(O günleri unutturan nedenler!)

‘’ Her şey özgürlük içindi. Ya şimdi?  Son nefesimdeki toprak, Kıbrıs’ım. Vatanım…’’

 Dünyanın en stratejik bölgelerinden bir coğrafya ve burada bir ada! Adı Kıbrıs. Bizim kuşakların neredeyse son 60 yılının içerisinde hep var olan bir sorun! Burada yaşayan ama bir türlü huzura kavuşamayan, kavuşturulmayan bir halk..!
 Ada da yaşayan ve kendisini o topraklardan silmeye yeminli Rumlara karşı inanılmaz bir mücadele vermiş, toplu mezarlara sokulmuş, insanlık dışı ambargolara maruz kalmış, ama direnişinden asla vazgeçmemiş; sadece Rumlara değil, İngiliz sömürge idaresine de direnerek, diz çökmemiş, Türklüğünü asla unutmamış ve Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olarak kalmış. Anavatanından uzakta ama kendilerine emanet edilen ata yadigârı vatan topraklarının türbedarlığını yapmaktan asla vazgeçmeyen bir halk;
 Kıbrıs Türk Halkı ve bu halkın kurmuş olduğu 30 yıldan beri yaşayan bir devlet, K.K.T.C’i devleti.
 Bu devlet, 1571 yılından beri uğruna on binlerce şehit verilen ‘özgürlüğün, bağımsızlığın’ en önemli simgesidir.
 Gönderinde nazlı, nazlı dalgalanan devlet bayrağı, demokratik yapısı ve parlamentosu ile bir devlette bulunması gereken yapısal organları ile halkının o coğrafyadaki varlığının en önemli kanıtıdır.
 Ancak bugüne kadar bu gerçeği, anavatan Türkiye’den başka bir ülke görmemiş, görmek istememiştir!
 Bu gün, 30 yıldır var olan bu gerçek göz ardı edilerek, adada yeni bir çözüm modeli konuşulmakta, ama 1968’den beri konuşulan bu konuya bir türlü çözüm bulunamamaktadır!
Çünkü gerçekler, her defasında ortaya konulan tüm çözüm modellerine galebe (üstünlük sağlamak) çalmaktadır.
 Çünkü çözüm için ortaya konulan her modelde; Kıbrıs Türk Halkını o coğrafyadan silmeye yeminli Rumlarla adada iç, içe yaşamanın, sonucu enosise gidecek senaryoları yazılmaktadır!
 Üretilen her yeni çözüm modelinin en önemli gerekçesi; globalleşen dünyada, geçmişte yaşananlar değil, gelecekte yaşanacaklar konuşulmalıdır olmakta, her nedense adada 40 yıldan beri var olan gerçekler, değişimler ve halkın tercihleri göz ardı edilmektedir.
 Bugüne kadar bir halkın yaşadığı bu coğrafyada, var oluşunun en temel nitelikleri; dili, dini, örf ve adetleri, tarihsel yapısı ve geleceğine yöne verme iradesi, kendinin değilmişçesine hareket edilmiş, hiçbir çözüm öncesi o halka; böylesine önemli bir konuyla ilgili yaşamsal tercihleri, nedense hiç sorulmamıştır!
 Bu halk, Kıbrıs Türk Halkıdır.
 Kıbrıs sorunun çözümüne giden süreçte; yaklaşık yarım asır boyunca, hiçbir müzakere öncesi, Kıbrıs Türk Halkına yapılacak bir referandum ile sen ne istiyorsun denmemiş! Özgürlük ve bağımsızlığı uğruna binlerce evladını seve, seve feda eden bu kahraman halka; bu süreçteki tercihleri sorulmamıştır!
 Bu noktada şöyle bir görüş ileri sürülebilir! Müzakereler sürecini yöneten siyasiler, bu görevde olanlar; pek tabiidir ki halkın demokratik tercihi ve çoğunluk iradesi ile yönetime gelmiş ve bu çerçeveyi ona göre belirlemiş, ortaya konulan çözüm taslaklarını görüşmüş/görüşmektedir.
 Ancak geride kalan bu uzun müzakere süreci incelendiğinde; bu sürecin içinde kalan gerçekler, halkın iradi tercihlerine değil, ne yazık ki, kimi siyasilerin ve emperyalist güçlerin hedeflerine ve tercihlerine odaklı gelişmiştir.
 Bunun en yakın örneği; 2004 yılında Kıbrıs Türk Halkına adeta dayatılarak, kabul ettirilen Annan planı, o plan öncesi ve sonrasında adada söz sahibi olmak isteyen emperyal güçlerin oyunları ama daha da önemlisi K.K.T.C’de; o dönemde var olan siyasi otoritenin temsilcisi ile adanın yarı buçuğunu temsil eden Rum Lider arasındaki uyum ve görüş birliği olmuştur!
 Dikkat edilecek olursa; bugüne kadar Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik tavizlerin muhatabı, genelde hep Kıbrıs Türk Halkı olmuştur.
  Sanki bu adada yaşanan tarihsel süreçte, Rumlar ve İngilizler yoktur! İngiltere’nin bu süreçte, sömürgecilik mantığı daima göz ardı edilmiş; Ortadoğu ve Akdeniz’de ki, menfaatlerini korumak adına muhafaza ettikleri adada ki, üsleri hiçbir çözüm müzakerelerinin içerisinde yer almamıştır. ABD ise; Kıbrıs adasında var olma nedenlerinden hiçbir dönemde vazgeçmemiştir, vaz geçmeyecektir.
