RÖPORTAJ: GÜNEY GÜNEYAN

Merhabalar, öncelikle nasılsın?

Böyle süratli yaşayan bir memlekette, sorular yaratıp yanıtların alternatifleri yüzünden çırpınan bir ruh hali içindeyim. Ya da boş ver; iyiyim iyi!

(Güney’i kim üzdü?)

Eski Bando grubundan tanıyoruz seni. Eda Baba ile harikulade başlangıçlar yaptınız. Ve Kumbara Cafe’de her cumartesi sahne alıyordunuz. İtiraf etmeliyim; orası çok ama çok küçüktü ama nereden bilebilirdi böylesi büyük bir yeteneğin oraya sığmayacağını. O dönemlerden bahsetsen biraz bize

Beyoğlu’ndaki Kumbara, evimiz mahiyetinde bir güzellikti bizim için, halen de öyle. Çok güzel yıllar geçti orada, keyifli insanlarla. Samimiyetinin bir sebebi de küçük ve izole bir alan olması sanırım. Ve tabii kendine has kitlesi.  

Ne mutlu ki memleketin tüm trajedilerine rağmen çokça çaldık; Hayal Kahvesi’nden KadıköySahne’ye, BKM’den Bronx’a,  Bursa’dan Adana’ya, Nevşehir’den İzmir’e, Bodrum’dan Çorum’a, Zonguldak’tan Ankara’ya, Antalya’ya, İzmit’e. Yaklaşık 400 performans sergilemişiz şimdiye kadar Eski Bando ile. Çok samimi dostlukların oluştuğu, aile gibi bir grup düşünün, çokça şakalar çokça koşuşturmalar, sevgi saygı, bazen de birlikte yaşadığımız can sıkıntıları. Bilgimi, tecrübemi arttıran, müzisyen ya da dinleyici olsun insanı tanımamı sağlayan bir oluşum düşünün. Hayatım boyunca unutamayacağım bir ton anı.

Unuttum sanma; o zamanlarda neredeyse tüm akustik performanslarınızda perküsyon,  trompet ve keman ağırlıkta idi. Şimdi neler değişti? Sanki biraz biraz daha soft soundlar ile bezendi şarkıların. Bunun belirli bir sebebi var mı, yoksa olağan bir şekilde mi gelişti?

Nihayetinde 2008 yılında temelleri atılmış bir ekip Eski Bando, hala müzik mücadelesine devam ediyor. Bunun yanında yeni solo albümüm “Şişelere Mektuplar” müzikal ve sözel anlamda Eski Bando tavrından çok farklı. Düzenleme olsun, enstrüman seçimi olsun, vokaller olsun yine farklı. Her dönem farklı tarzda üretebilirim, bunda sakınca görmüyorum, kafamda çok da fazla sınır yok müzik konusunda.

Tam da şu zamanlarda çokça keyifli ve başarılı işler ortaya çıkıyorsun. “Şişelere Mektuplar” adlı ilk albümünü de Kalan Müzik etiketi ile piyasaya sürdün. Nisan ayının en dikkat çekici albümlerden birine imza attığını düşünüyorum. Albüm maratonu nasıldı? 

Albüm yapım süreci keyifli ve yorucuydu. Stüdyoda yakından tanıdığım ve çok sevdiğim dostlarımla birlikte çalıştım zaten. Albüm, üstünde oldukça düşünülmüş bir iş ama enstrüman çalımları ve tavırları da bir o kadar kurallarla kısıtlanmamış bir anlayışla kısa sürede kayıt altına alındı. Kendi halinde, sözel nitelikli, gitarların ağırlıklı olduğu bir müzik doğmuş oldu. Bu tarz işlerin sunum süreci, kitle iletişim araçları ile pek bağlantılı olmayıp profesyonel propaganda stratejileriyle yönetilmediği için bu albüm bir miktar geç duyulabilir ama sorun değil, zaten bu şarkılar, bugün için yapıldığı kadar geleceğe de bırakılan umuma açık ama bir o kadar da kendi şişesinde gizli duran mektuplar.

