Gazeteciliğe ve kendi yaşamına dair geçmişten günümüze bilinmeyen yönlerini Elif Günay'a anlatan Burhan Akdağ, bu haftaki sayımızda şimdi sizlerle...

Sizinle bir arada olmak benim için büyük bir onurdur. Röportaj için sizlere çok teşekkür ederim. Öncelikle Gazetecilikle nasıl tanıştınız?
Ben 5 - 6 yaşımdan beri fotoğraf çekiyorum. Gazetecilikten çok önce fotoğraf çekmeyi öğrendim. Çocukluk yıllarımda Köy Enstitüsü mezunu babam Hüseyin Akdağ, çok iyi fotoğraf çekiyordu. Babamın fotoğraf sevgisi bende bir sevda oldu ve fotoğraf çekmeye başladım. O zamanlar Kodak Retina 1A -1B, sonra Rolleiflex fotoğraf makinam vardı. Sonraları Asahi  Pentax oldu.Gazeteciliğe ise, Minolta makinam ile başladım. İlk Nikon FM 2’mi aldıktan sonra hep Nikon ile devam ettim. Nikon’un tüm fotoğraf makinesi ve objektif serisi bende vardır sevgili Elif. Yani fotoğrafla ilgili o kadar çok aksesuarım var ki, dostlarım bilirler belki de medyada kimse de bu kadar yoktur. Geçen zaman içinde çok iyi bir fotoğraf makinesi koleksiyonum oldu. 

Üç erkek kardeş bir gün geldi ki hepimiz aynı okula gittik. Ben 5. Sınıftaydım. Bir küçüğüm İlhan 3.sınıfta’ydı. En küçüğümüz İrfan ise, 1’e gidiyordu. Erenköy'de okurduk. Beşinci sınıfta olduğum bir dönemde matematik öğretmenimiz bizlere bir soru sordu. Yaklaşık 15 kişiyi tahtaya kaldırdı, kimse soruyu yapamadı. Sınıfa sordu yine kimse yapamadı. Sonra öğrencilerden birine dedi ki, “1-D bir çocuk var. Onu al gel” dedi.  Çocuk bir geldi benim en küçük Kardeşim irfan. “Evladım şu soruyu çözer misin” dedi. Tık tık tık bizimki çözdü soruyu. Millette benimle dalga geçti tabi ki. Bende eve gidince soruyu nasıl yaptığını sordum. 

Hangi gazetelerde çalıştınız?
Ben ilkokulda, ortaokulda, lisede iken arkadaşlarım bana, “Sen ileri de çok iyi bir gazeteci olacaksın” derlerdi. 83 senesinde başladığım gazeteciliği tam 33 yıldır soluksuz devam ettiriyorum. 50 yıldır yani yarım asırdır da fotoğraf çekiyorum. Güneş Gazetesi ile başladım. Haftalık Şey Gazetesi oradan da Tan Gazetesi’ne geçtim. Tan'ın Tan olduğu milyonlar sattığı dönemlerde çalıştım. Sabah Gazetesi kuruldu Sabah'a geçtim. Günaydın Gazetesi’ne geldim. Foto Spor'da çalıştım. İlk Alem Dergisini çıkarttım. Alem'de iken televizyon ile tanıştık ilk magazin programı Alemi yaptık. Oradan Kanal 6'ya transfer olduk. Top Secret Dergi ve programını yaptık. Oda büyük ilgi gördü. Sonra Manşet dergisini yaptım. İbrahim Tatlıses'in Randevu Dergisini yaptım. Aslında sevgili Elif bunlar hep bilinenler. Onun haricinde görsel ve yazılı basında çok fazla imzam oldu. Kanal 6, Star TV, Show TV, Kanal D,  ATV gibi o kadar çok kanalda çalıştım ki, çalışmadığım kanal kalmadı diyebilirim. 

Sizin için yazılı basın mı televizyon mu daha önemli?
Yazılı medya bana daha çok haz veriyor. Televizyon izledin izledin kaçıyor gidiyor. Ama yazılı medya öyle değil, elinde kalıyor. Ne yazık ki gün gelecek bu yazılı medyada bitecek. Çünkü internet her ikisinin de önüne geçmiş durumda. Dünyaca bilinen bazı gazeteler artık İnternet üzerinden okuyucularına hizmet vermeye başladı. Zamanla internet gazetecilin iyi bir yol alıp yürüyeceğini düşünüyorum. 

