Koku alma duyumuz çok önemli.
Duygu-Hafıza-Yaratıcılık ile içiçe yaşıyorlar beyin lobumuzda…
7/24 vazifede…yok  777777/24 saat çalışan…
On-Off düğmesi yok.
Hazır ve nazır…
Bu özelliği de ona, bu konuda ki tek duyu olma ünvanını getirmiş.
Tanımlama mekanizması…
Bir ortamın iyi veya kötü oluşunu anında değerlendiriyor.
Nefes alınca koku partikülleri burundan girip, koku mekanizmamızla sarmaş dolaş olup, sonucu “Limbik Sistem Merkezi” ne iletirmiş. Rapor değerlendirilip hangi hormonun ilgi alanine giriyorsa oraya gönderirmiş.
Vay dümbük neler karıştırıyormuş meğer!
Ha Ha Haaa…
Kargonuz Buyrun!
Hafızalık mı, duygu yüklü mü, sinir sistemlik mi,stress mi, konsantrasyonluk mu, vücut sıcaklığını yükselteyim mi, ruhsal durumunu bozayım mı, 
Allah Allaaahhh…
Hipofiz bezi ve Hipotalmus da kaynanaları!
İşte bu; Aristo’nun “Kimyasal İşlemler”i bize iletişim kapılarını açıyor.
Eş seçiyoruz.
Korkuyoruz.
Aşık oluyoruz.
Sadık oluyoruz.
Tansiyonumuz oynuyor.
Kul köle oluyoruz. Hipnoza giriyoruz.
Yıllar öncesini ya da birini hatırlatıyor…
Acı… yok.. tatlı diyoruz.
(Bu arada uzmanlar koku duyumuzun açken daha çok çalıştığını belirtiyor. Ruhsal ve bedensel açlık…Aney, Rus kadın görünce erkeklerin neden bu hallere geldikleri anlaşıldı. Ruhsal açlık… kimseye nasip etmesin…)
Algılama nesnel birşey. Tasarım dersinde söylediğim gibi kişinin imgelemesi ile alakalı…
Kültürellik ve duygu yapısı ile sıkı-fıkı…
Bazı testler yapıp, hoş bir koku ile kumarhanelerde kumar isteğini arttırdığını, unlu mamül reyonunda, yeni pişmiş ekmek kokusu verilince satışların arttığını, (sinema fuayesinde ki pop-corn kokusunu kaldırın bir bakalım, kesin satış azalır) işyerinde molalarda ortama verilen hoş kokuyla iş veriminin arttığını farketmişler…
Subliminal mesaja bile gerek kalmadan…
Bu durumda parfüme başvurmanın önemi çıktı.
Bizim gibi herkesin kokulardan zincirleme etkilendiğini düşününce ortaya şu çıkıyor.
Etki- tepki. Kokuyu alıp biz koku yayıyoruz.
Köpek beni ısırmaz, korkan arkadaşımı ısırır gibi…Çünkü ben sevdiğimin kokusunu o da sevmediğinin kokusunu yayar.
Kimbilir evrene tanımlayamadığımız ne kokular veriyoruz.
Şimdi aklıma yine Koku filmi ve kitabı geldi. Çok etkilenmiştim. Ama sonu çok kötü bir yok oluştu.
Azı karar çoğu hep zarar…
Sex tedavisi görenlerde ki sorunlar da herhalde böyle aşırılıktan oluyordur.
Şimdi…
Geçen hafta Nişantaşı’nın ünlü restoranlarında bir cumartesi gecesi gördüğüm manzarayı aktarmadan geçemeyeceğim.
Dine, imana sığmayan bir aşırılık çoklaması…
Pek de loş olmayan ortamda bacak boyu benim boyum kadar olan beyaz kadınların fileli çorapları oturduğum yerden rahat seçiliyor. Sürekli bir sağa, bir sola, garsonlardan daha bir hareket halindeler…Davranışları podyumdalarmış gibi.
Öyle dikkat çekici görüntü içindeler ki arkadaşımı dinleyemez hale geldim. Malum gözlemcilik ruhumda var.
Tam karşımda ki masada saçı boyalı-tepesindeki ışığın yansımasıyla tam bir tavuskuşu misali-40 lı yaşlarda bir adam  ve yine kuzeylerden göçmen yarı yaşında bir ka-dın… 
Alkolü abartınca tensel dokunuşlar hat safhaya geldi. Garsonlar sırıta sırıta seyrediyor. Kalabalık ortamda yer bulamayan bir çifti de getirip onların masasına kondurdular. Çift çok masum çay-pasta yerken bunlar dünyadan kopmuş, başka gidecek yerleri yok yazık, halinde hiç kesmediler soluklarını…
Arada bir adam yamulduğu yerden kafasını yeni gelenlere bakıp sırıtıyor…Hah dedim tepkiler geliyor. Nerdeee…
Yeni gelenler de sırıtmanın, karşılığını sırıtarak verdiler. 
Herkes memnun. Eeee ben böyle büyümedim. Ataerkil ailem, eşini kıskanan babam, doğada çiftleşen hayvanlara bakılmaz öğretilerim…
Domino taşlarının hareketi beni üzüyor. Çocuğumun yaşadığı ortam ve varsa geleceği…
Daha fazla bu rezilliğe tahammül edemeyeceğimi anlayarak, arkadaşımdan özür dileyip mekandan ayrıldım.
Şimdi onlar modern, onları kınayan ben ayı mı oldum?
Rahmetli Kemal Sunal ne güzel filmler çevirmiş.
Ben ayıyım…Hepimiz ayıyız dediği bir filmi vardı…
“Sosyete Şaban” dı adı galiba.
Sosyete olamadım anam… yıllardır Nişantaşı’nda otursam kaç yazar!
…….
İnsanın 10.000 in üzerinde koku modülünü birbirinden ayırt etme özelliği varsa bu hayvanlarda ne boyuttadır artık siz düşünün.
Bir gazetede, sevgili Ayda Kayar, hayvanların cinsel yaşamı hakkında güzel notlar paylaşmış.
Hayvan dünyası kokularını ha-la  dozunda kullandığı örneklerle gıpta edilecek cinsten.
Carcar konuşan kadın, cinsel isteğini dile getirir diye yorumlanması durup bir daha düşünmeme yol açtı. 
Bülbülün ötüşü, kurbağanın vıraklaması, cırcır böceğinin sesi, baykuşun ötüşü… 
Bizim ne keyfimize ne de uğursuzluğumuza sunulmuş.
Karşı cinsi isteyen ötüyor…Bulunca susuyor…
Hah Hah Haaaa…
Sadık kokulu, Kıskanç kokulu, eşcinsel kokulu, harem kuran kokulu hayvanlar…
900 kiloluk kutup ayısının, dişisine son derece nazik oluşunu, dişinin onu bırakana kadar yanında kalışını…
Kumruların tek eşliliğini…
Aslanın krallığını unutup dişisinin etrafında döndüğünü ve birleşme sonrası yeri göğü inlettiğini…
Fok  balığının hem kıskanç hem çapkın olduğunu. Haremini kendi kurup ve sahiplendiğini…
Ve niceleri…
Ne istediğini bilen hayvanlar…
Bir ahhh diyeceğim.
Toplu hipnoz insanımı,
Hangi türe yaklaştığımızı ya da geri dönüşümüzü.
Yayılan amansız hastalıkların, kokuların suçu mu olduğunu,
Düşünüyorum. 
İşin içinden çıkamıyorum. Hüzün basıyor.