Uyanış Vaktidir... Hayy’di... Değerli hocamız Kevser Yeşiltaş ile “UYANIŞ” yazı dizimiz devam ediyor...

Hoş geldiniz hocam. Bugün yine bir aradayız ve yine sizin eşsiz bilgilerinizden faydalanacağız…

Tüm değerli okuyucuları öncelikle sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Bu yazı dizisinde farklı bir farkındalığın kapısını aralayalım istedim. Bilim ve ilim bir arada bir yazı olsun. Çünkü bilime çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız. Zira fazlasıyla bilgiliyiz. Bilgi her yerde. Fazlasıyla ilgiliyiz. Çok şükür ilgi alanlarımız genişledi ve her yerde ilgimize yönelik bilgiler veriliyor. İnsanlık olarak titreşimlerimiz ortak alandan beslenerek hızla yükseliyor. Farkındalığımız arttı. Uyanışa geçtik. Öyle kıyıda köşede bekleşen bir Anadolu insanı kalmadı. Her şeyden haberdar, her konuda bilgili ve ilgili, uyanık insanların olduğu bir coğrafyadayız. Bunu önce baştan bilelim. Ancak. Şöyle kendimize baktığımızda eksik kalan tarafımızı görebilmemiz mümkün. Bu eksiklik nereden geliyor. Travmalardan, geçmişin bizi meşguliyetinden, zihnimizin karışıklığından. Bunu anlamak mümkün. Çünkü geçmişimizde olanlar, titreşimimizi engellemez. Geçmişimiz uyanışımıza engel olmaz. Sadece zihnimizi meşgul ettiği için gelecek planları yapmamıza engel olabilir. Çünkü bağlandığınız bir kaynak var. Yıllar öncesinden yaşadığınız travmalar sizde sürekli yayın yapıyor. Bilinçaltları öyle tertemiz akü pak değil maalesef. Bu bir ağırlık. Nasıl ki uzay aracı ağırlıklarını atıyor. Nasıl ki balonla yükselmek için kum torbaları atılıyor. İşte aynısını yapmamız gerekiyor. Yükselmek için ağırlıkları şifalandırmak gerekiyor. Geçmişin şifalandırılması olmadan gelecek gelemiyor.

Peki, geçmişin şifalandırılması nasıl olacak?

