ne istediğimi biliyor, sınırlarımı çizebiliyor ve önceliklerimi belirleyebiliyorum. Hatalarıma ve zaaflarıma sahip çıkıyor, hayatı bir armağan gibi yaşamaya çalışıyorum. Öğrenmeye ve üretmeye duyduğum heyecan hâlâ ilk günkü gibi. Benim hiç vazgeçmediğim hayat mottom olan bir sözüm var: “Hayallerinin peşinden gidecek  cesaretin varsa her şey gerçek olur.” Ve “Sen Yaradan’ın en birinci kanıtısın, onun için başka kanıt arama. Yaradan senin içindedir, senin vicdanındır. Sen sözde değil, özde kendin olursan işte o zaman yaradan senin dünyadaki ayak seslerini güçlü kılar.

Sohbetiniz için çok teşekkür ederim sizi çok seviyorum iyi ki varsınız. Son olarak Önce Vatan okurlarına neler söylemek istersiniz?

İnandıkları hayallerin peşinden mutlaka gitsinler. Eğer hayallerinin peşinden gidecek cesaretleri varsa o hayaller mutlaka gerçek oluyor. Çok sevdiğim bir söz vardır; hayatımdaki herkesi teflon tavaya benzetiyorum, üzerime yapışmadan temizliyorum kirlendiklerinde diye. Cesaretlerine ve kendilerine inansınlar, güvensinler. Hayat her zaman mucizelere açık… Sen de iyi ki varsın Yağmurcuğum…

“Aşkın Tezahürü” adlı kitabınızdan da bahsedelim isterim biraz. “Gerçek aşk, zamanın ve mekânın ötesindedir” diyorsunuz. Bu kitap nasıl çıktı ortaya? Ve sizce aşk nedir?

Aşk tezahür eder, eğer kalbiniz aşka açıksa. Aşkın tezahürü romanı, beklenmedik bir anda saçınıza konan bir kelebek gibi aşk beklemediğiniz, hatta hiç ummadığınız bir anda kalbinize konabilir, tezahür edebilir diyor. Ölen bir eş, platonik bir aşk, aldatılmanın ve hırsın kırıklığını yaşayan bir kalp, yıllarca gizlenen duygular, bir hastalığın pençesinde sevgiyi kendine hak görmeyen bir beden. Aşkın farklı tezahürlerinin sahiplerini bulduğu sayfalar. Türkiye'den İtalya'ya uzanan bir 'kendi içindekini bulma' öyküsü Aşkın Tezahürü. Çünkü aşk başkasında değil, sizin içinizdedir. Onu ancak hayata açık olursanız tezahür ettirebilirsiniz.  Kelebeğin zamanı serisinin iki kitabından sonra sizi çok farklı bir yolculuk bekliyor... Aşk, sadece iki insan arasındaki romantik bir bağ değildir; onun çok ötesinde, yaşamın her alanında karşımıza çıkan evrensel bir güçtür. Aşkın tezahürü, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar zengindir. Aşk, sevdiğimiz birinin gözlerine baktığımızda hissettiğimiz sıcaklıktır. Bir annenin çocuğuna duyduğu koruyucu şefkat, dostlarımızla paylaştığımız anların mutluluğudur. Aşk, sadece insanlar arasında değil, doğa ile olan bağımızda, sanat eserlerinde ve müzikte de kendini gösterir. Aşkın Tezahürü, kaybedilenleri bulmanın, kırıkları tamir etmenin ve en derin yaraları iyileştiren sevginin hikâyesidir. Unutmayın, her son bir başlangıçtır ve her karşılaşma kaderin dokunduğu bir mucizedir. Her vedanın bir başlangıcın müjdecisi olduğunu kabullenmek; yaşamın sürekli akışında bizi bekleyen yeni deneyimlere, insanlara ve sevgilere kucak açmaktır. Aşk başkasında değil, kendi içindedir ve eğer hayata açık olursan içindeki her zaman tezahür eder. Aşk kapıyı çaldığında, iki kalp aynı ritimde atmaya başlar ve bu, insanın içini tarifsiz bir mutlulukla doldurur. Gerçek aşk, mesafeleri ve zamanı aşan güçlü bir bağdır; öyle ki, bir bakışta anlaşılır ve bir ömür boyu süren derin bir hikayeye dönüşür.