Pek Değer’li Kardeşlerim. Osman Ertürk, Ali Çayıroğlu ve Ertuğrul Bektaş Beyefendiler. Hepinizin, hepimizin, tornadan çıkmış gibi aynı görüşte olmamız, aynı düşünmemiz, aynı ifadeleri kullanmamız şart değildir. Hepimizin, hepinizin, farklı farklı düşünmeniz, düşünmemiz zenginliğimizdir. Yeter ki, birbirimize hakaret etmeyelim, birbirimize saygılı olalım.. 
Değer’li Kardeşim, Ali Çayıroğlu Beyefendi. Bahsettiğiniz kişinin, yalan, iftira, bühtan ve hezeyanları için, “Tespitler Köşesinde, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’lar! (2/45, 46, 47), makâle’leri, dikkatlice okumanızı tavsiye ederim. Sanırım, bütün sual ve tereddütlerinizin cevaplarını o makâle’lerde bulacaksınız. 
Osman Ertürk Beyefendiye, iltifatınıza, du’a, niyaz ve temenniler için teşekkürlerimi sunarım. 
Değer’li Ali Gülnar Beyefendi, Değer’li Kardeşimiz Ali Çayıroğlu Bey’e söylediklerim, Zât-ıâliniz için de geçerlidir. Sizler de aynı Makâle’leri okuyabilirseniz, cevapları orada vardır. 
Değer’li Kardeşimiz, Ertuğrul Bektaş Beyefendi. Bir kuyumcu titizliği ile kelimelerle oynamayı severim. Kelime’leri, yan yana, arka arkaya sıralayarak, bir-iki paragraflık fıkra yazmak, hem kolaydır, hem de zordur. Fakat benim tarzım değildir. Bendeniz mümkün olduğunca, tarih vererek, yer adları vererek, mevzulara göre, âyet-hadis Meâlleri vererek, hatırat anlatarak, müdellel, makaleler yazmaya gayret ediyorum. Beher makâle için, uzun bir hazırlık dönemine ihtiyaç duymaktayım. Talep etmem halinde, gazetem, bana günlük yazı için de yer ayırabilir, köşe gösterebilir. Aslında, bütün muharrir’ler bilirler, günlük fıkra yazmak kolaydır, günaşırı veya hafta’da iki gün yazmak çok daha zordur. Zoru seçmek bendenizin tercihidir. 
Değer’li Kardeşimiz, Abdülmuttalip Gökçek Beyefendi. 
F.T.Ö., P.D.Y. şerîr’lerinin semirmesinde önemli katkıları ve desteği olan Kurum’ların başında gelen, Diyânet İşleri Başkanlığı, öyle anlaşılıyor ki, F.T.Ö., P.D.Y.’ye verdiği desteği unutturmak için, manevralar yapmaya başlamış görünüyor. Yakında açacağım Diyânet ve F.T.Ö., P.D.Y., ya da, F.T.Ö., P.D.Y. Diyânet Dosyasında gerekli cevaplar verilecektir. 
Değer’li Kardeşim, H.İbrahim Kuruçaylı Beyefendi Kardeşim. Alâkanıza, teşvik ve tergîbinize çok teşekkür ederim. Haberleşme adresiniz, (email), telefon numaranız, bendenize ulaştırıldı. En kısa zamanda arayacağım. 
Pek Muhterem Kardeşim, İsmail Kocaçınar Beyefendi. 
“Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’lar!.. (2/41) sayılı Makale’nin son satırındaki temennilerimle alakalı olarak, tavzîh istemişsiniz. Diğer ba’zı yorumcular niyyet okuyarak, hiç kasdetmediğimiz konuları ortaya dökmüşler, zihinlerindeki halüsinasyonel hükümleri hâşâ! Ben vermişim gibi yorumlar yapmışlardır. Onları ayrıca cevaplandıracağım. “Çocukça,” ta’birinden genç bir “Adam”ın kastedildiğini söylemek, “Ördek,” denilince, zekî Karadenizli’nin, “sen Ördek, demekle, denizi, deniz deyince, denizdeki Taka’yı, Taka, deyince, fırtına’yı, fırtına deyince de bizim uşakların boğulduğunu kasdettin,” demesi kadar,  büyük bir hamakat ve belâhet örneğidir. 
Kasdım şudur. 1970’li yılların sonlarında, Anadolu’nun, muhtelif yerlerindeki bölge idarecisi 16 kişi, bir kağıt parçasına, “Bizler aşağıda imzaları bulunanlar “Emîrü’l-Ümerâ’ya, bi’at eder, mutlak itaat edeceğimize söz veririz,” gibi yazıp imzalamışlar. 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, bu belge, ihbar üzerine, Antalya’daki evinde arama yapılan, Mehmed Şişman’ın evinde bulunmuş düşmanlarımız tarafından mal bulmuş mağribî gibi, “Çocukça,” evet Çocukça hazırlanmış bu paçavra üzerinden, C.Savcılığı ta’kibatı başlatılmış, iddianâme hazırlanmış, mahkûmiyyet kararları verilmiş, başta, Devrin Büyüğü, Beyağabeyimiz, Merhûm, Kemal Beyağabeyimiz olmak üzere, onlarca Antalya’lı Kardeşimiz, uzun bir müddet demir parmaklıklar arasında kalmışlardı. 