Ayağınızdan bağlı olduğunuz zinciri kırmadan yürüyemiyorsunuz. Ağırlıklarla yükselemiyorsunuz. Ancak bulunduğunuz yerde uyanışınız tam, titreşiminiz yüksek, farkındalığınız çok yüksek seviyede. Ancak ayağınızdaki bu zincir sizi yerinizde tutuyor. Bu bağlardan kurtulmanın tek çaresi yıllar önce tavramlarınızdaki hallerinizi kayıt eden, bedeninizdeki protein hücrelerinin atılması. Yerine de daha bilgece proteinler üretebilmek. Geçmişin şifalanması, hücrelerinizin yenilenmesi, keder dolu protein hücrelerinin dışkı idrar ter ile vucuttan atılması ve yerine yeni protein hücrelerinin genlerinize yerleşmesi. Şimdi sizin bunu yapabilmeniz için önceden bazı işaretleri bilmeniz gerekiyor. Bu yüzden bu yazı başlığımız kendime işaretler bıraktım. Kainatın sistemi kapalı bir sistem aslında. Ser verir sır vermez. Her şey gaybidir her şey gizlidir. Ancak küçük kırıntılar kainata salınmıştır ve her yere saçılmıştır. O kırıntıları görüp yorumlayabilenler ilerleyebilir. Sekiz milyar insanın bir basamak çıkması sizce mümkün mü. Yüzde sekseni yiyen içen üreteyen çiftleşen turist. Evet. Yanlış okumadınız. Turist. Bu dünyaya bir turist olarak gelirler, yerler içerler çiftleşirler şöyle etrafı bir gezerler, ne var ne yok şahid olurlar, dünya malını tadarlar daha sonra ölümü tadarlar ve buradan ayrılırlar. Onların amel defterleri kapalı kalır. Yaptıkları kadarı ile giderler. Ancak çok az kısmı, bu dünyaya gelirler, yerler içerler çiftleşirler, dünya maddesini tanırlar, etrafı gezerler ve kalıcı eserler bırakarak ölümün tadını alırlar ve buradan ayrılırlar. Onların amel defteri açık kalır. Şimdi size soruyorum. Siz de böyle bir turist misiniz. Amel defteri kapalı olan. Yoksa, amel defteri daima açık kalanlardan mı olacaksınız. Bir faydanız yok mu. Dünya bir ev sahibi. Siz de kiracısınız. Kiranızı ödemeden buradan ayrılmak olur mu. Dünya size hakkını helal eder mi. Toprağı kullandın. Yedin içtin. Bir faydan olmadan mı gideceksin. Dünyaya bir bedel ödemeden mi. bunu lütfen bir düşünün. Siz amel defteri yaptıklarınız kadar ile mi yetinenlerdensiniz yoksa amel defteri açık kalacak olanlardan mısınız. Bunu bir ara düşünün ve bir yere not edin. Kainat küçük kırıntılar bıraktı. İşte bu kırıntılardan biri de, bu dünyanın hakkını verebilmek. Yani bir faydanız dokunmalı dünya toprağına ve insanlığına. Dünya malını kullandınız, karşılığında dünyaya bir eser bırakmanız lazım. Bu eser ister bir sanat eseri olur, ister insanlığı aydınlatan bir eser olur, ister gelecek nesiller için bir okul olur, ister iyi yetişmiş bir çocuk olur, bir çeşme olur, bir kitap olur, bir vakıfa bağış olur. Ne olursa olsun. Arkadınızdan, size yetişecek olan bir dua olsun. Ki dünyaya hizmetiniz tamamlansın. Kainatın küçük kırıntılarından bahsedeceğim şimdi. Belki bundan sonra fikriniz değişebilir. Bu kırıntılar birer işaret. İlahi işaretler. Size bırakıldı. Görün anlayın bilin diye. En anlaşılır Öztürkçe hali ile bu işaretlerin bazılarını size anlatmak istiyorum izninizle.

Kss5

Tabii hocam, çok mutlu oluruz…

Birinci işaret: Sinaps.

Beynimizde, beyin hücreleri arasında Sinaps var. Siz onlara Mesajcılar diyebilirsiniz. Postacılar. Kimyasal iletken. Beyninizin bilgi ileticileri ve aldığı bilgiyi her yere de dağıtan görevli varlıklar onlar. Ve sizin kafatasınızın içinde duruyorlar öylece. Çalıştırın lütfen onları. İş verin. Size verilen bedenin kirasını ödemiş olursunuz. Dünyaya bir hizmet etmiş olursunuz.
Sinaps ne yapar, soyut düşüncenizi somutlaştırarak, bedeninize iletir. Bu kadar basit. Snapslar beyinde oluşan her türlü bilgiyi bedeninizdeki tüm organlara iletir. Sinaps türkçesi kucaklaşma anlamına geliyor. Boşluk gibi görünen Boşlukları dolduran sinapslar organlar arası, hücreler arası kucaklaşmayı tayin ediyor. Bebek daha ana karnına tutunduğu ilk hafta başlıyor sinapslar hareketlenmeye. Sinapsların çokluğu sizin zeka artışınız demektir, idrak artışınız demektir, anlayış ve kavrayışınızın gelişmesi demektir. İşte bu sizin kendinize bırakabileceğiniz iyi bir işaret. Bunu lütfen düşünün ve sevdiklerinize aktarın. Onların soyut düşüncelerini, somuta çevirebilecekleri bir imkan sağlayın. Bazı şeyleri tevekkül edin. Okuduğunuz her şeyi ezberleyerek başınızla onaylamayın. Biraz üstünde düşünün ki sinapslar çalışsın hücrelerinize ulaşsın ve bilgiyi tüm organlara iletsin. Bazı şeyler vardır ki, hafife alınmaz, o şeylerle dalga geçilmez. İşte kainatın bıraktığı bu küçük işaretleri dalgaya almak, önemsememek, kendinize yaptığınız en büyük zulüm.

