BİNBİR BAŞLI MUSÎBET – BÜYÜK HAYIRLARA VESİYLE OLDU!..

Ma’lûm, Atasözümüz, “Bir Musîbet Bin Nasîhatten Evlâdır,” tarzındadır. 15 Temmuz, En Uzun ve En Karanlık Gece’de, Milletimizin başına bir musibet isabet etmedi, ârız olmadı; Milletimizin bin yıldır, üzerinde yaşadığı, Anadolu Topraklarında, hattâ, dünya’nın diğer bölgelerinde, emsâli görülmemiş ihânetler görülmüş, âhirzamanın en şerir Deccâl’inin, binbir başlı belâsı ve Mesâibi (musîbet’leri), Vatanımız-Milletimiz üzerine, semâvât’ın yeryüzüyle birleşmesi gibi, kâbus halinde çökmüştür.

Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir!”

Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir.” (Hac 22/1, 2)

15 Temmuz – En Uzun ve En Karanlık Gece’deki vukuat, sanki, kıyâmetin bir provası gibiydi. Vaziyetin vehâmeti anlaşılınca, beşikte çocuğu olan genç anneler, yatakta yatalak bey’i olan nisbeten, yaşlı hanımefendiler, beşikte çocuğunu, yatakta yatalak bey’ini, Allah’a emânet ederek, sokaklara, meydanlara yürüdüler, tank’ların önüne çıktılar. Başı açık genç bir hanımefendi, tank’ın önüne durmuş, darbeci hâin subay veya erbaş’a, “Ben ölüme hazırım! Haydi bakalım, sen beni öldürmeye hazır mısın?” diye soruyordu. O gece başımıza isâbet eden binbir musîbetin husûle getirdiği en büyük hayırlardan birisi, şüphesiz, topyekûn bir Millet’in uyanışı, kardeş olduğunu farketmesi, Din-ü Devlet, Vatan-u Millet, ezan ve bayrağı uğruna hiç tereddüt etmeden canı’nı fedâ etmeye hazır olduğunu göstermesidir.

Hangi etnik kökenden gelmiş olursa olsun, hangi dili konuşuyorsa, konuşsun, hangi siyâsî görüşe sahip olursa olsun, hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, topyekûn, Azîz Türk Milleti, yaşlısıyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle, “Mevzu-u Bahs Vatan ise gerisi teferruattır,” diyerek, Meydan-ı Gazâ’ya çıkmıştır. Her zaman olduğu gibi cefâkâr ve fedâkâr kadınlarımızın en ön safta olduklarına şâhid olunmuştur. Millî Mücâdele’nin, Kurtuluş Savaşı’nın, destanlar yazan Mücâhide Kadınlarının emsâlleri, 95 yıl sonrası, 2016 yılının, Nenehâtunları, Şerife Bacıları, Kara Fatmaları yine kağnılarıyla, kucaklarında çocuklarıyla, kamyonlarıyla, komşularıyla sokaklarda, meydanlar’da, Millî Mücadele’de ve Kurtuluş Savaşının göbeğindeydiler.

Binbir başlı musîbet’in husûle getirdiği en büyük hayırlardan birisi de, Millî Birliğin ve Kardeşliğin yeniden te’sisi oldu; Şöyle ki, daha önceleri, her bir toplantıyı, her bir konuşmayı, birbirlerine sövmek, hakâret etmek için vesiyle sayanlar, 15 Temmuz’dan sonra, her bir toplantıyı, her bir konuşmayı birbirlerine iltifat için vesiyle saydılar. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin yolunu bir türlü bulamayanlar, Külliye’de Cumhurbaşkanı’nın nâzik da’vetine icabet ederek karşılıklı olarak sergiledikleri nezâketle Milletimize derîn bir nefes aldırdılar. 07 Ağustos 2016 günü, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, belli-başlı partilerin liderlerinin de iştirakiyle, İstanbul-Yenikapı’da, beş milyon, memleketimizin diğer il ve ilçelerindeki katılımlarla yaklaşık, 50 milyon kişinin katılımı ile, dünya tarihinin en büyük ve muhteşem mitingi yapıldı. Bütün dünya’ya Millî Birlik mesajı verildi.

Beklenenin aksine bu büyük mitinge katılan, 15 Temmuz – En Uzun ve En Karanlık Gece’de, en yakınındakilerin ihânetiyle bir hayli hırpalanan ve bu işkencelerin izlerini vücudunda taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Komutanı, Genelkurmay Başkanı, Or.Gn.Hulûsi Akar Paşa, kısa konuşması sırasında mitinge katılan milyonlar tarafından sevgiyle coşkuyla alkışlanmış, “En Büyük Asker Bizim Asker!,” nakaratları arasında, sık sık, “Sağolun, Allah Razî olsun,” diye mukabele etmek mecburiyyetinde kalmıştı.

