Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Güçlü bir dürtümü? Hayatınızın olmazsa olmazı mı? Ya da başka bir şey...
Yazmak benim için kapalı bir sandukayı aralamak ve içinde neler varı görmek kadar merak uyandırıcı ve heyecan verici… Bazen güçlü bir dürtü, bazen huzurlu bir kanadın dokunuşu, bazen öfkenin ısırması, bazen bir yılanın, bazen de bir arının dürtüsü. Hep derim ya ben; “Kalemim İki Başlı Ejderdir Benim, Bir Başı Yılan, Diğer Başı İse Arıdır; Arıyı Görünce Balından, Yılanı Görünce Zehrinden Alırım Mürekkebimi. Hepsi bu.
Evet, yazmak olmazsa olmazım benim, o olmazsa bende olmazım…
Yazarlığa heveslendiğiniz ilk anı ya da dönemi anımsıyor musunuz? Sizi böyle meşakkatli bir yolculuğa çıkartan etkenlerden bahseder misiniz?
Yazarlığa beş yaşlarında başladım. Yani okuma yazmayı öğrenmeden, yazarlığın ne olduğunu bilmeden önce başladım ve başladığım şeyin yazarlık olduğunu sonradan öğrendim… Beş yaşında kendimi edebiyatın mutfağına yolladım! Nasıl mı? Çocukluğumu bir valize koyarak, tuttum yüreğimin ellerinden; zaten edebiyat trenine hali hazırdaydım ben. Bir gece yarısı makinist öyle bir düdüğü çaldı ki, apar topar, beş yaş idraksizliğini umursamadan; o gece parmak ucuna basa basa çıktım iç yolculuğuma ve bir daha hiç dönmedim kendime ve ben hala ordayım, kendimde, içimde, yürek ülkemde...
Yazmaya ait ritüelleriniz nelerdir? Hangi durum ve koşullarda yazıyorsunuz? Bize biraz işin mutfak kısmını gösterebilir misiniz?
İlk yıllarda bunun tek mutfak sırrı yalnızlıktı. Yalnızken daha iyi yazabiliyordum ancak yaşı ilerletip, kalemi demlendirdikçe, şimdi kalabalık içindede o yalnızlığı yakalayıp yazıyorum. Yada nerde olursam olayım, kopuyorum her şey ve herkesten; bana kalen yazı kalem oluyor, ben ve yine yalnızlık…
Türk ve dünya edebiyatından kendinize örnek aldığınız yazarlar, şairler var mı? Onlardan ne şekilde etkilendiniz, ya da istifade ettiniz?
Her yazarın, içi dolu cümlesinden etkilenirim ama o orda kalır. Bugüne kadar kendimi hiçbir yazara bağlayıp örnek almaya çalışmadım; zira ben hep ben olma yolunda oldum. Ki zaten beş yaşında çıkmışım ben olma yolculuğuna. Kendi içimde duyduğum fısıltıların yolunda oldum hep; onları duydum, onları okudum ve onları yazdım. Onların ne olduğunu bilmeden, tanımadan Rabb’im içceğizime sızdırıvermiş ve beni de yollarına düşürüvermişti ne olduğunu bilmediğim sırların. Ben o yollarda yürüyerek sadece ve sadece o yollarda görüneni, görünenin arkasındaki görünmeyeni, duyulanı ve asıl can kulağımın duyduklarını okuyup yazmaya çalıştım. Bu yolculuğa çıkarken ben seçmedim bu yolu; kendimi bu yolda buldum sadece. Eğer ben seçmiş olsaydım belki takip edebileceğim, yada istifade edeceğim yazarlar olurdu elbet…
Edebiyatın diğer sanat dallarıyla olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yazar olarak sinemayla, resimle, heykelle, müzikle nasıl bir yakınlığınız, bağınız var?
Ben tüm sanat dallarının aynı gönül köprüsünden geçtiğini düşünüyorum.
