Seneler sonra gitmiş olduğum köyümde, geçmiş ile günüm arasında zihnen ve hayalen durmadan gidip geldim. İşte hatırlayabildiklerim ve hafızamda kalanlar:
1952 - 1955 arası yıllarım: Ordu ilinin Mesudiye kazasının Afan (şimdi Çardaklı) köyünde geçti. Babam İstanbul’dan emekli olmuş köye yerleşmişti. İlkokul 3. 4. ve 5. sınıfını burada okumuş; köy okulundan mezun olmuş, köyümüzde Ortaokul olmadığından, tekrar İstanbul’a amcamın yanına gitmiştim. Gidiş o gidiş, artık köye gelişim, ziyaret amacıyla ancak birkaç senede bir gerçekleşebiliyordu.
X
Okul yapılalı iki sene olduğu için, sınıf arkadaşlarım benden çok yaşlı ve büyüktüler. Okulun -aklımda kaldığına göre- topu topu iki sınıfı vardı. Gerçekten çok değerli iki öğretmene sahiptik. Her sınıfta / dershanede birkaç sınıf bir arada ders görüyordu. Öğretmenimiz, ders saati içinde, her sınıf öğrencileriyle sırasıyla ders yapardı. Öğretmenimiz diğer guruba yönelince, dersini alanlar, dersini yazmak veya mütalaa etmekle meşgul olurlardı. 
Köyümüz, 150 hanelik oldukça kalabalık bir köydü. Farkına vardığımız en eski, tarihi mezar, 200 küsur senelik olduğuna göre, geçmişi en az 300 - 400 sene evveline kadar çıkıyor demektir. Dedelerimizin dedelerinin dedelerinin…dedesini gösteren ve sapasağlam günümüze ulaşan Osmanlıca / Eski Türkçe yazılı mezar taşında, gayet açık olarak şu okunuyor:
“El-mağfur, el-merhum, es-seyyid Kurt-zade (Kurdoğlu, şimdi Bozkurt) Mehmed Ağa ruhu için el-Fatiha (tarih hicri olsa gerek) 1187”
Mezar, yekpare iki taştan meydana getirilmiş olup, yan yatmış vaziyette, bütün canlılığıyla varlığını sürdürmeye devam ediyor. Yan yatması 1939’da olan büyük Erzincan depreminden dolayı olsa gerek…Çünkü, buralarda da şiddetle duyulan deprem, halen “Hareket” adıyla anılıp yadediliyor… Köyümüz için adeta deprem milat sayılmış; depremden önce veya sonra doğdu öldü, evlendi gibi zihni kayıtlar zaman zaman yeri geldikçe yaşlı, gün görmüş köyülerimizce söylenip duruyor.
Evet köyümüz nüfuslu bir köydü ve ona göre de öğrenci sayısı oldukça fazlaydı. Kız çocukları da okula kayıtlıydı. Büyük bir istek ve heyecanla, severek ve aksatmadan okula gidip gelirlerdi. 
Öğretmenlerimiz çok faaldi. Biri çok iyi keman çalardı. Bu sebeple müzik derslerimiz çok renkli geçerdi. Bahar gelince her fırsatta, tatillerde çevre köy okulları ziyaret edilir, müsamereler tertip edilir, çeşitli etkinlikler yapılırdı. Okulda tiyatro gurubu bile oluşturulmuştu. Oynanan oyunlara köy halkı da davet edilir; onlar da merak, heyecan ve biraz da hayret ve şaşkınlıkla oyunları seyrederlerdi.
Din derslerini öğretmenimiz; klasik medrese eğitimi görmüş, köyün yaşlı sevilen ve sayılan imamı İsmail Efendiye yaptırır; kendisi de bir köşede sessizce öğrencilerle beraber hocayı dinlerdi.
X
Köyde yaşlılar mevcut ve sayıları oldukça mebzul ve çoktu. Onların köyde ağırlıkları ve saygın bir yerleri vardı. Görmüş geçirmiş oldukları için, dinlenir ve söz ve nasihatları kaale alınırdı.
Bayramlar, büyük bir coşku ile kutlanırdı. Bayram boyunca, sırasıyla her mahalle kadınları birlikte olarak çeşit çeşit, birbirinden leziz yemekler hazırlardı. Her öğün yemek yemek, bütün köylülerce, ayrı bir mahallede, yer sofralarında ve açık alanlarda gerçekleştirilirdi. 
Küçükler küçüklüklerini, büyükler büyüklüklerini bilirdi o zamanlar…
Her yaz, yaylaya göçülürdü. Göç günü bir şehrayin olurdu. Afan, Kışlacık ve Türköyü adlarındaki üç komşu köy birlikte, hatta davul zurnaların eşliğinde şen şakrak ve neşeli bir şekilde, çoluk çocuk hep beraber yola koyulunurdu. Kimi kağnı arabaları üstünde, kimileri de at eşek ne varsa, onlara binmiş olarak, yayla yoluna düzülürlerdi. Zaten yayla müşterekti. Aynı yere, yan yana konuşlanırlardı. Yayla gölü ve yakınındaki buz gibi akan pınarı görülmeye değerdi. Aşağı tarafları yemyeşil çayır ve mis gibi kokan çam ormanlarıyla kaplıydı. Yukarıları davar ve malları / sığır cinsinden hayvanları otlatmaya elverişli kırlara doğru uzanıp gidiyordu.
Yaylada hummalı bir faaliyet başlar. Herkes ormana koşar, ihtiyacı olan ağaç kesimini yaparak; dört duvarlı taştan evlerinin üstünü kapatmaya çalışırlardı. Böylece 2-3 aylık renkli ve çok hareketli yayla hayatı başlar; kışa hazırlık burada gerçekleştirilirdi.
X
Düğünler daha çok güzün yapılır, köycek eğlenilirdi. Özellikle bir harmanın ortasına büyük bir ateş yakılır; etrafında tüm köylü otururdu. Tabii kadın ve kızlar da ayrı bir yerde, kız evinde, aynı coşkuyu kendi aralarında renk cümbüşü giysiler içinde, yöresel türküler söyleyerek düğüne katılmış olurlardı.
Köyün Pala Ahmet isminde bir mukallidi / taklitçisi ve güldürü ustası vardı. Söz ve hareketleriyle herkesi gülmekten kırıp geçirirdi. Damat için para toplanır; mesela biri 5 lira verdiyse; onun dilinde 5 lira 50 bin lira olur ve “Falan oğlu filandan damada 50 bin lira!” diyerek hem dikkatleri üstüne çeker hem de herkesi kahkahaya boğardı. Böylece diğerlerini de vermeye teşvik ederdi.
1 Ağustos 2007
Sarıyer - İstanbul