Kimileri bu görüşe katılmıyor, biliyorum.
Bir akıl tutulması yaşıyoruz ne yazık ki. Tarihi konuları güncel siyasetin içinde dalaşma konusu yaparak önemini yok edeceğini düşünüyor bu gibiler.
Ancak hangi uluslararası bir anlaşma vardır ki Lozan kadar uzun ömürlü ve soluklu olmuştur, bir düşünün!
Lozan’ın iki evresi vardır. Birisi Kasım 1922’de başlar, kesilir; sonra Şubat 1923’te tekrar taraflar buluşur ve anlaşma 24 Temmuz 1923 yılında imzalanır.
Anlaşan devletlerin bir tarafında tek başına Türkiye vardır; öte yanında bütün emperyalist blok. Ve Lozan yalnız Yunanistan’la imzalanmış değil, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkler’in karşısında bulunan ve ona savaş ilan eden bütün öteki devletler imza koymuşlardır.
Bilindiği gibi Mondros savaşın silahlı evresini bitirmişti. Bunun bir anlaşmaya dönüşmesi gerekiyordu ve Türkiye’ye 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr’i önerdiler, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirmek için. 
Ancak Türkler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Sevr’i kaldırdı; tarihin çöplüğüne attı.
Tam üç buçuk yıldan çok süren kanlı ve silahlı bir mücadeleyle emperyalist bloka karşı varlığını ortaya koydu.
Birileri küçümsemeye çalışıyorlar; yok Kurtuluş Savaşı’nda yalnız Türkler Yunanistan’a karşı savaşmışlar!
Cehalet diz boyu, otur; al böyle bönce düşünenleri karşına, tek tek say kime karşı savaşıldığını:
Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Ermenistan, Pontus çeteleri ve yerli ihanet şebekelerine karşı savaş verildiğini...
Evet, bu ülkelerin ve iç ihanet cephesinin tamamına karşı savaşılmıştır ulusal savaşta...
Bir de kahramanlar çıkarıyorlar ya; asabı bozuluyor insanın.
Bu kadar mı bir insan ruhunu bir şeytani düşünceye kaptırabilir diye şaşkınca düşünmekten kendini alamıyor.
Lozan’ın ne olduğunu anlamak istiyor musun a zır cahilim?
Alaycı gülümseyeceğin bir yanıt vereyim:
Al Sevr haritasını önüne, koy üzerine Lozan’ı, aradaki farklar çıksın.
Ha diyelim hemen:
Yalnızca toprak kazanımları olarak.
Bunun yanına kapitülasyonları, kabotaj hakkını, azınlıklar sorununu ve Osmanlı Devleti’nin borçlarını, mübadeleyi; doğu ve boğazlar sorununu..
Onları da at sepete, onları.
Ha, Misak-ı Milli hedeflerimiz var dersin; akıllı ve güçlü bir dış politikayla haklarını savunursun, buna kimse bir şey diyemez.
Ama öte yandan başka yerlerde de toprak kaybedemezsin, örneğin egedeki küçük ada ve kayalıklarda...
Bak Osmanlı Devleti’nin son üç yüz yılına!
Hep toprak kayıpları, hep geriye çekiliş ve hep soykırım ve katliamlar…
İlk kez Anadolu direnişiyle Türklüğün ruhu dirilmiş ve batı karşısında başarıya ulaşmıştır.
Bunu neden görmüyorsun?
Emperyalist saldırılar bu topraklarda yenilmiş ve bütün ezilen uluslara bu başarı ve sonraki devrim hareketleri ilham kaynağı olmuştur.
Bunu anlayamıyor musun?
Sen gözünü bir kere siyasi bir zehir olarak Osmanlıcılık ruhuna bürünmüşsün ya sözüm ona; sanıyorsun ki, Osmanlı ta Kanuni Sultan Dönemi’nde Mohaçlar’da esen bir rüzgardı da...
Ah Mustafa Kemal geldi de o muhteşem rüyayı söndürdü; öyle mi?
Bak!
Hastalık suç değil!
Her şeyin tedavisi olabilir, yeter ki ruhun istesin.
Git bir tımarhaneye, vurdur narkozu, altı ay uyut kendini, sonra dön dünyaya ve onun gerçeklerine bak!
Unutma.
Lozan senin, bizim, hepimizin onuru ve namusudur. 
O namus bir delinirse; ah bir delinirse, inan bana fellik fellik Sevr’i bile arar haline gelirsin.
Niye mi?
Emperyalizm o zamanki emperyalizmden çok daha sinsi, ince hesaplı ve güçlü...
Anla bunu artık, anla!
Sıyrıl şu bön aklından da gerçekçilik gözlüğünden bak dünyaya.
Biliyor musun, sorun öyle Lozan mozan vesaire değil:
Senin yaşadığın akıl tutulması.
Siyasetin uyuşturucu etkisi ile dumanlaşmış gözlerin...
Vahdettin de yaşamıştı o akıl tutulmasını ve ilk kez bir Osmanlı Padişahı onun sayesinde bir düşman ülkenin toprağına sığınmış oldu.
Hem de müslümanların parasıyla alınmış Malaya zırhlısıyla...
Vay ki ne vay; ah vay ki ne vay!