Albüm genel hatları ile sosyolojiyi, ikili ilişkileri, melankoliyi düz bir çizgide derliyor, üzüntüleri önüne katıyor ve mutlu olmayı amaç edinen bir adamın hayata karşı savruk doğruluşunu anlatıyor gibi. Ve çokça eleştirel ve kabına sığmayıp taşan bir mizah içeriyor. Kolay oldu mu bu ölçüyü yakalamak?

Yaşadığımız ortamdaki ve şehirdeki olan biteni içinden ve dışından yaşamak bu ölçü için yeterli sanki. Kişisel hikâyelerimiz de birbirine benziyor zaten. Biraz kafaya takıp sorgulayan bir bireysen, geçmişinde bol kırgınlık ve maruz kaldığın haksızlıklar da varsa üretim sürecini derinden etkiliyor bu sorgu işi. İstanbul ve benzeri her yerde yaşanan kısa ve uzun hikâyelerin trajikomik, eleştirel ya da fazlaca melankolik bir dille tasviri hepsi. Fiziksel olarak olmasa da zihinsel olarak çoğu zaman yalnız hissetmek bu albümü, derdimi anlatmama yardımcı bir araca dönüştürüyor.

Çok fazla kafiye kullandığını düşünen bir kitle var. Bu biraz tepki toplamana sebebiyet veriyor mu?

Haklı olabilirler. İşin içindeyken pek farkında olmuyorsun ama o an içimden öyle gelmiş. Sanırım bir süredir seviyorum benzer sesleri üst üste duymayı. Gerçekte tam tersi de olabilir ama hayat bana epey kafiyeli geliyor iyisiyle kötüsü ile. Hayat, tüm benzer ya da sırt sırta zıt olayların birbirini tamamladığı, sonrasında bu bütünün topyekûn yanıp gittiği ve küllerinden yeni şeyler doğurmayı ihmal etmediği bir aksiyonlar silsilesi gibi. Kimi zaman can çekişiyoruz, kimi zaman can katıyoruz.

Sanırım edebiyat ile de ilgilisin? Şarkılarında bunun sentezini görüyoruz çünkü.

“Evet, ilgiliyim!” dersem gerçekten ilgili insanlara haksızlık etmiş olurum. Kitap okurum ama son zamanlarda roman değil de; çeşitli otobiyografiler, sosyal bilimler ile ilgili kitaplar okuyorum. Sosyoloji, tüketim toplumu, kültür endüstrisi, kültürel antropoloji, medya, iletişim kuramları gibi. Şiir konusunda da çok sevdiğim isimler var. Mesela; Orhan Veli’nin ve Sunay Akın’ın sade ama derin tarzları hoşuma gidiyor, belki ileride ilk saydığım isimler hep değişecek ama Orhan Veli - Müşfik Kenter Şiir-Müzik albümünün duygusuna bayılıyorum mesela. Loş ışıkta koltuğa uzanıp kahveyi alıp sessizce dinlenmelik; terapi.

Ah bu içimdeki story telling aşkı! “Şarapçı Remzi” adlı şarkının da bir hikayesi var anlaşılan. Yani bu gerçek mi? Ya da kısmen veya tamamı ile bir kurgu mu?

Hikayesi zaten içinde olduğu için çok üstünden geçmeyeyim. Ama tabii hayatım boyunca “Şarapçı Remzi” gibi insanlar ile karşılaştım, tanıştım. Bu ise onların ortalaması bir karakter oldu. Onları temsil ediyor ama ismi farklı. Şarkı aslında toplumun zaman zaman öteki kabul ettiği kişilere uyguladığı gazaptan bahsediyor. Hepimiz biraz Remzi’yiz, biraz da bir başkasıyız. Hoşgörümüzü kaybedince Remzi’yi mahallemizde yaşatamamış ve hep birbirine benzeyen bireylere dönüşmüş oluyoruz.

