Kavram ve kuramlar vardır ki öyle birkaç cümle ile anlatılmaz, anlatılamaz.Özel ve derin ifadeler de imdadımıza yaşanmış kıssalar yetişir.Kıssa’dan hisse çıkarmak da erdem ve bilgelik gerektirir. Bursa ilimiz de asırlar önce yaşanan bir kıssayı günümüze ulaşan haliyle aldım. Sunduğu mesaj çok da gizemli değil, almak, algılamak için çok derin düşüncelere de gerek yok. Empati ve güncelleme yapmak ise her birimizin yeterliliğinde olsa gerek
<<Osmanlının başkenti Bursa’da
Orhan Bey zamanında Müslüman bir kişi, eskilerin Yahudiler Çarşısı dedikleri bugünkü Arap Şükrü Sokağı’nın girişine bir çeşme yaptırır.
Çeşmenin başına da bir kitabe yazdırtır:
BESMELEYLE AÇ ÇEŞMEYİ
BESMELEYLE İÇ BU SUYU
HERKESLERE HAYRAT BU SU
MÜSLÜMANA HARAMDIR SU
Osmanlının başşehrinde bir çeşme ve bu çeşmenin başında da böylesi bir yazı…
Çeşmeden çok kitabede yazılanlar, kısa sürede yayılır bütün Bursa’ya… Bir dedikodu, bir dedikodu ki; alır gider başını.
Bursa’nın Müslüman ahalisi hop oturur hop kalkar ”bu nasıl fitnedir” diye…
Ahali, dayanamaz varır kadıya. Şikâyet üstüne şikâyet…
Kadı, şikâyetler karşısında hayrat sahibi adamı yaka paça yakalatır; getirtir huzura.Vatandaş memnun. Mahkeme salonu dolar tıklım,tıklım.
Kadı, sorar:
“Bu nasıl fitnedir?
Dini İslam, ahalisi Müslüman olan koca devlette,sen kalk hayrattır,sebildir diye çeşme yap, ama suyunu tüm dinlere helal et, Müslüman’a haram et!
Olacak iş midir? Nasıl anlayıştır? Nasıl mantıktır? Nasıl iz’andır?
Aklını mı yitirdin! "
Hayrat sahibi adam, bozmaz istifini; gayet sakin:
“Müsaade buyurun” der.
Sebebi vardır, delili vardır, ispatı vardır.”
Kadı hiddetlenir:
“Ne delili, ne ispatı !?
Her şey apaçık ortada değil mi?
Sen fitne çıkardın! Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın!
Topluma, nifak soktun. Vaciptir katlin!” der.
Der demesine de bir yandan da merak eder nedir delili?
Nasıl olur bu kadar aleni yapılan işin delili, ispatı ?..
Sorar hayrat sahibi adama:
“Nedir gerekçen delilin, ispatın; nedir söyle !”
Hayrat sahibi adam:
“Bir Sultan´a söylerim, başkasına diyemem”, diye cevap verince, ortalık karışır yine…
Dinleyenler başlarlar homurdanmaya.
Kadı kararsız…
Söz bu ya, kulaktan kulağa ulaşır Sultan’a.
Sultan öncesini de bildiği bu olaydan dolayı zaten bir hayli kızgındır:
“Tez elden getirilsin bu gafil huzuruma!”, diye de emir verir.
Hayrat sahibi adam yaka paça götürülür Sultan’ın huzuruna.
Sultan; esmerimsi, orta boylu, geniş omuzlu, sol yanağında kapanmış bir yaranın izi olan şakakları kırlaşmış orta yaşlı bu adama hiddetle bakar:
“De bakalım ne diyeceksen bre gafil!
Bu nasıl iştir ki, hem çeşme yaptırırsın hayır işlersin; hem suyunu her kula helâl, bir tek Müslüman’a haram edersin”
Adam, kaldırır başını, bakar sultanın ta gözünün içine:
““ Müsaade ederseniz sağlam delilim vardır Sultan’ım, lâkin ispat ister”der.
“Sağlam delil mi? Nedir delilin, neyi ispatlayacaksın? “
Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin, ya ispatlayamazsan!”
“O zaman vereceğiniz hükme kıldan incedir boynum, Sultanım”
“Peki, göster delilini, ispatla bakalım!"
