Geçtiğimiz hafta yanı başımızdaki bir coğrafyadan Halep’teki hava saldırısının ardından götürüldüğü ambulanstaki bakışlarıyla dünya kamuoyunun dikkatini çeken 5 yaşındaki Ümran Dakneş’in aynı saldırıda yaralanan ağabeyi, yaşamını yitirdi. Çarşamba günkü saldırıdan sonra  Reuters, 10 yaşındaki çocuğun iç kanama ve organ hasarı nedeniyle hayatını kaybettiğini belirtti… BM Çocuk Fonu (UNICEF) İcra Direktörü Anthony Lake, Halep'te bina yıkıntılarının altından kurtarılan “Ümran gibi 100 binden fazla çocuğun savaşın mağduru olduğunu bildirdi’’.
 Suriye’de 5 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşın bilançosu giderek ağırlaşıyor.
Geçtiğimiz yıl Bodrum açıklarında ailesiyle birlikte Yunanistan’a geçmeye çalışırken şişme bir botun devrilmesi sonucu annesi ve kardeşi ile birlikte boğularak hayatını kaybeden üç yaşındaki Aylan Kurdi’nin cansız bedeni Türkiye ve uluslararası kamuoyunda infial yaratmıştı. Aylan Suriye’de yaşanan savaşın sonucunda iptidai şartlar altında umuda yolculuk yapan mültecilerin mütemadiyen haberlere yansıyan görüntülerinden değildi. 
Bu kez kıyılarımıza vurmuş olan masum, günahsız ne savaştan, nede silahtan haberi olan üç yaşında bir çocuğun cesediydi. Kırmızı ve lacivert renkli giysisi ile kıyıya vurmuş olan yavrucağın o fotoğrafı yıllar geçse bile silinmeyecekti hafızamızdan.
Aylan savaşta ölen tüm çocukların simgesi olmuştu… 
Aylan’ın fotoğrafı Avrupa ülkelerinde mültecilere bakış konusunda bir değişikliğe yol açmıştı. Toplumsal vicdanın kaçınılmaz tepkisi kitleler halinde harekete geçmişti…
Geçtiğimiz hafta ise 5 yaşındaki Ümran Dakneş’in görüntüsü Suriye sorununun çocuklar üzerindeki acımasız yüzünün yeni simgesi oldu…
Enkaz altından toz içinde çıkmıştı çocuk. Anlamsız, tepkisiz bakışlarla bakıyordu etrafına.. Ağlamıyordu…
Anne demiyordu. Ambulansın koltuğuna oturmuştu. Yüzü kan içindeydi. Yüzüne dokundu çocuk ve ellerini ambulansın koltuğuna sildi. Şoktaydı…
Çocuk ve Savaş… Çocuğun dünyasında ne savaş, nede savaşın izleri olmalı. Savaş, Onların küçücük ve renkli dünyalarına ait bir kavram değil. Sevgi ve şefkat dolu bir anne kucağında mutlu büyümeli çocuklar. En fazla kırmızı burunlu bir Palyaçonun karmaşık renkli ve farklı yüz boyalarına bakıp korkuyla ağlamalı.
Güneşli günlerde oynadıkları avluları, salıncaklarında sallandıkları parkları olmalı. Yemyeşil ağaçların tepelerine tırmanmalı. Kiraz toplamalı, dalından koparıp yemeli tüm yemişleri çocuklar. 
Oyuncakları ve özgürce gökyüzünde süzülen kırmızılı, mavili rengarenk uçurtmaları olmalı. Şarkılar söylemeli, ninniler dinlemeliler. Şeker hamuruyla süslenmiş tarçınlı, üzümlü kurabiye pişirmeli onlara Anneleri. Babalar Uyumadan önce masallar okumalı. Sadece o masallarda var olmalı kötüler, kötülükler. Karga peyniri yemeli, Keloğlan kötüleri aklıyla yenmeli. Prens, Pamuk prensesi öperek uyandırmalı uykusundan ve onu çok sevmeli…
Ümran, Aylan ve ölen diğer binlerce çocuk en çok korunmaya ve güvende hissetmeye muhtaç oldukları “okul öncesi” gelişim döneminde ya yaşamlarını Ege Denizi’nin karanlık sularında plastik bir bot içinde verdiler yada oyun oynadıkları sokaklarda, uyudukları yataklarda, bombaların üzerlerine yağdığı karanlık gecelerde… Enkaz altından çıkarılırken kendilerinin suçu olmayan bir savaşın tüm kefaretini gelecekleriyle ödediler.
Okul öncesi dönemde gök gürültüsünden bile korkup anne ve babasının yanında uyumak isteyen, kendilerine hayali oyun arkadaşları üreten çocukların nasıl bir kaygı hissedebileceklerini tasavvur dahi edemiyorum. 