 Rum tarafı ise; her türlü hukuksuzluğa rağmen 2004 yılında alındıkları AB’nin keyfini sürmekte, bu avantajlarını her defasında haksız ve hukuksuz olarak, Türkiye’nin önüne koymakta, AB sürecini engellemekte, üstüne üstlük uluslararası arenada bilinen nedenlerle hala adanın yasal hükümeti gibi tanınmaya devam edilebilmektedir!
 Bu noktada da gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir gerçek ise; Rumlar, bu unvanına bakılarak yapılan uluslararası yardıma tek başına sahip çıkmakta, Kıbrıs Türk Halkı, hala uygulanan türlü ambargolar nedeniyle hiçbir şekilde bu yardımlardan istifade edememektedir!
 İşte bu gerçek; uluslararası aktörlerin ikiyüzlülüğünden başka bir şey olmadığı gibi, bu aktörlerin adada ki, hedeflerinin ne olduğunun en önemli kanıtıdır.
 Yukarıda ki gerçeklerin en önemli hedefi, ne Kıbrıs adasında, ne de bu coğrafyanın herhangi bir yerinde, yeni ve müstakil bir Türk Devleti olmamalıdır. Böyle bir oluşuma Hıristiyan âlemi bu güne kadar onay vermemiştir; bundan sonra da vermemek adına her şeyi yapmaya, her tuzağı kurmaya devam edecektir. Tekraren ifade ediyorum ki, bunun en canlı örneği 2004 yılında Annan Planı döneminde yaşanmıştır.
 Günümüze döndüğümüzde bu gün devam eden müzakere sürecinin nereye, nasıl varacağı belli değildir!
 Kıbrıs Rum tarafı; 2004 yılında elde ettiği tüm kazanımlarına ilaveten, 1974 yılında yaşanan gerçeği silmek adına, Kıbrıs Türk Halkından daha fazla taviz koparmanın, Kıbrıs’ın kuzeyine yeniden dönebilmenin,  AB üyeliği unvanını kullanarak, Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlük haklarını yok etmenin ve en nihayetinde de; adada işgalci olarak vasıflandırdıkları Türk askerinin, adayı terk etmesinin peşindedir.
 Türkiye’de mevcut siyasi yapının 2002’den beri Kıbrıs konusunda uyguladığı politikalarına bakıldığında:
 Özellikle AB müzakere sürecinin başlaması ve sonrasında Kıbrıs konusunda verilen tavizler, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil eden Rum tarafının 1959-1960 antlaşmalarına aykırı ve tek taraflı olarak AB’ye alınmasına karşı çıkılmaması,
 Sadece Rumları temsil eden Kıbrıs Cumhuriyetinin, AB ile imzalanan Gümrük Birliği antlaşması çerçevesinde mevcut protokole göre tanınmış olması,
 AİHM de açıklanan Loizudu kararının kabul edilerek, Türk askerinin işgalci olarak tanımlanmasına ses çıkarılmaması, bu önemli karar onaylanır ve o Rum vatandaşına milyonlarca dolar tazminatın ödenmesi kabul edilirken, Güney Kıbrıs’ta kalan Türklere ait on binlerce gayrimenkulün iadesi, ya da tazminat talebi yolunda hiçbir adım atılmamış olması,
 2004 Annan Planı referandumu öncesinde Kıbrıs Türk Halkının, bu teslimiyet planına ‘evet’ demesi için uygulanan baskı,
 Kıbrıs Milli Davamızın lideri rahmetli Denktaş’a, o dönemde reva görülen haksız muameleler vardır…
 En nihayetinde günümüzde yeniden başlatılan müzakereler çerçevesinde, Türkiye tarafından tanınmayan Güney Rum kesimini liderini temsil eden müzakerecinin, 27 Şubatta Türkiye dış işlerinde muhatap kabul edilmesi! Yine bu noktada K.K.T.C Cumhurbaşkanının temsilcisinin de Yunanistan dış işleri bakanlığı müsteşarlığınca kabul edilerek, görüştüğü de öne sürülebilir.
 Ancak Kıbrıs Türk tarafını temsil eden müzakereci, uluslararası arenada tanınmış bir devleti değil; dünya kamuoyunda var olan algıya göre; Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumunun temsilcisi olarak görülmektedir. Güney Rum kesiminin liderini temsil eden zat ise; hala dünyanın adada ki yasal hükümet olarak tanıdığı sözde Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının temsilcisi olarak görülmektedir.
 İşte ne yazık ki, göz ardı edilen, edilmeye çalışılan gerçek de budur.
 Bir milletin yaşam ve varoluş mücadelesinde yaşananlar, tarihi gerçekleri ifade eder. Kıbrıs Türk Halkının adadaki varoluş mücadelesi, Türk Milletinin tarihine kan ve can bedeli ödenerek altın sayfalarla yazılmıştır.
 Milli davalar, o davaya bedel ödeyen milletlerin geleceğini tayin etmesi açısından çok önemli değerleri içerir.
 Bu değerler manzumesinin, yaşamsal hakkın, günün koşullarına yansıması; o halkın de-facto olarak kendi, kendini yönetmesi ve topraklarında bağımsız ve özgürce yaşamasını kapsar.
 Kıbrıs Türk Halkı; adadaki bu yaşamasal hakkı, 1571 yılından beri var olduğu Kıbrıs adasında çoktan hak etmiştir.
 Önemli olan; bu müzakere sürecinde bu yaşamsal hakkın ne kadarının savunulacağı ama daha da önemlisi, Kıbrıs’ta yarım asırdan fazla süren, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini kazanan Kıbrıs Türk Halkının önüne yeniden bir çözüm sandığı geldiğinde, o sandıkta vereceği cevaptır.