Günümüzde parmaklarımızın ucundaki dünyada, en büyük yalnızlıkları yaşıyoruz. Bilgiye ulaşımımız saniyeler alırken, anlamlı ilişkiler kurmak yıllarımızı alabiliyor.

Dijital çağ, insanlık tarihine damgasını vuran en büyük dönüşümlerden biri. Bir yandan bilgiye erişimimiz kolaylaştı, iletişim ağları genişledi, dünyanın öbür ucundaki birine anında ulaşabiliyoruz. Öte yandan, bu sanal dünyanın sunduğu kolaylıklar, gerçek hayattaki ilişkilerimizi zayıflatıyor, yalnızlık duygumuzu artırıyor.

Sosyal medya platformları, milyarlarca insanı bir araya getirirken, aynı zamanda bizi kendi küçük kabuklarımız içinde yalnızlaştırıyor. Beğeni sayıları, takipçi sayıları, mükemmel hayat görüntülerine takılıp kaldıkça, kendimizle ve çevremizle olan bağımızı koparıyoruz.

"Herkes bir şeyler paylaşıyor, ama kimse gerçekten dinlemiyor." Bu cümle, dijital çağın paradoksunu en güzel özetleyenlerden biri. Sanal dünyada herkes bir şeyler söylüyor, yazıyor, paylaşıyor ama bu paylaşımların çoğu yüzeysel ve anlamsız. Derinlemesine sohbetler, samimi ilişkiler yerini, beğeni alma yarışına bırakmış durumda.

"Bilgi güçtür" derler. Ancak bu bilgiye ulaşımın kolaylaşması, bizi daha mı bilge yaptı? Bilgi kirliliği içinde doğruyu yanlıştan ayırmak, gerçekleri kurmacalarından ayırt etmek giderek zorlaşıyor. Felsefe, bu noktada bize bir yol gösterici olabilir. Felsefe, sorgulamayı, düşünmeyi, eleştirel bir bakış açısı geliştirmeyi öğretir. Dijital çağda felsefeye olan ihtiyaç hiç bu kadar büyük olmamıştı.

Peki, buradan çıkacak ders ne?

Dijital dünyanın sunduğu imkanlardan faydalanırken, gerçek hayattaki ilişkilerimizi ihmal etmemeliyiz. Sanal dünyadaki mükemmellik arayışından vazgeçip, kendimiz olmaktan korkmamalıyız. Bilgiye ulaşmak kadar, bu bilgiyi doğru şekilde değerlendirmek de önemlidir. Ve en önemlisi, felsefenin ışığında düşünerek, kendimizi ve dünyayı daha iyi anlamaya çalışmalıyız.

Unutmayalım ki, teknoloji bir araçtır. Bu aracı nasıl kullandığımız, bizim elimizde.

Haftaya görüşmek dileğiyle sevgiyle hoşçakalın…