Haber Müdürüm saygıdeğer Adnan Tamirak ile ilk aklınıza gelen anınız nedir diye sorsam ilk olarak bana ne anlatırsınız? 
İlk aklıma gelen Adnan ile bir gün gazetedeyiz. Sanıyorum Günaydın’daydık. Erdoğan Sevgin Magazin Müdürümüzdü. Aynı zamanda bir televizyon eleştirmeniydi. Kendisinin bir iş vardı ve Adnan’a başlayacak bir diziyi izlemesini ve yarın kendisine anlatmasını istemişti. Bizde saate bir baktık ki o dizinin başlamasına 20 dakika var, daha Cağaloğlu’ndayız. Adnan'da karşıda Altunizade’de oturuyor. Adnan, “Yaa 15 dakika var nasıl yetişeceğim” dedi. Bende ona “Seni 15 dakikaya yetiştiririm” dedim. O zaman bende çok süratli giden Golf marka araba vardı. Gazete'den bir çıktık. Cağaloğlu’ndan 10 dakika da Altunizade'deydik. Adnan'da sürati hiç sevmez. Adnan'ın inerken bacaklarının titrediğini hissettim. Tam zamanında yetiştirmiştim ama o korku ona yetti diye düşünüyorum. Dizisini izleyip Erdoğan ağabeyimize yetiştirmiştir diye düşünüyorum. 

Günümüzün gazetelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası bir holding gibi oldular. Eskiden gazete sahipleri gazeteciydi. Babadan oğula gazetecilik vardı. Haldun Simavi'nin gazetecilikten başka işi yoktu. Erol Simavi öyle, Karacanlar da keza. Bunlar hep gazeteci aileydi. Ama şimdi öyle değil ki bakıyorsunuz Hürriyet'in sahibi Aydın Doğan’ın gazetecilik haricinde birçok işi var. Sabah Gazetesi Çalık Grubu'nda inşaat var, bankacılık var, her şey var... İşte gazetecilik günümüzde böyle oldu. Doğuş Gurubu'nun birçok şirketinin yanı sıra NTV başta olmak üzere birçok televizyon kanalı var. Bu yüzden kökü gazeteci olmayan yani ailesi gazeteci olmayan insanların kurduğu gazeteler ya da basın kuruluşları A.Ş gibi çalışıyor. İster istemez ya o dönemin hükumetinin yanında oluyorlar ya da karşısında bulunuyorlar. Fakat böyle olunca gazetecilik ruhu kaybediliyor. Ne yazık ki, bu çalışanlara da yansıyor. Bu gün bakıyorsun 5 - 6 gazeteyi yan yana koyun hemen hemen aynı başlık atılmış ve her birinde aynı haberler var. 

Gazetecilik bu değil ki, benim bildiğim gazeteciliğin özünde ‘muhalefet’ vardır. Ben bir gazeteciyim. Başbakan benim babam da olmuş olsa, eğer yanlış bir şey yapmışsa onu eleştirmek durumunda olmalıyım.

Burhan Akdağ magazinin efsanesi olarak biliniyor. Bunun yanı sıra spor, ekonomi, sağlık yönünde de etkin çalıştığı dönemler oldu mu?
Öncelikle gazetecinin magazincisi, sporcusu, savaşçısı, ekonomisti olmaz. Gazeteci gazetecidir, tektir. Evet, bir branşı vardır. Onda da uzmanlaşmıştır. Gazeteci her şeyi yapabilendir. Ben spor muhabirliği de yaptım. İki dünya kupası takip ettim. Futbolu çok seviyorum. 1.lig maçlara gidip fotoğraflar çektim. Sonra Saraybosna’ya savaşa gittim. İki savaş gördüm. Güneydoğu'da olayların çok sıkı olduğu dönemlerde 90lı yıllarda Hakkari'de Sarıyer-Yüksekova maçını izlemeye gittim... 

Magazin Derneği Başkanı olsanız neleri değiştirirsiniz?
Derneğin öyle bir değişim gibi yaptırımı yok. Ben başkan yardımcılığı ve sekreterliği yaptım. Yani derneğin kurucularından bir tanesiyim. Yeni başlayan arkadaşlara gazeteciliği anlatırdım. Zaman zaman bu kişileri toplar eğitimler verirdim. Gazeteciliği  daha keyifli görebilmelerini sağlardım. 

Gazeteci olmasaydınız neleri yapamazdınız?
Kuzey Kutbu’na gittim. Boydan boya kutbu geçtim. Bir gazeteci olmasaydım gidebileceğimi sanmıyorum. Saraybosna'da savaşın en önemli anlarında ben oradaydım. Gazeteci olmasaydım gidemezdim. Japonya’ya Dünya Kupası’na gittim. Türkiye Dünya 3.sü oldu. O sevinci yerinde yaşadım gazeteci olmasaydım gidemezdim. Yani başka ne iş yapardım bilmiyordum ama yine hareketli ve tempolu bir iş  seçerdim diye düşünüyorum. Gazetecilik benim inanılmaz ufkumu açtı. Dünyanın birçok yerine gittim. Birçok kişi ile tanıştım. Birçok sanatçı ile yakın dost oldum. 

