Aşk,  ezelden beri çok tanıdık..  Ne- fes alışlarımız kadar eskidir geçmişi.
Adımızdan da once öğrendiğimiz, öğrenme yetisinden de once deneyimleyebildiğimiz bir duygu.
Annemizin karanlık, korunaklı, a- kışkan ve yumuşak dokusunda, içimizden annemizin içine geçen bir hortumla, hem ondan ayrı hem de onunla aynı bir varlık olageldik. Annemizin bir parçası iken, içinden içine bir bağlantı kurup ve  parçası olduğumuz birşeye aşık olup, kendi aşık olunası suretimizi böylece tasdikledik..
Ve gün geldi.. Ayrılık çattı.. Annenin parçası olmaktan çıkıldı.. Hortum, kesildi.. Bağlantı koptu.. Karanlıktan çıkıldı… Feryat figan.. Asıl karanlık ora- da başladı sandık.. Ayrıldık, sandık.. Annemize ilk kavuştuğumuzda..
Bir zamanlar içinde olduğumuz birşey iken  şimdi  nasıl da yabancı.. Boş bir levha gibiydik.. Karşımızdaki cisimin sistemde bir karşılığı yoktu.. Önce kokusunu tanıdık, kodladık, kayda aldık.. Sonra, dokusunu, dokunuşunu, sesini, tınısını, bakışını, kendine has mimiklerini, gülüşünü, üzülüşünü, hepsini kayda aldık… ve sistemde onun için bir karşılık yarattık..
 Yetişkin hayatlarımızda da bağlanmak ya da aşık olmak böyle birşeydir.. Sistemimizde bir karşılığı olur karşıdaki kişinin herbir parçasının.. Herbir parçasına  bizden bir ip uzanır, böyle örülür aramızdaki örümcek ağı.. Duygular, sevgiler, özleyişler, o ağa  böyle takılır..--
Ve artık bir bütün olarak birleştirdik annemizi zihnimizde.. Bütün bir resme sahip oldu… Bir varlığa sahip oldu içimizde.. Bir zamanlar biz onun karnında iken artık o bizim içimizde.. Yeni hortumlar yeni bağlar yeşerdi..  İçimizden içimize bağlar uzandı..  Ayrılık, kavuşma oldu.. Yeniden bir olundu..  Bu defa o bizim içimizde.
Aylar seneler geçti.. Bize kendimize ait bir yüz  gerekti.. Ayrılmak değilse de annemizden ayrışmak gerekti… Ondan ayrı bir varlık gibi, kopmadan ama yapışmadan, o olmadan ama onsuz da kalmadan, kendimiz olmak gerekti.. Bunun için bir cesaretle derileri soymak, deriler edinmek, deriler değiştirmek gerekti..
Büyüdük… fakat ne ana rahimlerinden, ne karanlık kör kuyulardan, ne hortumlardan, ne de ayrılışlardan kurtulduk.. Annemize benzeyen bir kişi bulduk.. Başlarda bir karşılığı, hiçbir yansıması olmayan.. Ruhumuzun arama motorlarında ismi çıkmayan, bir duygusu , bize uzanan hiç bir ipi olmayan bir kişi..
Önce kokusunu tanıdınız, bir ip ona atıldı, sonra dokusunu..  bir düğüm de ordan doğdu, sonra dokunuşunu, öpüşünü..  üç halka  da burdan eklendi.. Gülüşünü, üzülüşünü, şaşırışını, merakını, hayal kırıklığını… tanıdınız sonra..  zik zaklar çizdi ipleriniz, oradan oraya bağlar kuruldu ve bir kanaviçeniz oldu…
Yepyeni bir ağ ile karşınızdaki nesnenin içinizde bir karşılığı, suretinin  içinizde bir varlığı ve o varlık içinde sizin de bir yeriniz oldu… İç içe geçen matruşkalarcasına onun içinde siz, sizin içinizde o, içerideki onun içinde yine bir siz der iken böyle  böyle çoğaldınız ve  kendinizi böyle doğurdunuz..
Ve ayrılma vakti geldi.. O adamdan-kadından  gitmek gerekti.. 
Günlerce zihninize eski anıları, iyisi, kötüsü, berisi, gerisi, gülüşü, üzülüşü, dokusu, kokusu üşüştü. Çünkü zihinlerimiz anıları taze tutmay a çalışarak adeta milyonlarca resmi birleştirircesine varlığını sürdürmek ister gidenin.. Sanki yüzlerce anıyı hatırlasak, yüzlerce resmi geri çağırsak,  varlığı, canlılığı sürüyor gibi bir yanılsama yaratır bize, bu detayları hatırlama hali.. Ölüyü diriltme, gideni gömmeme, parçayı kaybetmeme, hortumu koparmama, karanlık rahimden çıkmama ya da doğmama çabasıdır aslında bu geçmiş anıları düşünme hali..
İplerinizi tek tek koparmak istemiyorsunuzdur.. Kokusu gitti ama kokusunu sanki zihninizde düşünerek kaybetmemiş gibi yaşarsınız.. Yüzünü düşünür, yüzüne uzanan iplerinizi bağlı bırakmak istersiniz. Sökemezsiniz kanaviçenizi… Halbuki  isterseniz milyonlarca resmi canlı kalsın zihninizde. Milyonlarca resimden bir yüz yaratamaz, milyonlarca anıdan bir an damıtamaz, milyonlarca düşünceden bir duygu üretemezsiniz, bin defa hatırladığınız kokudan bir nefes türetemezsiniz . Taşıma sular ile dönmez artık değirmeniniz.. Ve yorgun savaştan hayal kırıklığı aracılığı ile bir çıkış tüneli bulursunuz.
Aşk. Doğum. Ölüm. Aşk. Doğum. Ölüm…….Doğum. Ölüm. Hayat, bu sıralamada gider.. Bağlar, kopuşlar, oluşlar ve bağlar.. Eğer ayrılamaz ve kopamazsanız, doğamaz ve kavuşamazsınız da..
Ayrılık,  kapıya mı geldi.. Bırakın unutuluşa anıları.. Bırakın silikleşsin yüzler, silinsin renkler, solsun sesler.. Bırakın, bir parçanız olmaktan çıksın eller.. Acıta acıta kopsun ipler.. Gömülüşlere  bırakın, feda edin gideni.. Ki böylece  sindirilebilsin lokmalar, içinizde sonsuzlaşabilsin size öğrettikleri ile.. Raflara kaldırılabilsin dosyalar. Tutulabilsin yaslar. Mezar taşı olsun gidenlerin ama sizing mezarınız olsun o.
Uzun süren bir biçimde sürekli  aynı şeyleri düşünüp durmak, sürekli hatırlamak aslına bakarsanız bağlantıyı koparmama, gidenin varlığını sürdürme yanılsamasını yaratma ve gidenleri ve kayıpları simulatif  bir biçimde var etme çabasıdır.. Fakat bırakın birileri ölsün, birileri gömülsün, birileri doğsun ve hortumlar kopsun.. Gömülenler, doğanlar, kalanlar, gidenler olsun..  Ve bırakın ülkeniz çoğalsın..  Yasını tutabildiğiniz kayıplar, kabul ettiğinizde sizin olurlar.