15 Temmuz 2016 Darbe-i Hükûmet, Milletimizi, Vatanımızı bölme-parçalama harekâtından sonra, pek çok çevrede hassâsiyyetlerin oluştuğu, öküzün altında buzağı arandığı bir zaman’da, Anadolu’nun, ücrâ köylerinden, yalnız “Fâtiha,” okumasını bilen ve fakat, hatimlere oturan 80 yaşındaki hanımefendiye, “Sen falanca zata bi’at ettin mi,” diye sorulur mu? Ya da, herhangi bir yerde, yurt’larda kalmakta olan İlköğretim Okullarında okuyan, 10-11 yaşlarındaki çocuklara, “Sizler falanca zâta bi’at ettiniz mi?” diye sorulması “Çocukça,” değil de nedir? 
Değer’li Kardeşim Ali Benli Beyefendi. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz mevzularda tartışınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız mevzularda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz bilmezsiniz.” (Âl-i İmran 3/66) Siz, bilmediğiniz mevzularda yalnız tartışmıyor, kesin hükümler veriyorsunuz. 
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (Sâf 61/2,3) 
Başkalarından had’lerini bilmelerini isterken, kendiniz çizmeyi çoktan aştığınızın farkında mısınız? Siz, kim oluyorsunuz da, hangi müktesebâtınızla birilerini, Câmia’nın dışına itiyor, birilerini Câmia’ya dâhil ediyorsunuz? Acûl davranmayıp, biraz bekleme zahmetine katlansaydınız, bundan sonra çıkacak Makale’leri de, okusaydınız, istismar ettiğiniz kelimenin, sizin anladığınız ma’na’ya gelmediğini, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın, Umur-u Dünyası için, tensip edilen, uygun bulunan, müsâvî’ler arasından bir adım öne çıkarılan, Zât-ı Muhterem ile uzaktan-yakından bir alaka ve münâsebetinin olmadığını, bütün belâhet ve gabâvetinize rağmen, anlayabileceğinizi tahmin ediyorum. “Mütenâsip,” kelimesini, “yüzdeyüz uygunluk,” “tam uygunluk”, ma’nasında kullandınız ise, sizinle aramızda, daha doğrusu, sizinle, İmam-ı Rabbânî Evlâdı arasında, çok ciddî mes’eleler var demektir. 
Evveliyyetle belirtmeliyim ki, gerek birinci ve ikinci Akabe biy’atları, gerekse Şecere-i Rıdvân-Hudeybiyye biy’atı ve gerekse Mekke’nin Fetih günü, erkeklerle ve belli şartlar çerçevesinde, kadınlarla yapılan biy’atlar, şartları ve neticeleri bakımından, kıyâmete kadar gelecek bütün Müslüman’ları, Ümmet-i Muhammed’i bağlar. Ancak, şartlar değişirse, yeni yeni biy’atlar, gelişen yeni şartlar müvâcehesinde yapılabilinir. 
Nitekim, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hicretin 6.yılında, Hudeybiye senesi, Umre için Mekke’ye gitmek istedi. Hudeybiye’ye inildiğinde Huzâî Kabîle’sinden, Hıraş İbn-i Ümeyye’yi Sa’lep isimli devesine bindirip Mekke’li’lere gönderdi. Niyyeti’nin muharebe olmayıp, münhasıran Ka’be’yi ziyâret ve umre için geldiğini bildiriyordu. 
Hıraş İbn-i Ümeyye, Mekke’ye varıp bunları söyleyince, deveyi vurdular kendisini de öldürmek istedilerse de, Ehâbîş araya girip kurtardılar. Hudeybiye’ye dönüp keyfiyyeti Resûlullah’a haber verdi. 
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Haz.Ömer radiya’llâhu anh’i Mekke’li’lere göndermek istedi. Haz.Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz, “Mekke’li’ler, benim öfkemi ve düşmanlığımı bilirler. Ben de onlara aslâ güvenmem, şâyed orada bir taarruza ve eza’ya ma’ruz kalırsam, Mekke’de beni müdafaa edecek, hısımlarım Adiy oğullarından kimse kalmamıştır. Benim yerime Osman İbn-i Affân’ı gönderirseniz, orada onun akraba ve taallukatı çoktur, hem onu çok severler. İradenizi onlara çok kolay tebliğ edebilir. 