Harbiye Açık Hava Sahnesine gidelim şimdi de. Rock müziğin yaşayan efsanelerinden sayılan ve hiç şüphesiz de öyle olan Teoman ile “Kaldırımları İşgal Eden Arabalar” adlı şarkına eşlik etti. Neler hissettin o an?

Büyük keyif ve gururdu benim için. 2004 yılından beri müzikle uğraşıyorum, herhalde en mutlu olduğum günlerden biriydi. Teoman’ın şarkılarını dinlemişsin yıllarca, müzik mücadelende hep aklının bir köşesinde duran isimlerden biri olmuş o ve bir gün aniden seni, albümünü dinleyip beğendiği için sahnesine konuk ediyor; mutlu olmak işten bile değil!

Çocukluğunun ve gençliğinin izlerini taşıyan bir isim ile aynı sahnede olmak şans ötesi bir şey olmalı. Nasıl oldu bu olay?

Şans olabilir, belki de yürüdüğümüz yolların tabiatında var bu. Bilmiyorum ama Teoman’ın samimiyetiyle çok alakalı. Daha önce de yaptı bu tarz güzellikler, mert bir adam olmasa böyle işlerle uğraşmaz. Bu geçtiğimiz Haziran ayının ilk haftası, bir gün stüdyoda çalışırken bir telefon geldi. Kısaca “merhaba, ben Teoman’ın menajeriyim, Teoman seninle görüşmek istiyor.” dedi karşıdaki ses. Önce anlam veremedim ve sonra “olur, bu hafta müsaidim.” dedim, kapattık. Akşama kadar “niçin görüşeceğiz acaba?” gibi sorular döndü kafamda ve akşam Teoman ile konuştuk. Albümü dinlediğini, beğendiğini ve beni 24 Haziran’daki Harbiye Açıkhava konserinde sahneye davet etmek istediğini söyledi, ertesi gün buluştuk, tanıştık. Konsere az zaman vardı zaten, plan program yapıp yola koyulduk. 

Pekiyi, ilerleyen zamanlarda yaklaşan bir etkinlik var mı? 

Şuan için bolca fikir olmasına rağmen kesinleşmiş bir etkinlik yok, çünkü albümün biraz daha oturmasını beklemek daha doğru. Konser ihtiyacının olup olmadığını anlamak için insanların tepkilerini tam olarak görmek istiyorum.

Ve can alıcı soru geliyor; klip fikri var mı bu albüm için?

Evet, var ama henüz fikir aşamasında. Bağımsız bir proje olduğu için albümle paralel bir klip yayınlamaya güç yetmedi, biliyorsun işin ekonomik boyutu var, ama dert değil. Klip kimi zaman çok önemli ama kimi zaman da olmazsa olmaz değil. Ayrıca sosyal medyaya konulan her video artık klip mahiyetinde bir alan kaplayabiliyor.

Yangın anında ilk kurtarılacaklar listende ne olduğunu da sorup, bitirelim mi?

Şık soru! ”Mavi Kazak”ı hariç tutalım mı? (Gülüyor)

Nesnelerin üzerimizde yarattığı ciddi manevi duyguları yok sayamayan bir canlı olarak şöyle ki; gitarlarım ilk sırada. Şarkı yazdığım müsveddeler iki olsun. Bu durumda üçüncü de eski fotoğraflar olur. Tam da bu noktada biraz aklınızı kaçırmak isterseniz “Baudrillard’ın Nesneler Sistemi” adlı kitabını yanınıza almalısınız. Ama siz yine de yangın tüpüdür, kumudur önlem alın. Ocağı açık unutmayın. Ara sıra da içinizi ferah tutun, yanmasın. (Gülüyor)