Biri yazıyla ifade eder duygularını, biri resimle, bir diğeri müzikle vs…
Dallar başka olsa da omurga ve gövde aynıdır o nedenle birine ilgi duyan diğerine çok da yabancı ve umarsız değil diye düşünüyorum.
Yazarken, kurgularımın resmi oluşuyorsa zihnimde o halde ben resmede ilgi duyuyorum.
Yazarken “Söz”üm “Ses” istiyorsa, o halde ben müziğe de ilgi duyuyorum.
Yazarken karakterlerim oynuyorsa sayfalarımda, o halde ben sinemaya da ilgi duyuyorum. Nasıl ki bir kitap okurken, bir okuyucudan çok bir yazar olarak okumaktan kaçınamaz yazar ve kaçınamıyorum bende;
“Burada bu olsa daha iyi olurdu, şöyle bir satır peşin sıra gelseydi yarımı tamlayacaktı vs” diyorum ve film izlerken de bir izleyiciden çok bir yönetmen gözüyle izliyorum; sanki benim karakterlerimmiş gibi, yine yazıyor gibi izliyorum.
Resimlere bakarken duygusunu arıyorum yada eksik duygu varsa hayalimde tamamlıyorum; yine yazı yazar gibi, yine benim resimlerimmiş gibi…
Hayatın içinden bir kesiti, bir gerçekliği, bir anıyı eserinize nasıl aktarırsınız? Hakikat ve hayalin sizin serüveninizdeki payları nelerdir?
Hayatın o gün gösterdiği resme göre; yani resim arı’yı gösteriyorsa baldan, yılan’ı gösteriyorsa zehirden alıyorum mürekkebimi. Elbette hakikatin payı çok büyüktür yazılarımda. Hayale gelince yazılarıma ben yön vermiyorum onlar bana yön vererek kendilerinde şekil buluyorlar. İşin büyük bölümünü tamamen Sırr-a bırakıyorum ve iç fısıltılarıma. Bana kalan can kulağımı iç evime çevirmek oluyor gerisi Sırr’ın işi.
Bir seçme şansı verilse hangi yazarın hangi eserini yazmış olmayı isterdiniz?
Hüsamettin Çelebi olup, Mevlana’nın Mesnevisini, onun dizleri dibinde oturup, onun dudaklarından duyarak kaleme almak isterdim ama büyük usta Çelebi kuşkusuz ki tüm cihan-ı kalemlerinden daha da güzel kaleme almış ve sayfalara nakşetmiş. Allah ondan razı olsun.
Edebiyatın, hayatın her katmanındaki insan için gerekli olduğunu düşünüyor musunuz? Kitaba olan ilginin ülkemizde bu kadar düşük olması bir yazar olarak size ne düşündürüyor?
Elbette ki edebiyat her katmandaki insan için çok önemlidir;
Ben, bir yerde edebiyatın gönül abdesti olduğunu da düşünüyorum.
Ben edebiyatı aşka yolculuk, aşkı buluş, aşkı görüş, aşkla yoğruluş olarak da düşünüyorum.
Ben edebiyattı buzlu cam olarak düşünüyor ve bu buzlu camdan dünyanın aynası ve o aynadan yansıyan çeşit çeşit renk olarak da görüyorum.
Tek cümleyle bunu ifade edecek olursam;
Ben edebiyatı okyanusun içinde tek bir damla olarak değil de, her bir damlasında bir okyanus olduğunu düşünüyorum…
Ülkemizde kitaplara olan ilginin bu kadar az olmasına gelince; üzülüyorum.
Suretlerin gerçek edebiyata bu kadar dönük olmasına harbiden üzülüyorum.
Ülkemizde son yıllarda yaşadığımız aleni bir hüsran var; bu nedir?
Bu reklamdır!
Reklam okuyucunun feneridir. O fener hangi kitaba tutulup ışık verirse; okuyucu için ışık odur, gün odur, aydınlık odur; zira görünen odur. Reklam çok eften püften kitapları hafızalarda yer ettirmeye çalışırken, edebi derinliği çok güçlü olan, asıl ve aslolan eserleri raflarda tozlanmaya mahküm bırakıyor ne yazık ki.