Hazreti Osman’ı çağırdı, “Biz onlarla muharebeye gelmedik. Yalnız ziyâret ve umre için geldik. Bunu onlara haber ver ve kendilerini İslâm’a da’vet et! Bu suretle Haz.Osman Mekke’ye-Kureyş’e gitti. Mekke’de kendisini Eban İbn-i Saîd İbnil’as karşıladı, hayvanından indi, Haz.Osman radiya’llâhu anh’i bindirdi. Burada kendisine kimse’nin müdahale edemeyeceğini ve kendisini sonuna kadar himâye edeceğini taahhüt etti. Haz.Osman radiya’llâhu anh, Kureyş’e, me’mur olduğu haberi tebliğ etti. Dediler ki; “İstersen sen Beytullah’ı tavaf et, lâkin hepinizin üzerimize gelip girmeniz olmaz, ona yol yok.” Haz.Osman, “Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem tavaf etmedikçe ben tavaf edemem,” dedi. Bunun üzerine Haz.Osman’ı alıkoydular, göz hapsinde tuttular. 
Hudeybiye’ye, Haz.Osman radiya’llâhu anh’in Mekke’li’ler tarafından katledildiği haberi ulaştı. Bunun üzerine, Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “O kavim ile çarpışmadan gitmeyiz,” buyurdu. Resûlullah’ın Münâdisi, “Haberiniz olsun ki, Resûlullah’a Cibrîl indi de, ona biy’at emretti, hemen çıkın da, Allahu Teâlâ namına Peygamber’e biy’at edin! Müslümanlar fırladılar ve sıraya girip Resûlullah’a biy’at ettiler. Bu biy’at, Hudeybiye’de bir ağacın altında yapıldığı için, “Biy’atüş-Şecere, Biy’atü’r-Rıdvan,” namı verilmiştir. 
Rivâyet’lere göre, burada, Hudeybiye, Rıdvan Biy’atında bulunan Sahâbî sayısı takriben, 1.400 (Bindörtyüz) kişiydi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mübârek sağ elini sol elinin üzerine koyarak, “İşte bu da Osman’ın Biy’atidir,” buyurarak, gıyâbında, Haz.Osman radiya’llâhu anh Efendimizin Biy’atini de kabul buyurmuştur. Altında, gölgesinde Rıdvan Biy’atinin yapıldığı ağaç, çöl şartlarına dayanıklı, “Semûre,” ağacı olup, Haz.Osman radiya’llâhu anh’in hilâfeti devrinde, putlaştırıldığı-putlaştırılacağı endişesiyle kesilmiştir. 
Biy’ati Şecere ve Biy’ati Rıdvanın husûsiyyetleri: 
1) Yeni şartların oluşması, husûle gelmesi: 
Resûl-i Ekrem, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, umre’ye, Ka’be ziyaretine Medine’li’leri da’vet ettiğinde, Kureyş’in bir taarruzu veya, mâni olma ihtimâli karşısında, Cüheyne, Müzeyne, Gıfâr, Eşca’, Düil, Eslem kabîle’lerinin de beraber hareket etmesini istemişti. Bu kabîle’ler, karşılarında, Kureyş, Sekîf, Kinâne ve Mekke’ye mücâvir, Ehâbîş kabile’lerini kendileri için büyük bir tehlike olarak gördükleri için, maalesef, henüz, iman kalplerine tam olarak yerleşmediği için, Resûlullah’ın da’vetine icabet etmedikleri gibi, “Muhammed ve Ashabı aslâ bu sefer’den avdet etmez,” dediler. 
2) Sadece Ka’be’yi ziyaret ve umre için çıkılan bu sefer’de, Resûlullah’ın elçisi, Haz.Osman radiya’llâhu anh Efendimizin şehid edilmesi, (Şehid edilme ihtimâli-rivâyeti) ortaya çıkan, husûle gelen yeni bir şart. (İnsanlık tarihinde, kabûl görmüş, Cihanşümûl, kabûl görmüş, bir hukuk kâidesi vardır; “Elçi’ye Zevâl olmaz,” (Birbirine kan düşman devletler arasında, bir devletten karşı devlete birisi, “Elçi”, olarak gönderilmişse, elçinin canı, malı müste’mender.) Elçilere, elçi olarak gönderildiği yerlerde yapılanlar, harp sebebidir. 
3) Rıdvân Biy’atinde, Biy’ate da’vet eden, Allah Celle Celâluhû ve Allah’ın Resûlüdür. Mübâyî’ler, Biy’ate katılanlar, Ashab-ı Güzîn... 
Biy’ate da’vet eden, Kâinatın Efendisi, bütün Peygamber’lerin, melek’lerin, beşeriyyetin Efendisi, en şereflisi, Biy’ate katılanlar, Peygamber’lerden sonra bütün insanların en şerefli’leri, en faziletli’leri... Tâbiîn’den, teba-i Tâbiîn’den, her kim, rütbe’leri, dereceleri her ne olursa olsun, onlardan hiçbirisinin rütbe’sine, derecesine ulaşamaz. 
4) Rıdvân Biy’ati, şart’ları, Biy’ate da’vet eden, da’vete icabet edip, bu Biy’ate katılanlar bakımından eşsizdir, emsâli, misli-misâli yoktur. 
Biy’âte, da’vet eden her kimse, bu da’vete icabet edip, Biy’ate katılanlar her kimlerse, hiçbir Biy’at, Biy’at-i Rıdvan’a “Mütenâsip,” değildir. 
Şimdi anladın mı Benim, Ali Benli Kardeşim...