İkinci işaret: Mitokondri

Mitokondri türkçesi iplikçik demek. Bu mitokondriler hücrelerimizde yaşıyor. Kendi kendilerine bağımsız olarak bölünüp çoğalıyorlar. Kendilerine ait DNA’ları var. Kendilerine ait zekaları var. Mitokondri çok ilginçtir ki, hücrelere sonradan geçti. Nereden geldiler, nasıl hücreye girdiler ve ne amaçla hücredeler bilinmiyor. Sanki biri hücrenin içine mitokondriyi sonradan koymuş gibi. Sanki yüce bir güç, bu mitokondri gibi kendi aklı kendi DNA’sı olan bu organeli, hücreye sonradan ilave etmiş sanki üfürmüş gibi. Mitokondrilerin Kendi genetik bilgileri var, bağımsızlar yani, bedenimizle sonradan uyum sağlamışlar. Bize ait değiller, yaradılışımızın ilk anlarında yoklar sonradan ilave edilmişler. Mitokondri bulunduğu hücreden ayrı çalışıyor. Şunu söylemek istiyorum sevgili okuyucular. Bedenimizde ayrı bir dünya var. Bir ben var, hücrelerimden oluşan bir ben, bir de benim içimde akıllı bir organel var. Bu güzel bir işaret aslında. Kendinize bırakabileceğiniz bir işaret bu. Mitokondrilerin kendi çekirdeği kendi DNA’sı var, bağımsız bölünebilmesi ayrı bir meziyeti. Kısaca, sizin hücreleriniz içinde ayrı bir evren var. Mitokondri, hücre ile beraber yaratılmadı, sonradan hücre içine girerek uyumlanmış bir organel. Mitokondri, vücudumuz için önemli enerji kaynağıdır. Onlar, yediğimiz gıdaları ve nefes aldığımız oksijeni alıp enerjiye dönüştüren hücrelerimize yerleştirilmiş minik fabrikalar. Vücudumuz dediğimiz bu makinenin çalışması için gerekli. Yaradılışta sanki eksik kalmış da sonradan ilave edilmiş gibiler. Tıpkı arabanın benzini gibi görevleri var. Benzin yoksa araba ne işe yarar. Mitokondri olmasa hücre enerji üretemez bunun gibi. Mitokondriler olmasa veya sağlığı bozularak işlev göremezse hücreler enerjisiz kalıp ölürler. Ölen hücreler vücuttan atılır. Azalan hücrelerin yerine gelmesi de imkansızlaşır. Peki bize ne olur. Önce yorulur halsiz kalırız, sonra yaşlanır, organlarımız fonksiyon kaybına uğrar en sonunda da yaşamımız son bulur. Mitokondrilerin çok önemli bir görevi var. Aldığımız besinler arasında ekmek yağ meyve gibi yiyeceklerin yanması var. Bedenimiz bu yiyecekleri yakıyor öğütüyor. Besinin öğütülmesi sonucu besinlerin içinden çıkarak serbest kalan oksijen bedene zarar veriyor. Bedende serbest kalan oksjien yanıcı etki gösterir. Mitokondri bir yangın söndürücü. Serbest kalan oksjienin etkisini yok ediyor. Eğer bu olmasa, daha erken yaşlanarak ölebilirdik. Bu önemli bir işarettir. Uzun yaşamanın sırrı, sağlıklı kalabilmenin sırrı mitokondrilerin varlığına bağlı. İşin ilginç yanı, mitokondriler sadece ve sadece anneden çocuğa geçer. Yani anne yumurtasında var, babanın siperminde yok. Belki de atalarımız boşuna dememişler cennet annelerin ayağı altında. Mitokondri anneden çocuğa aktarılmasaydı, bugün kimse uzun ömürlü olamayacaktı.                                 

Üçüncü işaret: NAD

NAD nedir hücrelerin enerji üretmesine yardımcı olan doğal enzim.