Reklam olmalı mıdır? Günümüz edebiyat dünyasında bu kadar ticari döngü içerisinde olmalıdır elbet ancak reklam için her kalemin yeteri maddiyatta güçlü olmadığı aşikardır. Bu durumda parayı veren reklamın davulunu da vurdurur, zurnasını da çaldırır, düdüğünü de öttürür… Ki zaten parayı verenlerin çaldığı düdüğü duyuyor kulaklar, görüyor raflar… Parayı veren düdüğü çalsın bakalım!!!
Kütüphanenizi oluştururken nelere dikkat edersiniz? Yeni bir kitap seçerken ölçüleriniz nelerdir? Yoksa kitaptan çok, belli yazarları belirleyerek, onların eserlerini seri olarak takip etmeyi mi tercih edersiniz?
Kitaplardan çok hayatı ve insan suretine sinmiş kendi gizli romanlarını okuyorum.
Hayır, belli yazarları takip etmek zamanla okuyucunun kendisini onun çemberinde sınırlandırması, onun görüşüyle çevrelemesi, kendine sur çekmesi gibi bir şey oluyor; o nedenle yazarlarının adını kapatarak kitaplara bakıyorum sadece. Çoğunlukla kitabın adıyla yola çıkıyorum ya da belki içeriğiyle ilintisiz olabilirliğini düşünerek birkaç sayfasında gezinti yaparak değerlendiriyorum.
En son okuduğunuz kitap ya da kitaplardan bahseder misiniz?
En son okuduğum kitaplar mı? Kütüphaneye bi gittim ki ne gideyim ve ne göreyim; herkes kitap yazmış… Kimler mi? Mankenler, şarkıcılar, türkücüler, oyuncular, doktoru, hemşiresi, aşçısı, öğretmeni, öğrencisi kısacası tüm ahali…
Müzik dünyası eskilerde olduğu gibi popileritesini koruyamıyor artık… Şarkıcılıkta bitti, mankenlikte, türkücülükte; şimdilerde sadece ve sadece edebiyat tezgahı açıkta ve gündemde… (Ha aralarında gerçekten edebiyatla yoğrulmuş olanlarda var, onları tenzih ettiğimi de belirtmek istiyorum.)
Artık yok olma kaygısını taşıyan herkes edebiyat pazarında… 
Hem böylece tanınmış isimler medya ve basınla iç içe oldukları için, reklamın feneri de kendi ellerinde… Ve diğerleri…
“A”dan “Z”ye herkes ama herkes kitap yazma peşinde; mesela hamilesi hamilelik sürecini, kilolosu zayıflama sürecini, kısacasııı herkes kendisini, kendi yolculuğunu, kendi hayat hikayesini kitaplaştırmak yada romanlaştırma yolunda…
“Benimde bir kitabım olsun” modası…
Elbette yazsınlar; yazmak güzel bir sanat ancak edebiyatın bu kadar ayağa düşmesine hakikaten üzülüyorum. Evet, acı ama gerçek; edebiyat artık ayaklara kadar düşmüş durumda; tek amaç ticaret.
Hal böyle olunca mutfağında pişen kalemlerle,
“Bende yazar olmak istiyorum” diyen kalemler yan yana düşüyor.
İş bu halde, okuyucunun bunu ayırt etmesi için yine ciddi reklam gerekiyor; reklam için ise, ya ciddi para, yada zaten şöhretliysen mesele yok; medyada, basımda, reklamda emrine amade…
Hoş okuyucu da kalmadı ya, dediğim gibi herkes yazar, herkes çizer…
Nerde kalmıştık? Evet ben kitap almak için gittiğim kütüphanede gözlerim o kadar çok yeni kitaplara takıldı ki, aklım uzaklaştı benden; sahi ben kitap almaya mı gitmiştim?
Öylede üstad, gördüğüm tablo unutturmuş işte.
Bu durumda hangi kitabı okuduğumun ya da okuduğumuzun ne önemi var ki? Sevgilerimle.