Muhterem Kardeşimiz, Ertuğrul Beyefendi.

Zât-ı âlinizin yirmi yıldan beridir yakinen ta’kip ettiğiniz Zât-ı Muhterem’i, bendeniz, 1969 yılından beridir, İstanbul-Fatih Çarşamba’daki İmam-Hatip Mektebinin talebe’sinden biri iken tanımıştım. 1970’li yıllar boyunca yakın temasım oldu. Yeni yetme, hevesli bir siyâset adamı adayı idi. Mensûp olduğu parti ile münasebet’lerimiz çok sıcak olmasa da bu genç adam, gazete’lerimize sık sık, uğrar, haber’ler, bildiriler getirir, tarafımızdan değerlendirilirdi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Reisliği sırasında halk’la kendisi arasında kolay köprüler kuran müşâvir’leri vardı (şimdiler’de onlara, “Başdanışman, danışman” diyorlar). Rica’larımız dikkate alınır, çok fâideli işlere imzalar atılırdı.

İstanbul’da Büyükçamlıca eteklerinde, Kısıklı’da, “İzmir Gazinosu”, adlı bir açık hava gazinosu vardı. Her yıl Mayıs ayından-Kasım ayına kadar bu mekân’da canlı müzik yapılırdı. Günümüzde olduğu gibi, yüksek volüm ve geç saat kontrolü yapılmadığı için, gece’nin birine ikisine kadar, yeri göğü inletircesine çok yüksek desibel’de sâz ve avaz, çengi vardı. Şehr’in bu mu’tenâ semtinde insanlar bîzâr idiler, fakat şikâyet edecek bir merci bulamıyorlardı.

Bilindiği üzere, Kısıklı’nın bizim nezdimizde çok farklı bir yeri vardır. Ziyârethane’de hatme oturduğumuzda, devrin büyüğüyle yüksek saz ve avaz’dan müte’essir olmamak için, kulaklarımıza pamuk koyduğumuzu hatırlatırım.

Bu gazino ile alakalı rica’larımız üzerine, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis’inin kararıyla bu gazino istimlâk edildi, semt parkı olarak halkın hizmetine açıldı. Gazino’nun istimlâk konusu Belediye Meclis’inde tartışılırken kendi partisine mensup üyeler bile i’tirazda bulunmuşlar, “Çamlıca gibi her yanı yemyeşil bir yerde yeni bir parka ne ihtiyaç vardı,” diyenler çıkmış, mal sahipleri, istimlâk kararına karşı Tezyîd-i Bedel da’vası ikâme etmişler, mahkeme bedeli %100 artırmış olmasına rağmen, sizin ta’birinizle, “Reis” ağırlığını koydu, her şeye rağmen, istimlâk tamamlandı, Kısıklı Halkı, uzun yıllar kendilerini ciddî ma’na’da rahatsız eden bir dertten kurtulmuşlardı.

İlâhî Tecellî’ye bakınız ki, yıllar sonra, “Reis” de devlethânesini Kısıklı’ya taşıyacaktı.

Çamlıca’nın, Kısıklı’nın bir başka ricası da:

TEM Otoyolu olarak bilinen E-6 Otoyolunu, E-5 olarak bilinen birinci Otoyola bağlayan, Ümraniye- Altûnîzâde arasındaki irtibat yolu, T.C. Karayolları tarafından sathî (yüzeysel) olarak projelendirilmiş idi. Bu proje aynen uygulansaydı, Çamlıca-Libâdiye kavşağından, Altûnîzâde Millet Parkı’na kadar, Millet Parkı da dâhil, gidiş-geliş 8 şerid, orta refüşlerle çok geniş bir sahada, tarihî bina’lar üç-dört asırlık Çınar, Ihlamur, Kestâne ve Servi ağaçlarıyla, yeşillikler yok olacaktı. Elbette, bizim için ma’nevî değeri olan binalar istimlâk edilip yıkılacak yerleri yol olacaktı.

Karayolları Projeleri, Belediye hudutları dahilinde ise, bu projelerin ilgili Belediye’nin, Belediye Meclis’inden de geçmesi, meclisçe kabul edilmesi gerekiyordu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Karayollarının bu projesini kabul etmedi. Proje değiştirildi, proje’de, Çamlıca kavşağından- Altûnîzâde Millet Parkı arası tünelle geçildi. Kısıklı Meydanı, Büyükçamlıca etekleri, yeşillikler, asırlık ağaçlar, tarihî bina’lar büyük bir tahribattan kurtarılmıştı. “Reis”in bu proje’deki gayreti asla unutulmaz.

Muhterem Kardeşimiz, Osman Ertürk Beyefendi.

