Osmanlı’nın matbaada basılan (Müslüman bir yazarın) ilk kitabı; Vankulu Lûgatı’dır (16 Aralık 1727). İşte bu kitap basımı yani Osmanlı’da matbaa meselesi günümüz de dâhil yıllardır konuşulur olmuştur. Matbaanın açılması için Osmanlı geç kaldı; çünkü tutucudur denilerek hep suçlanmıştır. Daha vahim olanı ise Osmanlı karşıtları bu geç kalışı hep “İslâm dinine” bağlamaya çalışmışlardır. Aslında bu geç kalışı İslâmi kurallara bağlamak çok çok yanlıştır. İlginç olanı ise bu tezi savunan yazarların hiçbiri, bu konuda tarihi bir kaynak gösterememektedirler. Oysa Osmanlı devlet adamları özellikle topluma zararlı kişilerin uyarılması için, ısrarla din kitaplarının matbaada basılması gereği üzerinde durmuşlardır. Bunu iktisadî sebepleri bağlamak en gerçekçi görüş olacaktır. Bir başka söylemle dillendirirsek, ekonomik anlamda elle kitap yazan kitapçı esnafının loncalar aracılığıyla matbaada kitap basımının engellenmesi en doğru tespittir. Şöyle ki; bunlar, matbaanın Türkiye’ye gelmemesi için çeşitli propagandalar yapmışlar, divitlerini bir tabuta koyarak, Bab-ı âli’ye kadar yürümüşlerdir. Hatta bazı cahillerden faydalanarak bunların, “Matbaacılık İslamiyet’e aykırıdır,” şeklinde konuşmalarını sağlamışlardır. Bu yeniliği devlet geç kabul etti diyenler cevabımız şudur; Osmanlı sosyal devlet olarak sadece matbaayı değil, aynı zamanda halkının sosyal refahını da düşünmek ve işsizlik gibi bir meseleye karşı da tedbir almak zorundaydı. Bir Batılı sadece İstanbul’da, rakam mübalağalı olsa da, 90 bin hattatın olduğundan bahsetmektedir. İşte Osmanlı bu süreçte bir yandan büyük bir kitleye sahip olan hattatların sosyo-ekonomik geleceğini iyileştirmek çaba sarfederken bir yanda da bu yeniliği yaygınlaştırmak için çalışlar yapmıştır.
Ayrıca Türkler matbaaya yabancı değillerdi ki; Türkler matbaayı Orta Çağ’dan beri bilmektedirler. Bu konuda Amerikalı tarihçi Bernard Lewis’ in ifadesi aynen şöyledir: “Bir bakıma matbaa, yüzyıllardan beri Türklerce biliniyordu. (...) (14. yüzyıldan) önceki bir tarihte de Çin sınır topraklarındaki Uygurlar Uzak Doğuda yaygın olan tahta basmanın bir türünü kullanmışlardı.
Osmanlı’da ise matbaanın kuruluşu için dönemin aydın devlet adamlarının önemli etkisi vardır. Fakat bunun gerçekleşmesinde Paris’e elçilik heyeti ile giden Sait Efendi ile İbrahim Müteferrika’nın rolü büyüktür. 1727’de Padişahın fermanı ve Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin fetvası ile Müteferrika matbaanın açılması için çalışmalarını hızlandırmıştı. Matbaa gelmesine gelmiştir ama o yıllarda matbaada basılan bu kitaplar Osmanlı vatandaşları arasında beklenen ilgiyi sağlamamıştır. Mesela; öğrenciler o dönemde, okumaya başlayacakları kitapları başlangıçta kendileri kopya ederek ilk derslerini almaktaydılar. Bunun dışında birçok neden vardır ama bunlar başlı başına araştırma konusudur. 
Osmanlı’yı haksız olarak gericilikle suçlayanlar unutmayınız ki; yenilikler her toplumda kolay kolay kabul edilmez. Acaba medeni dediğimiz Avrupa’ya hiç baktınız mı?  Her yeniliği olduğu gibi mi kabul ettiler? Hayır! Gaile’yi “dünya dönüyor,” dediği için yargılamadılar mı? Yargıladılar! Çok şaşıracaksınız ama konumuz olan matbaaya da Avrupa’dan hayret verici tepkiler gelmiştir. Mesela, Fransa’da matbaa yaygınlaşmaya başlayınca, kitapları elle çoğaltan yazıcılar, bunları parlamentoya şikâyet etmişler, onların şikâyetini haklı bulan parlamento, bir müddet matbaaları kapatmıştır. 1476’da İngiltere’de ilk matbaayı kuran William Caxton, ilk eserini basması üzerine rahiplerin tepkisiyle karşılaşmış ve dinsizlikle itham edilmiştir. İtalya da bu tepkiyi gösterenlerden bir diğer ülkedir. Orada da Urbino kralı Federiqo, basılmış kitabı bulunmaktan utanç duyan biridir. 
Görülüyor ki, yeniliklere karşı çıkan sadece doğu toplumlarıymış gibi Osmanlı’yı suçlamak haksızlıktır. Bence yeniliklerin kabul edilmesinde Avrupa’ya da bakmak gerekir! Avrupa’da da çeşitli devirlerde ve çeşitli alanlarda yenilik hareketlerine karşı direnmeler olmuştur. Bütün milletlerde bu tür olaylar olmuştur ve bunlar da ‘kültür değişmeleri’ açısından normal karşılanmalıdır. Kısacası; Osmanlı Devleti’nde matbaanın geç gelmesine asla ve asla dinin kuralları engel olmamıştır. Tam tersine Osmanlı devlet adamları inandıkları İslâm dinin ilk emri olan; “İkra(oku)”  gereği yüzyıllar boyunca okuma ve yazmaya destek olup,  okullar açmak için de adeta yarışa girmişlerdir!