“Sultan’ım, ispat için sizden arzım olacak, yerine getirilmesini isterim.
Sultan, La Havle çeker ya; yine de: “peki, de bakayım!”,der.
“Sultan’ım her hangi bir havradan rastgele bir hahamı sebepsiz, izahsız yaka paça tutuklatın.”
Dediği yapılır adamın.
Bir anda karışır ortalık…
Azınlıklarda bir telaş, bir öfke ki sormayın.
Başta Museviler,
“Ne oluyor? Din adamımız ne yaptı ki tutuklanır?
Bu ne zulümdür!? Biz kefiliz kendisine.  Ne gerekirse söyleyin yapalım.  O, masumdur; gerekirse kefalet öderiz…”
Toplantılar, gösteriler, mektup üstüne mektup…
Ardı arkası kesilmez.
Bir hafta sonra hayrat sahibi adam çıkar Sultan’ın huzuruna:
“Sultan’ım, hahamı artık bırakmak zamanıdır”, der ve haham bırakılır.
Azınlıklar mutlu… Sultan’a teşekkürler, hediyeler…
Hayrat sahibi adam, Sultan’a:
“Aynı tutuklatmayı herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız, Sultan’ım”, der.
Padişah, yine La Havle çeker ya; sonucu o da merak etmektedir.
“Peki”, der.
Aynı işlem, aynı usulle bugünkü Karaağaç Mahallesinde bulunan bir kilisenin papazı için de uygulanır.
Papaz tutuklanarak atılır zindana.
Tepkiler had safhada…
Galeyâna gelir Bursa’daki azınlıklar.
Bursa’da olduğu kadar, civar şehirlerde de gösteriler yapılır.
Hatta Bizans elçisi ile birlikte birkaç ülkenin elçisi de girer devreye...
“Nasıl olur, sorgusuz sualsiz, suçsuz günahsız biri hangi gerekçeyle içeri atılır” diye…
Dolunca haftası o da serbest bırakılır.
Mutluluk ve sevinç gösterileri bir kat daha artar.
Teşekkürler, şükranlar…
Levantenler, din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha sıkı sarılırlar birbirlerine.
Padişah, çağırır hayrat sahibi zatı huzuruna: “tamam mı?” der.
Adam: “Sultan’ım son bir arzım var;
sonra hüküm zamanıdır!”
“Şimdi nedir isteğin?”
“Efendim başkentimiz Bursa’nın sevilen, sözü en çok dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden aynı şekilde”
Dediği yapılır adamın.
Ulu Caminin imamı, vaazının ortasında alınır sorgusuz sualsiz yaka paça götürülür, atılır zindana.
Bir Allah”ın kulu çıkıp da tek bir kelam etmez.
“Ne oluyor, ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleseydiniz,” demez.
Peşinden giden de olmaz, arayan, soran da…
Bir hafta geçer aradan:
“Nerede bizim imam?”
diyen de çıkmaz, merak eden de…
Ulu caminin bu âlim, sözü sohbeti dinlenir imamın yerine sıradan bir imam atanır.
Halk halinden memnun…
Memnun olmakla kalsa iyi, âlim imamın ardından başlar bir dedikodu:
“Biz de onu adam gibi adam bellemiştik, hoca bellemiştik.
Kim bilir ne haltlar karıştırdı da tutuklandı…
Vah vah! Acırım arkasından kıldığım namazlara…”
Sultan, seyreder şaşkınlık ve üzüntü ile bütün bu olup biteni…
Hayrat sahibi adam, gelir huzura:
“EY BÜYÜK SULTAN’IM!
İRADE BUYURUNUZ LÜTFEN!
BÖYLESI MÜSLÜMANLARA SU HELÂL EDILİR Mİ?
Sultan suskun,
çağırır zindana attırdığı âlim imamı halelleşmek için>>
Aradan geçen asırlar var da hep aynı düzen, aynı anlayış mı? Soran ve sorgulayan bir millet, halk olmadıkça, olamadıkça gidişattan iyilikler, güzellikler beklemek de ne kadar manasız. Çeşmeyi yaptırıp notu başına asan kişinin kelle uçurulması korkusundan soyutlanmak gerek, sonrasında sabırla güzel günleri beklemek, imrenerek..