“Allah’ın, onlardan (mallarından) Peygamber’ine verdiği ganimetler için siz, at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, Peygamber’ini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kâdirdir.” (Haşr 59/6) 

“Allah’ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamber’ine verdiği ganîmetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr 59/7) 

(Medine’ye iki mil uzaklıkta bulunan Nadîr oğullarına karşı yaya olarak sefere çıkılmış ve hiçbir zorlukla karşılaşmadan arazi ele geçirilmiş, bu arazi Haz.Peygamber’e aid kabul edilmiş, o da bunu, kendisi, ailesinin geçimi ve ba’zı askerî harcamalar için elde tutmuş, bir kısmını da ashab’tan ba’zılarına dağıtmıştır.) 

(Yukarıda meâllerini verdiğimiz âyet’ler, İslâm Devleti’nin gelir kaynaklarından “Fey’i” hükme bağlamaktadır. Fey, düşman’dan silâh kullanılmadan elde edilmiş olan gelirlerdir. Bu tarz gelirler amme menfe’atı gözetilmek kayd-ı şartıyla ve herhangi bir sınırlamaya (meselâ zekât) gibi tâbi tutulmaksızın, asker, me’mûr, müstehdem maaş’ları, müdafaa masrafları bayındırlık (imar) işleri vb. gibi devletin yapması gereken bütün hizmetlere sarfedilebilinir.) 

Ebû Hafs Ömeri’ Nesefî “Tılbetü’t-Talebe” adlı eserinde fey ile ganimeti şöyle ta’rif etmiştir; Feyi, kâfirlerin mallarından ganîmet ve haraç kabilinden Müslümanlara dönen kısımdır. Ganimet Müslümanların kâfirlerden zorla aldıklarıdır. 

Şâfiî Fakihleri, Fey ile ganimeti şu şekilde ayırmışlardır. Çarpışma, at sürme, kılınç kuşanma gibi herhangi bir faaliyet olmaksızın küffardan elde edilen maldır. Cizyi (gayrimüslimler için ziyâde vergi), ticaret öşrü, gümrük vergisi, mukâtele etmeden sulh ile veya iki ordu karşılaştıklarında, mukateleye girmeden korkup kaçtıklarında geride bıraktıkları, mürted olarak ölenlerin veya irtidat ettiği için katledilenlerin malları, İslâm devleti sınırları içerisinde yaşayan, zimmî, mülhîd ve kendi emniyetini satın alanlardan ölenlerin, vârisleri bulunmuyorsa bıraktıkları mallar fey olarak devlet gelirlerine kaydedilir. 

Ganîmet: Harbî (bizzat mukateleye katılmış), ve aslî kâfir’leden, çarpışma ile elde edilen mallardır. İki ordunun karşı karşıya gelmesi ve Müslümanların cevap vermesi fiîlî mukatele olarak kabul edilir. Hanefî Ekolü, Ganîmet, harp fiîl’i olarak devam ederken kâfirlerden kahır ve galebe ile alınandır. 

GANÎMET’İN HÜKMÜ: 

Enfâl Suresi 41.âyet-i Kerimesine göre: 

“Eğer Allah’a ve hak ile bâtıl’ın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiriyle karşılaştığı gün (Bedir Gazasında) Kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyle kâdirdir.” 

(Âyette zikredilen Peygamber’in akrabası hakkında müfessirler ve fakihler ihtilâf etmişlerdir. Şâfiî Ekolü, Hâşimî’ler ve Muttalip oğullarıdır; bir başka görüşe göre de, sadece hâşim oğullarıdır. Diğer bir görüşe göre ise, zekât ve sadaka kabul etmeleri helâl olmayan bütün akrabalarıdır ki, Hâşimi oğulları ve Abdülmuttalip oğulları hepsi dahildir, bütünüyle Kureyş kabilesidir. 

Nitekim, Sevgili Peygamber’imiz, “Ey Benî Hâşim Topluluğu! Allahu Teâlâ sizler için Nâs’ın yıkantılarını ve kirlerini yâni zekât ve sadakalarını iğrenç gördü, (haram kıldı) Onun yerine size ganimetten beşte beşinciyi verdi,” buyurmuştu. 

Ganimet’lerin beşte biri, âyette sayılanlara tahsis edilir, geri kalan da harbe katılan gazilere taksim edilir.) 

Görüldüğü gibi, Allah’ın Resûlüne, ehl-i Beyti’ne, Hâşimî oğullarına, zekât ve sadaka haram kılınmıştır. Zekât ve sadaka kabul edemezler. Yukarıda serd’ettiğimiz kat’î deliller müvâcehesinde, İslâm Devleti’nin aslâ ve ârızî gelirlerinde, fey gibi, ganimet gibi, şerî’atin birinci dereceden muhatabı ve mübelliği olan Allah’ın Resûlü’ne sınırsız ve dilediği yerlere harcama yetkisi verilmemiştir. 