Nasıl oluşur. Az yemek ile. NAD, hücrelerin enerji üretimi için gerekli molekül. Arttırılabilmesinin tek yolu aç kalmak. Enerji molekülünün artması, aç kalmak  ile doğru orantılı. Sofradan yarı aç kalkın diyen peygamberimizin hadisi var. Yılın otuz günü oruç tut diyen islam dini var, sabah öğlen akşam öğünleri dışında aç kalın, acıkın, atıştırmayın diyen tıb bilimi var. NAD ne kadar çoksa bedeninde, genç ve dinç kalmak mümkün. Mitokondri organeli ile NAD enzimi beraber çalışıyorlar. Mitokondri enerji üretecek nad taşıyacak ve ulaştıracak. Mitokondri bir enerji üretim santrali, NAD enzimi de bu enerjiyi taşıyan sistem. Eğer sen sürekli yersen, miden ve ağzın hiç boş kalmazsa ve hiç aç kalmazsan açlık hissin oluşmazsa NAD denilen bu moleküllerin görevi kalmıyor, boşa çıkıyorlar, bedenden atılıyor ve  yerine yenisi gelemiyor. Anti NAD haline dönüşüyorlar. O halde NAD biterse yiyeceklerin vitaminini, enerjiyi ne taşıyacak? Yedikçe bitkinleştiğini gözlüyorsan az ve sık yemek daha iyi  olacaktır. Tabi bu bir tavsiye değil. Doktorlarınız ne diyorsa odur. Ancak bu ilahi işareti bilmen çok önemli. Mitokondrinin varlığı sonucu NAD enziminin oluşması da ilahi bir işaret. Bu işarete dikkat etmen gerekiyor. Oruç çok sağlıklı, öğünler arası bir şeyler yememek çok önemli, acıkmayı öğrenmek çok önemli. Açlığı bilmek önemli. Yarı aç kalkabilmek, tıka basa doymamak çok önemli. Bu hem nefs terbiyesi için hem de bilimsel olarak böyle.

Dördüncü işaret: Kuantum dolanıklık.

Dolanıklık, özel bir kelimedir. Kuantum biliminin bir ifadesidir. Aslında sizin hiç de yabancı olmadığınız bir anlamı var dolanıklık kelimesinin. Çok aşikarsınız. Çünkü Anadolu insanı kuantum dolanıklığı binlerce yıldır bilir ve kullanır. Nasıl mı, şimdi size bunu açıklamak istiyorum.

Kuantum fiziğine göre iki benzer parçacık birbiriyle eşzamanlılığa sahiptir. Eş zamanlılık, aynı mekanda, aynı zamanda olmalarını gerektirmez. Birbirlerinden milyonlarca kilometre uzaklıkta da olsa, iki benzer parçacık birbirleriyle etkileşirler. Bu kuantum biliminin ortaya koyduğu bilimsel bir veri ve ispatlanmış bir bilgi. Oysa atalarımız bunu binlerce yıl öncesinden bilerek kullandılar. Bilim yeni keşfetmiş olması da ilginç. Einstein dolanıklık kelimesini "uzaktan ürkütücü eylem" olarak belirtir. Ürkütücüdür çünkü. Einstein zeki olduğu kadar akıllı bir adamdı. Dolanıklığın neden uzaktan ürkütücü eylem olduğunu şimdi anlatacağım. İki veya daha fazla parçacık birbirleriyle eş zamanlılığa sahip. Bu bilim için paradoks demek. Yani mükemmel kaos demek. Erenlerimiz evliyalarımız bunu şöyle ortaya  koydular binlerce yıl önceden. İki gönül birleşince mesafeler kısalır. Kalpleri aynı anda atar ve zaman - mekan ortadan kalkar. Bu konu üzerine erenlerimiz ozanlarımız şiirler yazdılar, eserler ortaya koydular.  Hatta kuantum dolanıklık şöyle de açıklanabilir. Aradan kaç yıl geçse de, vefat eden sevdiklerimizi sevmeye devam  ederiz, onlar için mevlütler okuturuz, eşyalarını saklarız, sanki yanımızdaymış gibi onları özleriz. Çünkü onlardan bir parça bizde var olmaya devam ediyordur. Aramızda kan bağı, can bağı vardır. İşte bu kuantum dolanıklık için yeterli bir açıklama olacaktır. Vefat eden yakınlarımızın eşyalarını bağışlarız ayakkabılarını kapı önüne koyarız ki, dünya ile irtibatları biraz azalsın ve gittikleri yerde huzur bulsunlar. Bebeklerin eşyaları verilmez, gece karanlıkta dışarda bırakılmaz, giydiğin bir şey başkasının giymesine izin vermezsin çünkü senden bir enerji taşıyordur bunun gibi. Bazen de ikinci el aldığımız eşyaları sileriz temizleriz yıkarız ki eski enerjileri evimizde var olmaya devam etmesin. İşte bu kuantum dolanıklık. Anadolu insanları yüzlerce yıldır bu bilgiyi bilir ve ona göre önlem alırlar.