Yazdıklarımız, Tespitlerimiz, Devletimizin arşivlerine, Millî Kütüphane’ye, Devlet Kitaplık’larına girmektedir. Yazılarımız, Gazete’de neşredilmeden önce, zâten internet ortamına düşmektedir. Husûsî olarak, Başdanışman, danışman’lara ulaştırsak bile, kendisine göstereceklerini sanmıyorum. Salâhiyetler ve güç bir merkez’de, bir elde toplandığında, etraf’ta, öylesine duvarlar örülür, öylesine barajlar kurulur ki, “Majino Haddi,” gibi bu duvarları aşmak, barajları geçmek mümkün olmaz. Yıl 1979, Kısmî Senato ve boşalan 5 milletvekilliği için seçim yapılacak. İktidar’da, Güneş Moteli hükûmeti diye adlandırılan, Adalet Partisinden istifade ettirilmiş 11’lerle, C.H.P. var. Devrin Adalet Partisi Genel Başkanı, Süleyman Demirel, seçim meydanlarının tozunu attırıyor. Boşalan milletvekilliklerinin ba’zıları Trakya İllerinden, Trakya İllerinde Demirel’in miting’lerinde, ahâli, “Bej, bej, bej,” diye yeri göğü inletiyordu. Demirel de meydanlarda coştukça coşuyordu.

Bir ara tutturdu, “Bu C.H.P. var ya! Âşâr zulmü ile bu Milleti inim inim, inletmişti,” demeye başladı ve bunu gittiği bütün meydanlarda tekrarladı.

Bunun üzerine, Demirel’in meydan nutuklarının metin’lerini hazırlayan ekip’e ulaştım. Bu ekip, Ankara-Çankaya’da, Bayındır Sokak’ta küçük bir büro’da çalışıyorlardı. Kendilerine, “Âşâr, Uşr’un çoğuludur, uşur’ler demektir. Uşr, ondabir demek olup, tarım mahsûlü’nün zekatı demektir. Nisaba bakılmaksızın, toprak’tan elde edilen bütün ürünlerin %10’u veya on’da biri, fakirlerin hakkı zekâttır. Zekât İslâm’ın bir emridir. C.H.P. Tek Parti Mütegallibe’nin uşr’ü bahâne ederek halk’tan cebrî olarak hububat ve bakliyat alması, uşr’ü mezâlime dönüştürmesi, hâşâ! Uşr’ün zulüm olması ma’nasına gelmez. Bu tarz konuşmalar, her ne kadar C.H.P.’yi vurmak için yapılıyorsa da, bütün Müslümanları derinden rencide eder, lütfen Beyefendiye söyleyiniz bundan sonra uşr ile alakalı konuşma yapmasın!” demiştim.

Bundan sonraki konuşma metin’lerinden “Âşâr” ile alakalı bölüm çıkartıldı. Merhûm, Süleyman Demirel telefon’da bizzat beni arayarak, “İkazınız ve ihtiranız için çok teşekkür ederim. Bundan böyle de vâki hatalar dolayısiyle bizzat bana ulaşabilirsiniz,” demişti.

Zî’llillâhu Fi’l-âlem,” (Âlem’de Allah’ın Gölgesi) olarak vasıflandırılan, muktedir Pâdişah’lar, Şer’i Şerif’e aykırı bir davranışta, icraatta bulunduklarında başta Şeyhulislâm Efendi olmak üzere, devrin uleması tarafından ikaz edilirlerdi. Bu ikaz ve ihtarlar, zaman, zaman, Pâdişah’a bizzat mektup yazarak, zaman zaman, Fetvâ-i Şerif neşrederek yapılırdı. Zaman zaman da, Pâdişah tarafından herhangi bir amel ve icraat’ın, Şer’i Şerîf’e uygun olup-olmadığı, Şeyhulislâm’a veya devrin ulemasına sorulduğunda, hiç çekinmeden, pervâ etmeden, Şer’i Şerif neyi emrediyorsa tereddütsüz cevap verilirdi.

Osmanlı Tarihinin en Muktedir Pâdişah’larından, Muhteşem Süleyman, Kanûnî, aynı zamanda Divan Sahibi, İstanbul’daki Topkapı Sarayı bahçesindeki meyve ağaç’larının karınca salgını-saldırısı karşısında kuruma noktasına gelince, Şeyhulislâm Ebu’s-Suûd Efendiye şiîr’sel bir şekilde sorar:

Meyve dalına konsa bir karınca,

Vebâli olur mu dalı kırınca”

Kendisi de bir şâir olan Ebû’s-Suûd Efendi, aynı güzellikte şu cevabı verir:

Yarın Hak divanını kurunca,

Kânûnî’den hakkını alır karınca...”

Cumhurbaşkanı, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle muhtelif yerlerdeki konuşmalarında, Mezhepciliği de dâhil ederek üç büyük fitne ve tehlikeden bahsetti. Belli ki, yanlış bilgilendirilmiş-yönlendirilmiş... Tefrika ve terör’ün ne büyük bir fitne ve felâket olduğu hususu, şüphe götürmez. İslâm’ın dahilindeki mezhep’ler ve bu mezhep’lerin öncüleri imamlar, siyâset yapmadılar, makâm-mevkî peşinde, mâl-mülk uğurunda koşmadılar. Onların bütün gayret’leri, bilhassa, Muâmelât-ı Nâs’da, hakkında kat’î deliller bulunmayan hususlarda, ictihad, kıyas, istihsan üzerinde çalışmalarıyla Ümmet-i Muhammed’in hayrına, rahmetine vesiyle olmuşlardır. Mezhep’lerin fitne sebebi olduğunu iddia etmek, o Mübârek Zevâtın fitnelere öncülük ettiğini kabul ma’nasına gelir ki, bu çok büyük bir bühtandır.