07 Ağustos – Yenikapı Ruhunun devamı için, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, hükûmet aza’larının, Sivil Toplum Kuruluşlarının, Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi Lideri ve Milletvekilleriyle, mensuplarının hassasiyetlerine rağmen, C.H.P. Liderinin, C.H.P. Milletvekillerinin, parti’lilerinin, C.H.P. yandaşı yazılı-görüntülü matbuatın aynı hassasiyeti göstermediği, hattâ, bu ruhun ortadan kaldırılması için çaba sarfettikleri, maalesef, bir vâkıadır.

07 Ağustos – Yenikapı Ruhunu devam ettirmek için, T.C. Başbakanı, BİNALİ YILDIRIM, C.H.P. Genel Başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu’nu, Boğaz üzerine inşa ettirilen üçüncü köprü, Sultan Selîm Köprüsü’nün açılış merasimine da’vet etti. Yenikapı Ruhu devam etseydi, Kemal Kılıçdaroğlu da’vete icabet eder, açılışa katılırdı. Sultan Selîm Köprüsü, pek çok husûsiyyetiyle dünya’da inşa ettirilmiş, köprüler arasında bir ilk. Dünya’nın her neresinde olursa olsun, böylesine, muhteşem bir Eser’in, temel atma veya açılış merasimlerine, iktidarıyla, muhalefetiyle, bütün partiler, hattâ da’vetli olmasalar bile katılırlar.

Kılıçdaroğlu, Başbakan’dan da’veti aldığında, katılma niyyetinde olmadığı için, bir ma’zeret üretmek üzere, matbuat aracılığı ile, Köprü’nün isminin, Mustafa Kemal Atatürk veya Pîr Sultan Abdal olarak değiştirilmesini teklif etmiştir. Açıkçası, Köprü’nün açılmasına katılması için bir muhali-imkânsızı, şart koşmuştur. Öyle ya! Köprü’nün ismi, tâ, temeli atıldığı gün, devrin Cumhurbaşkanı, Abdullah Gül tarafından deklera edilmiş, temel atma merasiminde bulunanların alkışlarıyla, bulunmayanların tasvibi ve büyük bir memnuniyetiyle karşılanmış, öylece tescil edilmiş, otoban ve kavşak işâret ve bilgilendirme levhalarına yazılmıştır. Köprü’nün isminin bu saatten sonra değişmeyeceğini, değiştirilmeyeceğini, kendisi de adı “Kemal,” olduğu kadar kesin olarak bilmektedir.

Diğer taraftan, “Ağa’lar, paşa’lar, şeyh’lere, şıh’lara, dede’lere karşı olduğunu, her fırsatta dile getiren bir Parti’nin Lideri, “Köprü’nün isminin “Pir Sultan Abdal,” olmasını istemekle bir yerlere göz kırpıyor ki, çok çirkin bir ima’dır.

Kemâl Kılıçdaroğlu ve Partisi C.H.P., sür’atle kendi fabrika ayarlarına dönmüştür. Aslında bir dönüş de sözkonusu değildir. Çünkü, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Çankaya köşkü da’vet’lerine katılması samîmiyyetten değil, Halkımızın-Milleti’mizin ağır tazyikinden dolayıdır. Milletimizin baskısı olmasaydı, Yenikapı Mitingi’ne katılmazdı. Dolayısiyle Yenikapı Ruhundan da nasibini almamıştı. Ya da, Yenikapı Ruhundan anladığı başka bir şeydi. Yenikapı Ruhundan anladığı, yeni vesâyet idi. Mâdem ki, iktidar muhalefet münasebetleri yeni bir noktaya geldi. Öyleyse iktidar bizim istemediğimiz hiçbir icraatte bulunmamalıdır. Olağanüstü hâl ilân edilmiş olmasına rağmen, hükûmet, Kanun Gücünde Kararnâme çıkarmasın, T.B.M.M.’sine getirsin, biz uygun bulduklarımıza vize verir, uygun bulmadıklarımıza ise engeller koyarız.

Kılıçdaroğlu ve Partisi, aslına rücû edip en iyi yaptıkları şey olan, muhalefetlerine devam etmişlerdir. Örnek olarak, 01 Eylül’de yapılan Adlî Yıl açılış merasimine, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yapıldığı gerekçesiyle, C.H.P. Genel Başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu ve Ebâen an Ceddin, C.H.P.’li bir aileden gelen, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, Av.Metin Feyzioğlu katılmamışlardır. Kılıçdaroğlu, Adlî Yıl Açılışının Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki bir salonda yapılmış olmasını ve açılış merasiminde, ba’zı hâkim ve savcı’ların, Cumhurbaşkanı’nı konuşmalarından dolayı ayakta alkışlamalarını, “Yüzkarası,” olarak nitelemiştir. Öte yandan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Adlî Yıl’ın açılışının, Külliye’de yapılmasını, Cumhurbaşkanı ve Yargıtay Başkanıyla birlikte kararlaştırmış olmalarına rağmen, niçin katılmadığını ma’kûl bir sebeple açıklayamamıştır.