Kuantum dolanıklık etkisi nedir hocam? Bahsedebilir miyiz?

Kuantum bilimi şöyle diyor: iki parçacıktan birine belirgin bir değişim yaparsan, eş zamanlı olan diğer parçacıkta da aynı sonucu alırsın yani o da etkilenir. Bir parçacığa yaptığın etki, diğerinde de gerçekleşir. Bu gerçekten Einstein’in dediği gibi ürkütücü.

Ürkütücü olması nereden geliyor. Çünkü büyülerde, tılsımlarda, sihirlerde kuantum dolanıklık etkisi kullanılıyor. Bir kişinin giydiği eşya üzerinden etkili büyü yaparsınız ve o eşyaya ne yaparsanız kişide de aynısı olur. İşte bu kuantum dolanıklık. İsminiz bile, sizin enerjinizi taşıdığı için aslında büyüde tılsımda kullanılır. Eskiden insanlar isimlerini herkese söylemezlerdi. Mahlas ya da lakab kullanılırdı. İsimden müsemmaya ulaşmak negatif kötü güçler için çok kolaydır ve isminize yapılan herhangi bir etki, sizi de doğrudan etkileyecektir. Bu yüzden şifreniz olan doğum tarihinizi, anne baba isimlerini, isminizle beraber kimselere vermeyin. Kuantum dolanıklık ürkütücü bir eylemdir. Aynı zamanda şifadır da. Hastalıkların şifalandırılmasında çok etkilidir. Uzaktan şifacılar sizin isminize ve sizin resminize şifa yapabilirler. İlla yanınızda olmalarına gerek olmadan hem de. Ancak o resim üzerinden büyü yapan kötü güçler de vardır bunu da unutmayın lütfen. Kuantum dolanıklık özellikle Anadolu Selçuklu döneminde çok fazla kullanıldı. Osmanlı Selçuklu eserlerinde kuantum dolanıklığı her an görmen mümkün. Örneğin, lale motifi, hilal motifi Elhamdülillah kelimesidir ya da Allahın varlığıdır. Nerede lale görürsen bil ki orada Allah zatının işareti vardır. Nedenine gelince. Osmanlı ve Arap kültüründe, aynı ebced yani matematiksel değeri olan nesneler, kelimeler, şekiller, objeler benzer titreşir. Lale ile hilal aynı ebced değerine sahip ve Allah kelimesi ile aynı ebced değeri taşır. Bu yüzden Osmanlı Selçuklu motifleri lale ve hilal üzerinedir ve Allah kelimesi ile aynı ebced değerini taşıdığı için kullanılmıştır. Osmanlı saraylarında bolca lale yetiştirilmesi de bu yüzdendir. Ebced değerleri birbirinin aynı olan kelimelerde, birinin söylenişi diğerinin de mecazen zikredilişi anlamına gelir. Lale ve Hilal kelimelerinin, divan edebiyatında sıkça söylenmesi, Hilal şeklinin cami, minare ve bayraklarda yer alması, tasavvuf edebiyatında bu iki kelimeye sıkça rastlanmasının neye işaret olduğunu böylece belirtmiş oldum. Bu kuantum dolanıklığın yüzyıllardır Anadoluda bilindiği anlamına gelir.

