Aramak için çok derin bir içgüdü var, ama insan ne aradığını bilmiyor. Ve öyle bir zihin durumu var ki, eline geçen şey ne olursa olsun, yetmiyor. Hayal kırıklığı insanın kaderiymiş gibi görünüyor; çünkü ulaştığın şey, ona ulaştığın anda anlamsızlaşıyor. Yeniden aramaya başlıyor. Bir şey elde etsen de etmesen de, arayış devam ediyor. Neyin var neyin yok, hiç önemli değil, çünkü arayış her durumda sürüyor. 
Fakirler arayışta, zenginler arayışta, hastalar arayışta, iyiler arayışta, güçlüler arayışta, güçsüzler arayışta, aptallar arayışta, bilgeler arayışta ve kimse tam olarak ne aradığını bilmiyor. Bu arayışın ne olduğu ve neden orada olduğuna bir bakalım: 
Öyle görünüyor ki, insanın varlığında, zihninin derinliğinde bir boşluk var. İnsan bilincinin yapısında bir delik, bir kara delik mevcut. İçine sürekli bir şeyler atıyor ve hepsi derinliğinde kayboluyor. Sanki hiçbir şey onu dolduramıyor ve hiçbir şey ona yetmiyor. 
Çok uzun bir arayış bu ama aramaya devam ediyor. İnsan adeta aramaktan hasta olmuş durumda. Öyle ki arayış şimdi, burada olmana izin vermiyor çünkü arayış kişiyi sürekli başka bir yere yönlendiriyor. Arayış bir yansıma, arayış bir arzu; ihtiyaç duyduğun şeyin başka bir yerde olduğu fikri, onun var olduğu ama başka bir yerde olduğu, şimdi burada olmadığı fikri. 
Kesinlikle var, ama şimdi değil, burada değil. Orada, başka bir zamanda; asla şimdi, burada değil. Bu fikir insanı kemirmeye devam ediyor, daha da çılgına çeviriyor. Ve asla yetmiyor. Bir Sufi kadın, Rabia Al’adawia hakkında şöyle bir hikâye anlatılır: 
Bir akşam, güneş batarken, ortalıkta henüz biraz ışık varken, insanlar onu sokakta bir şey ararken bulur. Yaşlı bir kadındır; gözleri zayıftır ve zor görmektedir. O yüzden de komşular yardıma gelir ve sorar: “Ne arıyorsun?” Rabia cevap verir: “O sorunun hiç lüzumu yok. Arıyorum işte, yardım edebiliyorsanız edin.” İnsanlar güler: “Rabia, delirdin mi? Ne aradığını bilmeden nasıl yardım ederiz?” Rabia der ki: “Peki, öyle mutlu olacaksanız, iğnemi arıyorum. İğnemi kaybettim.” 
Yardım etmeye başlarlar ama sokak çok büyüktür, iğne de çok küçük. O yüzden derler ki: “Nerde kaybettiğini söyle, tam neresi olduğunu, yoksa çok zor, ilelebet arasak da bulamayız iğneni. Nerde kaybettin?” Rabia der ki: “O sorunun da lüzumu yok. Aramakla bunun ne alakası var?” Komşular durur: “Sen iyice delirmişsin!” Rabia cevap verir: “Peki, ille de öyle mutlu olacaksanız, evde kaybettim iğnemi.” Derler ki, “O zaman niye burada arıyorsun ki?” Söylendiğine göre, Rabia şöyle cevap verir: “Çünkü ışık burada var, içeride hiç ışık yok.”