Sömürgecilik yarışında dünyayı paylaşmak isteyen Batılı devletlerin yüzyıldır “Ortadoğu aşkı acaba nedendir! Elbette ki Sanayi İnkılâbı” sonrası buharlı makineden sonra petrolle çalışan makinelerin icat edilmesi soncu petrol olan ilginin birden bire artmasıdır. İşte sanayi devi Batılı devletlerin bu ihtiyaçlarının petrol rezervinin bol olduğu Ortadoğu ve Güneydoğu olmasını keşfetmeleri bu aşkı da hızlandırmıştır. Ne yazık ki bu yarışta en çok zararlı çıkanda Osmanlı Devleti olmuştur. Bu aşkın zirvesinde çıkan büyük savaşın bitiminde, Osmanlı Devleti; Mondros Ateşkes Antlaşması‘nı kabul etmekle, hem kendi sonunu getirmiş hem de Sevr Antlaşması ile emperyalist güçler tarafından vatanın bölüşülmesine zemin hazırlamıştır. Bunun sonucunda, ise Ermenistan ve Kürt devletlerinin kurulmasını amaçlaya emperyalist güçler, azınlıkları ve ayrılıkçı Kürt Beyleri’ni Türk Devleti’ne karşı kışkırtmışlardır. 

Bölgemizin büyük oyuncusu ABD’nin emellerini, Amiral Webb’in, Lord Curzon’a yazdığı 19 Ağustos 1919’da yazdığı mektupta şu sözlerle özetliyordu:  “Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan Ermenistan’ı himaye edecek; geri kalan dört il ise Kürt devleti olarak İngilizler’in himayesine bırakılacaktır.” İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe 9 Temmuz 1919 ve 21 Temmuz 1919’da hazırlayıp Londra’ya gönderdiği raporunda: “Binbaşı Noel, Abdülkadir ve Bedirhanoğulları ile görüştüğünü. Abdülkadir satın alındığı takdirde güçlük çıkaramaz. Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine varırsa, bundan büyük yararlar sağlayacağını söylüyor. Kürtler henüz Mustafa Kemal‘e karşı ayaklanmadı. Noel bunu başarabileceğinden emin olduğunu belirtiyordu.”  Yine İngiliz Yüksek Komiserliği’nin görevlisi Hohnel’in; Sir Tilly’e gönderdiği 21 Temmuz 1919 tarihli raporudan şöyle diyordu: “Türkleri zayıflatmak maksadıyla, Kürtleri Türkler’den dikkatli ve temkinli bir şekilde kopartmanın iyi bir fikir olduğunu…” İngiliz ajanı Kindston ise 28 Kasım 1919 tarihli raporundan: “Kürtlere ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız gereğidir.” Diyordu. Sorarım size bu gün Güneydoğu’da değişen ne oldu acaba! Batı o gün Sevr’de yapamadıklarını bugün devam ettirmiyor mu?  Özetle belirtmek gerekirse Anadolu’da “Müdafaa-i Hukukçular” karşısında Lozan’da sırt sırta veren emperyalist devletlerin temsilcisi İngiliz Lord Curzon’un İsmet İnönü’ye söylediği tehditkâr sözü asla unutulmamalıdır: “Şartlar lehinizdedir ama ülkeniz harap ve para gereklidir. Yarın, bunları onarmak ve kalkınmak için bizden yardım isteyeceksiniz. Para bir bizde bir de Amerika’da vardır. Size verdiklerimizi cebimize atıyoruz. O zaman cebimizdekileri çıkarıp birer birer önünüze koyacağız. Bir gün tek tek karşınıza çıkaracağız.”  İnönü’nün bu söze yaklaşımı çok nettir:  “Biz haklıyız. Lozan’da hakkımızı mutlaka alacağız. Siz istediklerimizi veriniz. O yeterlidir. Şayet yarın kapınıza gelirsek, siz de dilediğinizi yaparsınız.” Curzon’un mesajı açıktır. Bizden borç istediğinizde şimdi vermediğiniz siyasal ödünleri sizden alacağız. Lozan Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’na Sevr Antlaşması‘nı zorla imzalatan Batılı devletler için büyük bir yenilgi olmuştu. Ne yazık ki ülkeyi 90’lı yıllar kadar yöneten basiretsiz yöneticiler sayesinde olsa gerek; Lord Curzon’un İsmet İnönü’ye söylediği bu söz ise, maalesef tarih içinde doğrulanmıştı. Türkiye ne zaman zorda kalsa Batılı devletler Lozan’da atıkları imzayı unutuyor ve Sevr hükümlerini uygulamaya davranıyordu. Bugün olduğu gibi Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkan isyanların ardında bile hep Batı’nın Sevr özlemi yatıyordu. İşin ilginç tarafı, Lord Curzon'un Lozan'da Türk heyetine “Kurulacak Türk Devleti’nin Müslümanları temsil etmekten vazgeçmesi durumunda, Hıristiyan dünyası tarafından kolayca kabul edileceğini ve istedikleri her hakkın da verileceğini” söylemesiydi. Bu teklif, I. Dünya savaşı galibi Avrupa Devletleri’nin kendilerini hangi seviyede ve nasıl bir kimlikle gördüklerinin çok güzel bir örneği aslında. W. Churchill Lozan sonrası söylediği şu sözler çok manidardır: “Türkler’in yeniden Avrupa’ya girmeleri Müttefikler için en kötü aşağılanmadır… Bu düşüncelere sahip olan dedelerin torunları olan Batının dün düşmanlıkla başaramadıklarını bugün dostlukla mı yapacaklar diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Ülkemin güneyindeki olayların gidişatına bakınca bu şüphemde ne kadar haklı olduğumu da biliyorum. Ülkemin yöneticilerine düşen görev ise tarihten ibret alarak oynanan oyundan Türkiye’nin karlı çıkmasını sağlamaktır, diye temenni ediyorum.                                                                                        

Kısacası Avrupa Devletleri’nin bu düşüncelerinin hala daha devam etmekte olduğunu da 1957 yılında görüşmeleri başlayan ve Eylül 1963'de imzalanan Ankara Anlaşması ile başlayan “Avrupa Birliği - Türkiye Katılım Müzakereleri’nde” yaşananlarda ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı takınılan tavırlarda görmek mümkün. Türkiye Hıristiyan bir devlet olmayı kabul etmediği için Avrupa Birliğine bir türlü kabul edilmek istenmiyor ve her aşamada AB yönetimi ipe un seriyor. Bütün mesele Sevr’de Osmanlı’da almadıklarını Türkiye’de almak istemeleridir. Yani Lozan Antlaşması’nı hala hazmedemiyorlar. Son olarak ülkemin muhalefeti ve iktidarına sesleniyorum; partilerinizin menfaatleri bir yana dursun! Lütfen milletimin menfaati için kötü düşünceli devletlere karşı hep beraber uyanık olalım, diri olalım, dik duralım, bir olalım, iri olalım!