Ks2

Kuantum Dolanıklığı neler yapıyor?

Zamandan ve mekandan bağımsız olan bir boyut var. Bu boyut benzer parçacıkları aynı matematiksel ebcedi taşıyan kelimeleri ve nesneleri, kişiye ait olan tüm eşyaları aynı kubbe altında topluyor. Mesafelerin ve zamanın önemi olmadan. Bu boyut, zamandan ve mekandan bağımsız. Ve  her birimizi birbirimize bağlıyor.

Peki, Kuantum Dolanıklık İlkesi neyi anlatıyor?

Bu ilkeye göre aynı anda ya da aynı kaynaktan yaratılan iki madde ya da nesne, birbirleri ile sürekli bir dolanıklık halinde bulunur. Peki hepimiz hz. Ademin evlatları değil miyiz. Özümüz aynı, geldiğimiz kaynak aynı. O halde tüm insanlar olarak birbirimizle dolanıklık halindeyiz. İslam dini bunu çok güzel ortaya koyar. Bir insan tüm insanlık demektir. İslam dini kuantum dolanıklığın en güzel ifadesini bu cümle  ile ortaya koyar. Şimdi aklınıza şöyle bir soru gelecek. Kuantum dolanıklıkta neden zaman ve mekan dışında bir boyut oluşuyor. Bizim zamanımız ve mekanımızın dışında farklı bir boyutun varlığını kanıtlıyor kuantum dolanıklık. Çünkü aynı anda demek, zamansızlık demek, vefat eden sevdiklerinizle olan bağlılığınız demek mekansızlık demek. O halde bu nasıl oluyor. Bilim adamları bunu şöyle açıklıyorlar. Kainatımızın hızı, ışık hızı ile ölçülür. Saniyede üçyüzbin kilometre giden ışık hızı üzerinden hesaplanır. O halde bilim adamlarının dediği gibi, iki parçacık aynı anda nasıl etkileşebilir. Işığında bir hızı ve mekanı var. O halde ışık hızından daha öte bir hız var. Bunu Kur’an-ı Kerim şöyle vahiy eder. Çok şaşıracağınız muazzam bir ayettir bu. Rahman suresi 33. ayet. Sıtetatum der. Yani gücün yeterse. Stratejin statün yeterse anlamında. Çok apaçık bir kelime. Ektari semavati velerdi. Yani göklerin ve yerin bucaklarını geçip gitmeye statün yeterse der ayet. Ancak geçemezsiniz diyor ayette, sultan gücünüz yoksa. İşte bu sultan gücü, ışık hızının çok ötesinde bir kudret. Bilim diyor ki, iki parçacık arasındaki haberleşme hızı, ışık hızının on bin katı değerinde. Yani an zamana en yakın zaman dilimi. Bilim diyor ki, aynı koşullarda oluşturulmuş iki foton büyük mesafelerle ayrılsa da birine bir etki yaptığında an zamanda diğeri de etkileniyor. Işık hızının kat be kat üstünde bir haberleşme ile. Eş zamanlılık, an zamanda haberleşme sultan gücü demektir. İşte bu sultan gücünü biz materyalize edebilirsek, tüm galaksiyi dolanıp aynı anda evimizde olabiliriz. Tamamen bu boyutun keşfine  bağlı. O görünmeyen gayb boyutunu bulabilirse bilim. Ki ilim bunu biliyor. Gayb diyor, morfogenetik alan diyor. Levhi mahfuz diyor ilim buna. Bu boyuta ulaşabilirse insan, kainatı an zamanda dolanıp yeniden evinde olabilir. Sizin kendinize bırakabileceğiniz en önemli işarettir kuantum dolanıklık. Lütfen bunu bir yere not edin. Bilim ve ilim bir arada olduğu sürece, yürüyüşünüz tam olacak. Sadece ilim üzerinden gitmek, sadece bilimsel veriler üzerinden gitmek topallamaktır. İlim ve bilim bir arada derin düşünülmeli ve öyle yol alınmalıdır.