Sözde büyük, güçlü ve medeni insanlık çocukları koruyamıyor. Çocuklar bir sonraki sabahlara uyanabilecek mi? 
Yaşanan travmalar onların gelecekteki yaşamlarını nasıl etkileyecek? Sadece kaygı, uykusuzluk, korku olmayacaktır yaşananların etkileri…
Çocukları koruyamıyoruz... Şarapnel parçalarından, bombalardan, büyüklerin güç ve çıkar ilişkilerinden, savaşlardan kötülerden ve kötülüklerden koruyamıyoruz…
Ümran’ın ambulanstaki görüntülerinin haber akışlarını gördüğüm gece; oğlum kuzeninin sünnet düğünündeydi. Palyaço animasyonları ile eğlenip, danslar ettikleri, kocaman bir masanın etrafında oturup güzel bir kır düğününde koşturdukları, en güzel giysilerini giydikleri bir geceydi.. Gülümseyişleri, kahkahaları dünyanın en büyük servetlerine değerdi…
Yazımı yazdığım, çalıştığım saatlerde ise oğlum dedesi ile birlikte yazlık evimizin sitesine ait iskelede yüzmeyi öğreniyor, dondurma yiyor, teknemizle denize açılıp balık tutmaya gidiyordu. Anneannesi ona üzümlü kek pişirmişti. Evimizin içi vanilya kokuyordu. İki gün öncesinde ise oğlumun doğum günüydü mutlulukla pastasının mumlarını söndürdü ve heyecanla hediyelerini açtı.
Bir Anne için kendi çocuğu olmasa bile bir çocuğun zarar gördüğünü, kötülüklere maruz kaldığını görmek, duymak, çaresizce hiçbir şey yapamamak ne demektir?
 Yoksul Anne ve Baba günlük işçi olarak karınlarını doyurmak için tarlada çalışırken o çocuklardan biri, bir bebek bırakıldığı bir çadırda hunharca istismar edildi…
Bombalanan Düğün alaylarında yada hava atışlarında can veriyor çocuklar. Akli dengesi yerinde olmayanlar ise uzaktan kumandalı bomba düzenekleri ile canlı bomba olarak kullanılıyorlar. 
Geçmişte 1992-1995 yılında yaşanan savaş sonrasında Bosna Hersek’te yetimhaneler Sırp askerlerinin zorla sahip oldukları kadınların tecavüz bebekleri ile doluydu… Savaş sırasında insanlık dışı muamele gören ve ırzlarına geçilen kadınlar bebeklerini kabul edememişti ve bu annelerin dünyaya getirdiği çocuklara tecavüz bebekleri deniyordu. 
Savaşın en büyük mağdurunun her dönem çocuklar ve kadınlar olması insanlık tarihi kadar eski…
Bir Annenin hamileyken bebeğini beklediği zamanlarda içinde iki kalp atar. İki can hayat bulur tek bedende..
Bazen de çok daha fazla kalp atar içinde…
Bir kadın şayet emzirme dönemindeyse; Savaş gibi bir lanetin iptidai ve yoksul koşullarında olsa bile bir başka  bebeği annelik refleksiyle doğanın ona verdiği içgüdüler sayesinde hiç düşünmeden emzirir. Bir göğsünden kendi bebeğini, diğer göğsünden ise bir kimsesizi besleyebilir.. Onun kimin çocuğu olduğunu bile düşünemez…
Çocuklar… O kocaman kestane rengi masum gözleriyle bizlere bakıyorlar. Paylaşamadığımız gezegenin suyu hatta yüz ölçümü bile sınırlı… Yaşamak için suya, oksijene, sevgiye ve iyi insanlara ihtiyacımız var.
Savaş, ancak mücadeleci ol, pes etme! anlamında çağrışımlar yapan ve   çocuklarımıza verilip yaşatılabilecek güzel bir isim olabilir…
Çünkü hiçbir savaşın gerçek bir galibi yoktur. 
Çocukları koruyamıyoruz efendiler…
Onların o küçücük ellerini,minik bedenlerini öfkemizden, sapkınlıklarımızdan, emperyalizmden, körleşmiş ilkel ideolojilerden, fanatizmden, yokluktan, sefaletten koruyamıyoruz… Onlar,  hiçbir şey hissetmeyen; ümitsiz bakışlarla bakıyorlar bizlere. İnsanlığı utandırıyorlar o, kahreden saflıkta ki bakışlarıyla…
Çocuklar küsmüş efendiler…Susmuş kahkahaları…Kıyamet çocukların suskunluğunda gizlenmiş…
Onları içimize gizlemek, o kıyametten çekip almak, saklamak istiyoruz; Anaç bir sevgiyle… Öyle ki “İnsanın insana ettiği zulüm bitene dek, bir bedenin içinde iki kalp atana dek onları doğurmamak üzere”….
BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN…
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
N. Hikmet