Üretim gücünü istilâya çeviren Çin’in Kuşak-Yol Girişimi, önemli mesafeler kat etse de birçok problemlerle karşılaşmaktadır. İstilanın yoğunlaştığı birçok ülkede protestolar düzenlenmekte, bazı ülkeler girişimden ayrılmaktadır.

Asya’dan, Avrupa’dan, Okyanusya’dan bu tür haberler Şi Cinping’i “kışkırtmakta”, muhtemel ayrılacaklara gözdağı vermektedir. Girişimin Avrupa’daki önemli ayağı İtalya’nın ayrılma gerekçesi ticari ve siyasi istila, borç tuzağı, tekonolojik ve dijital kontrol gibi hususlar Türkiye için de fazlasıyla geçerlidir. “Ne yapıp edelim, Orta Koridoru kuralım” diyenlerin ne projeden, ne de istila/sömürü siyasetinden haberdar olmadıklarını görüyoruz. Proje harcamalarının üçte biri istatistiklerde yolsuzluk/gizlilik/usulsüzlük benzeri kalemlerle zikredilmektedir. Özellikle azgelişmiş ülkelerden satın alınan iş adamı, yönetici, akademisyen, gazetecilere kaynak aktarılmaktadır. Bu yazıda “Kuşak-Yol’da biz de bulunmalıyız” diyen gaflet erbabı muhatap alınmaktadır.

Kuşak-Yol elbette büyük bir projedir. İhracat rakamlarına göre dünyanın en büyük satıcısı durumundaki Çin, proje üzerinden yolları, limanları, depolama vb. tesisleri kurmakta ve sahiplenmektedir. Kuşak-Yol’un gündeme gelmesinden 15 yıl önce Kırgızistan’dan Avrupa’ya AB projesi, “Yeni İpek Yolu” adıyla TRACECA örgütü bünyesinde yeterli yollar ve tesisler yapılmış, işlemektedir. Buradan Çin malları da taşınmaktadır. Ancak bu tesislerin sahibi AB ile güzergâhtaki ülkeler olup merkezi Bakü’dür. TRACECA kapsamındaki ticaretten her ülke istifade etmekte, kararlar ortak alınmaktadır. Kuşak-Yol’da ise Çin fonlarıyla yapılan tesisler aracılığıyla hedef ülkelerde koloniler oluşturulmakta, Batı Bölgesi olarak adlandırılan Türkistan’da ve diğer ülkelerde istila stratejileri doğrultusunda yatırımlar yapılmaktadır.

Türk cumhuriyetlerinden, Pakistan’dan, Afrika’dan bakanların, diplomatların veya akademisyenlerin önemli bir kısmı, Kuşak-Yol’un büyüklüğünü kutsal görev gibi anlatırlar. Her seferinde projenin kendi ülke ekonomilerine katkısını sorarım. Kuşak-Yol sayesinde gayr-i safi milli hasıla artışı, dış ticaret rakamlarında iyileşme, fert başına düşen milli gelir yükselmesi, işsizlik rakamlarında düşüş, makro ekonomik verilerde olumlu gelişmeler var mı? Bu tür sorulara muhatap olan üst düzey yetkililer genellikle susar veya kaçarlar ki bundan kişisel kazançlarını riske atmama kaygısını okurum. Belirtilen kalemlerin hepsinde Türkiye dahil bütün ülkelerde kötüleşme artarak sürmektedir.

Afrikalılar genellikle “.. ama eski sömrügeciler gibi değiller” türünden cevaplar verirler. İşin doğrusu Fransa, İngiltere, Hollanda, Belçika gibi asırlarca kan emen sömürgeciler halkın refahına yönelik mesela hastane, okul, alt yapı tesisleri yapmadılar. Salgın hastalıklarda en basit aşı için vaftiz şartı getirdiler. Çin ise bu gibi tesisleri bedavadan kuruyor, mesela bin Çinliyi o ülke vatandaşı yapıyor, ülkenin atıl madenlerinin, petrolünün sadece işletme imtiyazını değil, sahipliğini alıyor. Afrika’da da hızla Çinlileşme yaşanırken, kaynakların Çin’e hortumlanmasının sosyo-ekonomik altyapısı önemli ölçüde kurulmuştur.

