Şiî kaynaklara ve şakird’lere göre: 

“Bu du’a’yı okuyan veya yazılı olarak üzerlerinde bulunduranlar dünya’da her türlü belâ’dan, âfet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebîr ile Allah’a münacatta bulunan kimseye Bedir şehid’leri derecesinde, 900.000 şehid sevabı verilir. Bu du’a’yı kefe’ni’nin üzerine yazan mü’min ise azap görmez. Dört semâvî kitabı okumuş gibi olur, her harf için kendisine cennette iki ev ile iki zevce verilir; insandan ve cin’den bütün mü’minlerinki kadar sevap kazanır; aslâ cehenneme girmez. Yine Şîa’nın ve şakird’lerin iddiasına göre, Haz.Cebrâil Haz.Peygamber’den bu du’a’yı kâfirlere öğretmemesini, sadece mü’min ve takva sahibi kimselere ta’lim etmesini istemiştir. 

Şakird’ler tarafından çok büyük bir i’tibarla karşılanan ve muhtelif bu’d’larda yüzlercesi basılan Cevşen-i Kebîr, Besmele ile başlar, “Süphâneke lâ İlâhe Ente” ile nihayetlenir, herbiri Allah’ın isim ve sıfatlarından on’unu ihtiva eden on bölümden oluşan bir tevhîd ve tesbihatten ibarettir. Bu Esmâ ve sıfât’ın muhtevâ bakımından Allah’a nisbetinde herhangi bir mâni yoktur. Bir kimse’nin du’a ve zikir babında bu kelimeleri tekrarlamasında da bir mahzur görülmemiştir. Ancak, Cevşen-i Kebir’in faziletleriyle alakalı olarak nakledilenler, yazılıp-çizilenler, tergîp ve teşvik’in çok ötesinde manaları hâmil bulunmaktadır. 

Allah’ın insanoğlu’na bahşettiği imkânlar ve kâbiliyetler, ona lufettiği haklar ve tahmil buyurduğu mükellefiyetler karşısında, bir kişinin sadece bu du’ayı okumakla dünya ve âhiretin bütün kötülüklerinden korunup ebedî saadete erişmesi İslâm dini açısından mümkün değildir. 

Diğer taraftan, bu dua’nın her bölümünde ısrarla Tevhid’e işaret edilmesi ve her bir satırında yoğun bir şekilde Allah’ın Kudsiyetinden bahsedilmesi karşısında bu du’a’nın iman etmeyenler, müşrikler tarafından okunmasının onlar için ne ma’nası vardır ki, Cebrail aleyhisselâm bu konuda Haz.Peygamber’i hâşâ! uyarmış olsun. Üstelik bu du’a, bir şekilde literatüre girmiş, herkesin kolaylıkla ulaşabileceği herkesin vâkıf olabileceği bir du’a’dır, kimden ve nasıl gizlenecektir? 

Şakird’ler, Şîa ile birlikte bu du’a’nın, kâfirlere öğretilmemesi ve yalnızca mü’min ve takva sahibi kimselere öğretilmesi gerektiğine inandıkları halde, Vatikan’ın, İstabul Temsilciliğinde bir zamanlar Hukuk Komisyonu Başkanı olarak vazife yapan, Bay Marovich Temsilciliği, ve burada bulunan Esperit Kadedralini ziyaret edenlere, “Bizim Çok Değerli Misâfir’lerimize çok nâdide bir hediyemiz,” diye takdim ettiği hediyeler, Kırmızı Kap’lı bir Cevşen-i Kebir idi. Nitekim, bir toplantı için gittim Temsilcilikte, bendenize de, “Cihan Yayınları’nın, Türkçe Okunuşlu ve Açıklaması, Cevşen-i Kebir, İstanbul 2003 baskı tarihi Kırmızı Kapaklı, plastik cilt’li,” bir Cevşen-i Kebîr hediye etmişti. 

Türkiye’nin en zenginlerinden, büyük bir holding’in eşbaşkanı, Yahûdî Cemaatinin ileri gelenlerinden, Uzeyr Garih, her Cumartesi günü ziyâret ettiği, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi’nin Eyüpsultan Mezarlığı’ndaki Kabrini ziyaret sırasında, bir su-i Kasda ma’ruz kalmış bıçaklanarak öldürülmüştü. Üzeri arandığında cebinden bir “Cevşen-i Kebîr” çıkmıştı. 

İmdi! Şakird’ler, ya bu du’a’nın kafirlere-müşriklere değil de sadece mü’minlere ve takva sahiplerine öğretilmesi gerektiğinde samîmî değiller, ya da kendi ta’birleriyle Hıristiyan ve Yahûdî kardeşlerini kâfir ve müşrik olarak kabul etmiyorlar. 

Hazindir ki, Kur’ân’ın lafzı da ma’nası da, nazmı da tefsiri de bu Risâlelerdir, denilerek, nasıl Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden bile okutmadılar, öğretmedilerse, Cevşen’i tavsiye ederek Kur’ân-ı Kerim’deki ve sahîh Hadis Külliyatındaki me’sûr du’a’lardan şakird’leri uzaklaştırdılar. 