Beşinci İşaret: Gizli değişkenler teorisi

Bilimsel bir veri ile şöyle düşünün. Burası kuantum evreni. Parçacık ve dalgacık olarak var olan madde dünyasındayız. Yani bakarsan katı madde, bakmadığında enerji alanı. Bu kadar basit bir açıklama. Her şey böyle. Sizler de tektek böylesiniz. Birine baktığınızda ya da size biri baktığında siz parçacık olarak maddesiniz, inzivaya çekildiğinizde gece karanlığında görüş alanlarından muaf olduğunuzda siz bir enerji alanısınız. Bu kainat atom kainatı ve atomun yapısının özelliği bu. Bakarsan katı madde bakmadığında enerjiye dönüşür. Kainat nasıl bir düzen biliyor musunuz, gizli değişkenliği olan bir alem. Atom dünyasındasın çünkü. Buraya gelmeyi siz seçtiniz. O halde kuralları da bilmeniz gerekiyor. İşaretleri bilmeniz gerekiyor. Bu dünya gizli değişkenliklerin olduğu bir atomsal kainat. Gizli değişkenlik bilimsel bir kelime.

Kss3

Gizli değişkenlik nedir?

Bu tanımı bilim adamları koymuşlar. Gizli değişkenlik nedir: Yani bir sonraki hamleyi kestiremiyorsun ancak öngörebiliyorsun. Bunu söyleyen bilim adamları. Diyorlar ki, atomu tespit ediyoruz o an, ancak bir sonraki an nerede olacağını nasıl olacağını kestiremiyoruz. Baktığımızda katı bir madde yani atomu görüyoruz, bakmadığımızda enerjiye dönüştüğü için nerede belireceği kestirilemiyor. Çünkü atom, Düz bir hat üzerinde ilerlemiyor. Gizli değişkenlik diyorlar buna bilim adamları. Işte siz de atomlardan oluşan bir yapıda olduğunuz için, gizli değişkenlik dünyasındasınız. Bu ne demek oluyor. Gizli değişkenlik, yani sizin bedeninizdeki atomların bir an sonra ne yapacağını bilemezsin. Bu bilimsel bir bilgidir. Atomlarınız kararlı yani bedeniniz bütün halde, ama atomlarınızın gizli değişkenlik özelliği var. Bu yüzden ne düşündüğünüze daha çok dikkat edin. Artık olumsuz düşünme lüksünüz yok bu saatten sonra. Çünkü biliyorsunuz artık, aldınız bu işareti.

Gizli değişkenlik demek, Rastgele gelişigüzel değil demek. Hani balıkçılar teknelerle denizde açılırken birbirlerine rastgele diyorlar ya. Yani balık sana rastgelsin anlamında. Rast gele. Işte sizin atomlarınız rastgele gelişigüzelbir düzen içinde değil, rast gelen bir düzen içinde.

