Ulus devlet yapımızın , tüm ulusal pazarlara ve dünyadaki hammadde kaynaklarına sahip olmayı amaçlayan küresel güçler ve  işbirlikçileri tarafından  zorlandığını ve  vatanımızda bölünmez bir bütün olarak bin yıldır yaşadığımız birlikteliğin, kardeş kavgasına dönüştürülerek uluslararası komplonun piyonu haline getirilmek istenildiğini üzülerek görmekteyiz. 
Sınıf arkadaşım Ali Rıza Mutluer’in bir anısı, bu kardeş kavgasının hangi koşullarda oluşturulduğu- nu ve dünyada yaşanan gelişmeleri o kadar net anlatıyor ki okuyunca siz de bana hak vereceksiniz. “Sene 1973, aylardan Ekim olabilir, Karaköyde vapurdan indim yürüyerek Tophaneye geldim oradan da İtalyan yokuşu üzerinden Cihangirdeki evimize gideceğim. Tam yokuşun başında orta yaşlı bir adam müzedeki (o zaman müzede degil top deposu) astsubaya ingilizce bir şeyler söylüyor ama bizimki anlamıyor müdahale ettim. Üniformalı da olunca adam kimligini açıkladı Amerikan uçak gemisinde pilot.... Beyoğlu’na gitmek istiyordu, neyse arkadaş olduk. Bir haftada çok samimi olduk, beni gemide gezdirdi, amiraliyle tanıştırdı ve amiralle 2 kez yemek yedirdi, Beyoglu’nda ve Hiltonda... Bende ona her türlü misafirperverliği gösterdim. Yıllarca da yazıştık, o bana şunu söylemişti, “Biz Amerikalılar bize tehlike yaratacak veya gelişmesini istemedigimiz ülkeler için şu taktiği yaparız. Bir gemi düşünün (bir ülke) baktık yol alıyor, hemen altını deler su aldırırız, batmasını istiyorsak batırırız, istemiyorsak batarken kurtarırız. Gemi bizim arzularımıza göre hareket eder, genelde de yerinde saydırırız.” Ne kadar açık ve net değilmi?
Anayasamızda “Herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamıyacagı” belirtilmesine rağmen bölücü odakların halkı “BİZ ve ÖTEKİLER” ikilemine düşürmek amacıyla her anlamda eşit yurttaşlar olmak yerine azınlık yaratılmasına yol açacak talepleri geleceğimiz için samimiyetten uzak bir tehlike olduğu açıktır.
Her ne kadar, farklılıklarımızı sorun değil zenginliğimizin kaynağı  olarak görsek de karanlık bazı eller, toplumda var olan hoşnutsuzlukları istismar ederek halkı kışkırtmaktalar. BDP/HDP mensubu bazı siyasetçilerin de halkı sükunete davet edip tansiyonu düşüreceğine, provakatör ajan gibi sokağa davet etmeleri ve geçen hafta yaşanan olaylarda 40 kişinin ölümüne sebep olmaları çok düşündürücü.
Barış, kardeşlik, insan hakları, demokrasi gibi insani ve ahlaki kavramları sürekli kullanmalarına rağmen, pusu, baskın, mayın ve bom- balama gibi terör eylemleriyle va- tan evlatlarının kanını ve anaların göz yaşlarını akıtanlara ve bölücü terörün neden olduğu kardeş kavgasında akan kanı durdurmak için toplum genelinde oluşan beklenti ve mutabakata rağmen terörü azdırmanın kime ne faydası olacak???
30 yılda 40 bin insanın ölümüne sebep olan bölücü terörün, söndürdüğü ocaklar, katlettiği masum insanlar, yıpratılan ülke ekonomisi ve acılarla dolu yıllar, haketmedigimiz  fakat sonuçlarına beraber katlandığımız ağır bir bedeldir. Önümüzdeki Irak ve Suriye örneğine ve bunca yaşanmışlıklara rağmen sürüklenmek istendiğimiz kitlesel çatışma sonucu oluşabilecek sosyal ve ekonomik çöküntüyü ve güzel yurdumuzun dullar ve yetimler ülkesine dönüşmesini mi arzu etmekteler?
Ortadoğuda geçen yüzyılda masa başında çizilen sınırlar kullanım ömrünü tamamlamış, yeni bir düzenlemenin sancıları yaşanıyor. Defalarca yazmış olmama rağmen tekrarında fayda görüyorum, küresel güçlerin projelerinin faturasını daima diğer ülkeler öderler. ABD’li  Prof. Justin Mc. Carthy-Ölüm ve Sürgün adlı eserinde, “1821-1912 arasında çoğu Türk olan 5 milyondan fazla Müslüman yurtlarından sürülüp atılmış, kimi savaşlarda öldürülerek, diğerleri sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıktan canını yitirerek ölmüşlerdi” diye yazarken ödediğimiz bedelin ağırlığını gözler önüne seriyordu.
Etnik, din ve mezhep farklılıklarının bir arada yaşadığı toplumlarda eğer kimliklere dayalı siyaset yapar ve insanları ötekileştirmeye başlarsak, çok kanlı hesaplaşmaların yaşanacağını görmemek için kör olmak lazım. Sonuçta hemen güneyimizde olduğu gibi müslüman müslümanı keser, kardeş kardeşi katleder. Özellikle topluma önderlik etmekte olanlar sükuneti, toplumsal huzuru ve barışı, asayişi, can ve mal güvenliğini hedef alan çatışmacı dil kullanmamalıdır. Milletvekili, Belediye Başkanı gibi kişiler, devletin askerine taş atmamalı, kendilerine yakışacak sorumluluk duygusuyla hareket etmelidirler. Aksi halde Türkiye’mizin sürüklenmeye zorlandığı bataklık onları da yutacaktır.