Afrika’da dahi halk ve muhalefet nezdinde Çin işgaline karşı gür sesler çıkarken Türk cumhuriyetlerinde hatta Türkiye’deki sessizlik korkunçtur. Mesela Pakistan, Tacikistan veya Kırgızistan gibi ülkeler ekonomiden istihbarata fiilen Çin kontrolüne girmişlerdir. Çin sınırından uzaklaştıkça etki azalmaktadır. Mesela batı yaptırımlarına muhatap İran’da işsizlik diz boyu iken her sektörde Çinli işçilerin görülmesine karşı isyanlar başlamıştır.

Türkiye’de nice tesisler kapanıp milyonlar işsiz kalırken piyasayı Çin mallarının istila etmesinin ekonomik gerekçeleri açıklanmalıdır. Mesela Tacikistan’da daha önce böyle bir sanayi yoktu. Halbuki ülkemizde yarım asır öncesinin birçok başarılı sektörü yok olmuştur. 2023 itibariyle dış ticaret dengesi yaklaşık 40 milyara 4 milyar dolar ülkemiz aleyhine olup bu rakamlara Türkiye’de fabrikalarını kurup Çinli işçiler çalıştıran ürünlerini Türkiye’de satan, kârı Çin’e transfer eden şirketlerinki dahil değildir.

Bir yabancının diğer ülkede çalışması hususi sözleşmeler veya Ortak Pazar benzeri entegrasyon süreçlerinde mümkündür. Türkiye’de sayıları gittikçe artan Çinli işçiler hangi sözleşmelere dayanarak çalışmaktadır? Anadolu’nun herhangi bir şehrinde 10 kömür işçisi için ilana çıkılsa bin başvuru gelmektedir. Çin’deki ağır ceza mahkumlarının ülkemizde çalıştırılmasının ekonomik, sosyal, hukuki sebepleri ve sonuçları tartışılmalıdır.

Kuşak-Yol’un diğer ülkeler için kıymetli olduğu, Çin propagandasının ürünüdür. Bu propaganda sürecinden iş dünyasından yöneticilere, medyadan akademiye fazlasıyla sebeplenen, beslenen kesimler bulunmaktadır. Bu felaketi daha da derinleşmeden önlemek, gerekli uyarıları yapmak, herkesin ulaşabildiği rakamlara ve gerçeklere karşı perdeleri kaldırmak öncelikle akademinin ve medyanın görevidir.

Batılı ülkelerin ülkemiz ekonomisini, güvenliğini, inanç ve ibadetini hedef alan saldırı ve kumpaslarına karşı Çin’e sarılmak vebadan kaçıp ateşe atlamaktır. Bu anlamda Kuşak-Yol’un kazan-kazan veya barış yolu olduğu da sadece Çin istila propagandasıdır. Çünkü diğerleri sadece kaybetmektedir, ülkelerinin geleceği ipotekten öteye satılmaktadır.

Kuşak-Yol’un karadan hareket merkezi durumundaki Doğu Türkistan’daki soykırım ve tahribat, Gazze’dekinden çok daha vahimdir. ABD veya batılıların bu gerçeği istismar etmeleri, böyle bir zulme sessiz kalmayı meşru kılmaz. İlişkilerdeki ekonomik tablo Türkiye aleyhine olmasa, hatta rakamlar ülkemiz lehine olsa dahi ortada bir soykırım varsa, bu ülke ile ilişkileri kesmek, insani ve İslamî olduğu kadar her devletin uluslararası hukuk görevidir. Aynen Gazze’de soykırmcı İsrail’e karşı uygulanması gereken, fakat duyulmak istenmeyen ekonomik yaptırımlar gibi. Muhtemel yaptırımların ekonomik faturası olabilir. Ortada katliam, tecavüz, zulüm varsa ekonomik maliyetten bahsetmek yanlışın ötesinde çirkindir, ayıptır, günahtır.

Doğu Türkistan’daki soykırımın kesin olmadığı dillendirilebilir. Yaklaşık 40 milyon Müslüman Türkün yaşadığı bölgeden ülkemizde yüzbinlerce akrabası yaşamakta, ailesinden haber alamayan binlerce acılı öğrenci bulunmaktadır. Bunların akrabalarını ziyaret etmelerini sağlayalım. Hür akademisyenler, gazeteciler, Turfan’dan Aksu’ya, Hoten’den Kaşgar’a, Başbalık’tan Urumçi’ye köyleri kasabaları, “eğitim birimi” adlı işkencehaneleri/tecavüzhaneleri gezsinler, görsünler, anlatsınlar. Halbuki on yıldır telefon görüşmeleri dahi imkansız. Bir şekilde ülkesine dönenden haber alınamıyor, kamplarda yok oluyor. Orta Kuşak masallarıyla uyuyoruz, uyutuluyoruz!