Kainatın her zerresi atomdan oluştuğuna göre, evrende rastgele başıboşluk düzensizlik tesadüf yok. Ancak rast gelinen bir düzen içinde. Her an dileğin kabul olabilir anlamında. Her an isteğin yerine gelebilir anlamında. Rabbin kapılarının ne vakit açılacağını bilemezsin anlamında. Her şey bir amaca bağlı. Ana sebebe bağlı. Bu ana sebep bilim adamları tarafından gizli değişkenlik olarak belirlenmiş ve tanımlanmış. Ve bu sebep bu amaç her an yerine gelebilir. Sizin o an aklınızdan geçen başınıza gelebilir anlamında. Daha anlaşılır şekilde şöyle söyleyebilirim: Gizli değişkenlik demek bir sonraki hamlesinde ne yapacağı kestirilemiyor. Ancak tahmin edilebiliyor. Yani sizin atomlarınız şu an ne ise, bir sonraki anda ne olacağı gizli değişkenlik içinde. Kestirilemiyor ne olacağı. Ne yapacakları bilinmiyor. Ancak tahmin edilebiliyor. Bilim adamlarının ortak görüşü şu. Atomların özgür iradesi var. EVET. Çok şaşırtıcı değil mi. Bunu erenler evliyalar peygamberler binlerce yıldır biliyorlardı. Bilim yeni keşfediyor. Diyor ki Atomun özgür iradesi var. Atomların yani bedenini meydana getiren atomlarının özgür iradesi var. Bu ne demek? Sizin atomlarınız akıllı demek. O halde akıl sadece insanın zihninde ve başında değil. Atomlarında. Atomların akıllı ve özgür iradeleri var. Sizin mevcut atomlarınız, Bir sonraki anda ne yapacaklarını biliyorlar ancak biz bilemeyiz. Hani bazen diyoruz ya basiretim bağlandı. Attım imzayı. Ya da evet demiş bulundum.  Bir anda ağzımdan söz çıkıverdi. Hiç yapmazdım birden yapıverdim kendim bile inanamıyorum. Diyoruz. İşte bu anları düşünün. Kim yapıyor bunu. Sizin atomlarınız size hükmediyor demek. Sistem böyle işliyor. Sebepler yaratılsın ki, kaderiniz değişebilsin. Siz atıl kalırsanız, karar almakta güçlük çekerseniz, durduğunuz yerde çakılırsanız, devreye akıllı ve şuurlu atomlarınız girer. Sebepleri yaratır sonuçlarıyla siz karşılaşırsınız. Sizin bedeninizdeki her bir atom şuurlu, bilinçli, akıllı. Ve bize hükmedebiliyor. Şimdi diyeceksiniz ki bu beni nasıl ilgilendiriyor: Atomlar insanın kaderini değiştirebiliyor. Atomların bilinçli şuurlu oluşu insanın kaderini oluşturuyor. Evrenin kaderini, insanlığın kaderini şekillendirebiliyor anlamında. Bu kadar şuurlu ve akıllılar.

Kss4

Peki, atomlar bu gücü nereden alıyorlar?

Hızlarından. Atomun bir titreşim düzeyi var. Hegaherti var, bir frekansı var. Sizin atomlarınızın Hızları düşük ise daha az şuurlu ve size hükmetmeleri daha az, sizin kaderinizi değiştirmeleri daha az. Ancak, sizin atomlarınızın titreşimleri yükseldikçe daha fazla şuurlular ve sizi de daha erdemli ahlaklı bir hayata yönlendirmeleri mümkün… Atomlarınızın titreşim seviyesinin yükselmesi de, sizin geçmiş travmalarınızdan kurtulmanız ve arınmanızla ilgili. Geçmişin arınması gerçekleşmeden, atomlarımız geleceğimize yön veremiyor. Takılı kalıyor geçmişe. Travmalara, affedemediğiniz insanlara. Zihin sürekli meşgul olunca yeniyi üretemiyor. Sinapslar bilgiyi hücrelere veremiyor. Daha fazla yemek yiyerek mitokondrilerin çalışma sitemini bozabiliyoruz, NAD denilen enzimler azalıyor ve bedenimiz yaşlanarak ölüme yaklaşıyor.

Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkürler hocam. Son sözlerinizi almak isterim…

Son olarak şöyle diyebilirim. Kainatımız duygusallık üzerine sosyal bir yapı içermiyor. Kainatımızın işleyiş sistemi nötr bir dijital sistem üzerine kurulu. Duygululuk hakim. Duygusal bir yapı değil. Duygululuk ve duygusallığı birbirinden ayırt edebilirseniz kainatın işleyiş sistemini çok rahat çözebilirsiniz. Düalite kavramı olmasına rağmen nötr bir bakış açısı hakim kainatımızda. Bu iyi bir şey. Ya olmasaydı. İntikam almak isteyen bir güç olsaydı. Her söylediğimiz başımıza gelseydi ne yapardık. İyi ki de nötr bir dijital sistem üzerine kurulu ve duygululuk hakim. Rabbimiz bizim gibi duygusal olsaydı küsen alınan yanlış anlayan intikam alan bir yapı, o vakit bizlere yazık olurdu hepimiz helak olurduk. Şükürler olsun.