Cum’a günleri va’az etmekte olduğum cami’i’de, kürsüden indiğimde her zaman olduğu gibi, cemaatten soru soranları cevaplandırırken, genç bir adam, “Hocam! Ezberleme zorluğum var, kısa ve daima akılda tutabileceğim bir du’a tavsiye edermisiniz,” demişti de kendisine: 

Bakara Suresi’nin 201 âyet-i Kerimesini teşkil eden ve bütün sahîh Hadis Külliyatında, Sevgili Peygamber’imizin “en güzel du’a’dır,” buyurduğu, “Onlardan bir kısmı da; Ey Rabbimiz! Bize dünya’da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.” meâlindeki âyet-i Kerime’i aslına uygun olarak yazdım, altına da latince harflerle nasıl okunacağını yazdım, gösterdim. Genç adam teşekkür etti. Ayrılmak üzereyken, cemaatten orta yaşlı bir adam yanımıza geldi. Konuşulanları işittim, “Siz, o du’a’ları bir tarafa bırakınız, ben size, haftaya bir Cevşen getireceğim, en makbul du’a  budur, ondan başka da kabûle vâbiste herhangi bir du’a yoktur,” dedi. 

Hâşâ! hâşâ! Sümme-Sümme hâşâ! Fesümme fesümme hâşâ! 

Cehâletine vermeseydim, “Defol zındıkkk!” diye haykırırdım. 

Kur’ân-ı Kerim’de, Cenab-ı Hakk Haz.Âdem’den Haz.Hâtem’e kadar, Kur’ân-ı Kerim’de kıssaları geçen bütün Peygamber’lerden du’a’ları bizlere vahyen bildirmiştir. 

“Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine; bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.” (Bakara 2/36) 

“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.” (Bakara 2/37) 

(Haz.Âdem’in Rabbinden aldığı ilhamlar hakkında muhtelif yorumlar yapılmıştır. Bu ilhamlar, onu ikaz ve irşad mahiyetinde tavsiyelerdi. Abdullah İbn-i Mes’ud’a göre bu ilhamlardan birisi namazlara başladığımızda okuduğumuz, “Süphâneke”dir. Diğer ba’zı müfessirler ise, bu ilhamlardan birisinin de A’raf Sûresi, 23.âyetinde geçen, “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlakâ ziyan edenlerden oluruz.” 

Müfessir Kadî Beyzâvî’nin naklettiğine göre Haz.Eyyup, çok varlıklı ve aile efradı geniş bir zât idi. Fakat evinin yıkılması sonucu -muhtemelen bir zelzeleden sonra- aile fertlerinden çoğunu, malını-mülkünü kaybetmişti. On yıldan fazla bir müddet devam eden ağır bir bedenî-sıhhî duruma müptelâ olmuştu. Bütün bu felâketlere rağmen, halinden şikâyet eder gibi bir duruma düşmemek için ve takdire rıza’da sebat üzere olduğundan durumunu Cenab-ı Hakk’a arz ederek O’ndan sıhhat ve âfiyet istemekten imtina ediyordu. Nihâyet, eşinin ısrarlı ricası üzerine aşağıda meâlini vereceğimiz âyette ifâde buyrulan sözlerle niyazda bulunmuştur. 

“Eyyub’u da (an) Hani Rabbine; Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.” (Enbiyâ 21/83) 

“Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun du’a’sını kabul ettik; kendisine dert ve sıkıntı olan ne varsa giderdik ve o’na aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (Enbiyâ 21/84) 

(Zünnûn “balık sahibi” demek olup Haz.Yunus’un lakabıdır. Bu lakap kendisini balık yuttuğu için verilmiştir. Yunus Peygamber, uzun bir müddet kavmini dine da’vet etmiş, fakat inandıramayacağına kanaat getirmiş, öfkeli bir halde, onlara isabet edecek bir musîbetten kendisini kurtarmak için onları terkedip gitmişti. Bir gemi yolculuğunda, fazla yükten gemi batmak üzereyken, yükünü hafifletmek ve gemiyi kurtarmak için çekilen kur’a sonucu denize atlamak zorunda kaldı. Onu iri bir balık yuttu. İşte bu balığın karnında Allah’a, âyette ifade buyrulan du’a’yı okudu. 

“Zünnûnû da (Yûnus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımız zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde: “Senden başka hiç ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum” diye niyaz etti.” (Enbiya 21/87) 

“Bunun üzerine onun du’a’sını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.” (Enbiya 21/88) 

“Şâyet Rabbin’den ona bir ni’met yetişmemiş olsaydı o, mutlakâ kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.” “Fakat ardından Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden kıldı.” (Hakka 68/49/50) Haz.Yûnus’a vahyedilen yukarıda meâlini verdiğimiz âyet-i Kerime ve bu du’a’dır..