Resûlüllah’ın ve ehl-i Beyt’in, Âl-i Muhammed’in ve Hâşimi oğullarının sadaka kabul etmemeleri hususunda Allah’ın Resûlü’nün hassâsiyyetini gösteren bir vak’a: 

Ebû Hüreyre radiyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: 

Hurma devşirildiği (toplandığı) sırada Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e (sadaka) hurma getirildi; şu (biri bizzat) hurmasıyla gelirdi O (biri) de hurmasından (göndedirdi). (Öyle anlaşılıyor ki, hurma hasadı sırasında hurma müstahsilleri öşr olarak ayırdıkları kısmı ya bizzat kendileri veya bir başkası eliyle Resûlüllah’a gönderiyordular. Öşr olarak biriken bu hurmalar Huzur-u Resûlüllah’ta kocaman bir harman oluşturuyordu.) Bu hurmalar Resûlüllah’ın yanında bir harman, bir tınas olurdu. (bir kere) Hasan, Hüseyin radiyallahu anhümâ bu hurmalarla oynarken çocuklardan biri, (Hasan İbn-i Alî) ansızın (bu sadaka hurmasından) bir hurma alıp ağzına koydu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem çocuğa (şöyle bir) baktı (zekî) çocuk hemen hurmayı ağzından çıkardı. Sonra Resûlüllah: Sen Muhammed’in ehl-i Beytinin sadaka malı yemediklerini bilmez misin? buyurdu.” 

Bu hadis-i Şerif, en az, 20’den fazla Sahâbe-i Kiram’ın büyüklerinden rivayet edilmiş, cüz’i farklarla bütün hadis külliyatında yer almış tevâtür derecesinde meşhûr bir hadis-i Şeriftir. 

Tevâtür derecesindeki rivâyet: Resûl-i Ekrem’e takdim edilen her şey sadaka mıdır, yoksa hediye midir? diye istinkâf buyurmaları (çekinmeleri) ve sadaka’dır, denilirse yemeyip, hediyedir, denilen şeyleri kabûl buyurmaları” zeminindedir. 

Bu hususta Müslim’in rivayet ettiği bir başka hadis’in meâli şöyledir: 

- “Vallâhi çok olur ki, ehl-i beytimin yanına dönüp geldiğimde evimin şurasına, burasına veya yatağıma düşmüş bir hurma bulurum. Alır, yemek için ağzıma götürürüm. Sonra sadaka malından olmasından korkarak bırakırım.” 

İmdi!.. Allah Celle Celâlühû, fey, ganimet gibi İslâm devletinin önemli gelirlerinin harcanması konusunda, Resûlü’ne, sınırsız ve dilediği yerlere harcama yetkisi vermemiş, ba’zı şartlar koymuştur. Zekât ve zekât’ın Tarım Ürünlerine uygulanan şekliyle öşr ise, tamâmen şartlara bağlanmıştır. 

Devrimizde, hâşâ! Vâris-i Nebî oldukları iddiasındaki ey müteşeyyihler ey müterşidler! Sizler, tamâmen şartlara bağlanmış, Müslümanların zekât ve öşürlerini bir ganimet ve bir haraç gibi hiçbir şartla kendinizi bağlamadan ve sınırsız bir şekilde harcıyorsunuz. 

Zühd-ü Takvâ’yı, Allah korkusu ve ver’a’ı dilinizden düşürmüyorsunuz, ve fakat Müslüman’lardan topladığınız, zekât, öşr, kendi icad ettiğiniz, Kur’ân’da ve hadis’te bulunmayan, asgarî zekât miktarı kadar Cihad vergisi ile yaptırılan, birer hisarı – (Palanka – küçük bir kal’a)’yı andıran ve Emniyet’den ve Özel Koruma timleri tarafından korumalı, dört bir tarafı 24 saat tarassut eden kameralarla donanmış Mâlikânelerde, Müslümanlardan ve tabiî ki, Allah ve Resûlünden uzak yerlerde oturuyorsunuz. 

Müslümanlardan topladığınız zekat-öşür, ganimet, haraç ve diğer gelirle Teksas Petrol krallarının bindiği zırh’lı, bir misli hiçbir kimselerde bulunmayan trilyonluk vasıtalara biniyorsunuz. 

Ey bütün camia ve cemaat mensupları! Kendi aranızdan zenginleriniz, yine kendi aranızdan fakirlerinize zekâtlarınızı vermiş olsaydınız, beş yıl içinde, aranızda zekât kabul edebilecek tek bir şahıs bile kalmazdı. Bu hususlarda söylenecek çok şey var da! Ârif olanlar ne demek istediğimizi anladılar. “Ârife ta’rif gerekmez,” denilmiştir. Ârifler, diğerlerine bir güzel ta’rif etsinler!..