Yanlış kullanılan ilaç; nasıl şifa yerine zehir olursa; reçetesinin aksine az veya çok kullanılan ilaç; nasıl iyileştirme yerine hastalığı daha da azdırırsa; yanlış anlaşılan İslâmın hükümleri de; elbette birer tokat olup, müslümanın yüzünde patlar.
X
“Mübalağa ihtilâlcidir!” Yâni bozucu ve bozguncu olması hasebiyle; aynı zamanda âyet ve hadîsleri de mânâ mecrasından taşırır veya mânânın akış yatağını lüzumundan fazla derinleştirir. Kastettiği mânâ ve içeriği ifrat ve tefrite sürükler. Bu şekil açıklama ve yorumlar; fayda vermeyeceği gibi, tatbik edeni de helâke sürükler.
Meselâ: Bir kimseyi beş vakit farz olan namazı kılmaya davet eder, buna kavli leyyin / yumuşak sözlerle çalışırken; aynı zamanda  -henüz namaza başlamamış o kimseye-  Teheccüd namazına ille de kalkması lâzım geldiğini ve bu namazı kılmasının olmazsa olmaz olduğunu; mutlaka bunu yerine getirmesi gerektiğini söylersek; o kimse bırakın Teheccüd namazını kılmayı, üzerine farz olan namazı da bir kenara iterek, namaza hiç başlamaz.
Yine senede bir kere tutulacak olan Ramazan orucunu tutmayı; bir kimseye anlatır ve bunu muhatabımızdan isterken; ayrıca Hz. Davud orucunu da tutmasını salık verirsek; yâni senenin her gününde bir gün oruçlu bir gün oruçsuz olmasını da şart koşarsak; bu takdirde, o kimse senede bir ay tutacağı oruçtan da vazgeçer. Bu sefer hiçbirini tutmaz olur.
X
Velhasıl, her şeyde vasatı / orta yolu tavsiye etmek yerine, başka bir söyleyişle; Fetva yerine zamansız ve yersiz bir şekilde Takva yoluna çağırırsak; hiç çağırmamış gibi oluruz.
Meselâ, başı açık bir kadın veya kıza başını örtmesini öğütlerken; yüzünü de   -gözleri hariç-   kapamasını istersek; yine onu yapamayacağı şeye çağırmış; normali yapmaktan, onu kendi ellerimizle kaçırmış oluruz. Üstelik, o gibileri Fetva dairesine çağırmak yerine Takva dairesine davet etmekle; onları güç durumda bırakmış oluruz. Çünkü Yüce Allah; eli, yüzü ve topuklara kadar ayakları; kapatmaktan muaf tutuyor.
Bu aşırılıklarla, Ulu Allah’ın dinini yokuşa sürmüş; kraldan çok kralcı durumuna düşmüş. Allah’ın dinini yüceltmekte;  Allah’tan daha gayur / daha gayretli görünmüş. Aslında Allah’a karşı edebsizlik yapmış oluruz.
Çünkü: “Dinde hassas muhakeme-i akliyede / akıl yürütmekte noksan kişilerin dine verdiği (ve vereceği) zararı akıllı düşman veremez.”
Zaten Türkiye’de bütün sıkıntılarımızın ana kaynakları ve onların üstesinden geleme-  yişimizin baş sebepleri; özellikle üç husûstaki yanılgımızdan neş’et etmektedir: 
Dil şuursuzluğu, Tarih bilinçsizliği ve bilhassa Dinimizi lâyıkı veçhile anlayamayışımız.
Elbette kimsenin ne İslâmından ne de Mü’min oluşundan zerre kadar şüphemiz yok  ve olamaz da. Fakat bilmek başka, anlamak ve idrak etmek ise bambaşka bir şey. Nice bilenler vardır ki, bildiklerinin şuur ve idrakinde değildirler. Bu hâl onların yanlış anlamalarına ve şuursuzca hareket etmelerine sebebiyet vererek; şuursuzca şuurlu düşmana yardım etmiş olurlar.
X
Demek ki: Müslümanın en büyük düşmanı  -istemeyerek de olsa-  Müslümanmış.
Demek ki: Bilgisizlik ve ölçüsüzlükle de edebsizlik yapılabiliyormuş.
Ne diyelim: Edep ya hu!