Siz neden yurt dışında yaşamak istemediniz? 
Aslında Sevgili Elif biz üç kardeştik. İki kardeşim yurt dışına çıkmak isteyince benim burada kalmam gerekti. Bir küçüğüm İlhan Almanya'ya gitti. Diğeri kardeşim İrfan ise Amerika'ya gitti. Ben Türkiye'de kaldım. O zamanlar gazetecilik yapıyordum burayı bırakıp da gitmeyi düşünmedim.  

Hayatınızdaki en büyük pişmanlık nedir diye sorsam ne söylersiniz?
Aslında ben hayatımda yaptığım hiç bir şeyden pişman olmadım. Benim bir hayat felsefem var, en kütü anımın bile tadını çıkartıyorum. Yani daha kötüsünü düşünüyorum. Bundan bir kaç ay evvel Baypas Ameliyatına girdim 4 damarım değişti ve o zaman düşündüm dedim ki, ‘Kalbim durmuş olabilirdi, sonuçta yaşıyorum. Kalbimi de değiştiriyor olabilirdim. Kalpte arıyor olabilirdim…’ 20 yaşımdan beri en büyük hayat felsefem, en kötü anımda bile hayatın tadını çıkartmayı seviyorum.

Kaç evlilik yaptınız?
3 evlilik yaptım ama 2 eşim var. Müge Anlı’yla 2 kez evlendim. Bir gün tartışmıştık boşanmak istediğini söylemişti. Bende ‘boşanmazsan…’ diye söylendim. Ertesi gün boşandık. Sonra evlendiğimiz tarihte yine evlendik.

Kaç çocuğunuz var?
3 çocuğum var. İlk eşimden bir oğlum bir kızım var. Oğlum Metehan Amerika'da inşaat mühendisi. Kızım Aslıhan burada İSTEK Okulları’nda müzik öğretmeni. Müge Anlı'dan olan kızım Lidya'da şuan hazırlık okuyor. Aynı zamanda bir dedeyim. Oğlum Metehan'ın 2 kızı, Azra ve Arya var. onlarda Amerika'da yaşıyorlar.

Dede olmak nasıl bir duygu?
Muhteşem bir duygu 2. torunum daha yeni doğdu, onu daha göremedim. Mayıs sonu gibi Amerika'ya gidip onları görmek istiyorum. Şimdi teknoloji çok geliştiği için sosyal paylaşımlardan görüntülü arama ile sık sık görüşüyoruz.

Peki daha sonra evlenmeyi düşünmediniz mi?
Evlenmek istedim ama olmadı. Evlenebilirim de hiç belli olmaz. Ben evcimen bir adamım. O yüzden hayatımın düzenli olmasını çok seviyorum. Aslında evlilik için benim bir şartım yok kafama uysun yeter. Evdekiler ‘Ne zaman evleneceksin?’ diyorlar zaten.   

Sinema ya da dizi projesi için oyun teklifi gelse ne yaparsınız?
Hiç düşünmem oynarım. Daha önce bir filmde ‘imam’ rolünde oynadım. Bir Karadeniz filmiydi. Fransızlar çekiyordu. Ben burada Fransız dostlarımın bir kaç işini halletmiştim. Fransız bir yönetmen o zamanlar bir film çekecekti illa benim oynamamı istedi. Çok komik bir filmdi. Çok keyif almıştım.

Bu zamana kadar kaç ülke gezdiniz? En çok nereyi beğendiniz?
Avustralya, Güney Kutbu, İngiltere hariç hemen hemen her ülkeye gittim. Barselona çok hoşuma gitti. Budapeşte çok hoşuma gitti. Kurallar anlamında Tokyo çok hoşuma gitti. Kahire’den çok hoşlandım, çok egzotik havası var. Mısıra 5 -6 sefer gittim. Gittiğim her seferde içeceğim suyumdan yiyeceğim yemeklere kadar her şeyimi yanımda götürdüm. Çok titiz biriyim. Burada bile her yerde yemek yiyemem gittiğim yerler bellidir. Canım döner yemek istiyorsa Kadıköy'e ‘Bonfile Döner’e giderim. Mantı yiyeceksem Ortaköy'de ‘Ortaköy Mantıcısı’na giderim...

Çocukluğumda dinlediğim Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Neşe Karaböcek ve daha niceler ile ağabey kardeş gibiyim. Birçok insanın görmek için birçok yollar denediği birçok sanatçıyla ben arkadaşım aynı şekilde iş adamlarıyla da diyaloglarım çok iyidir. Yılmaz Ulusoy’un 25 yıldır medya konusunda danışmanlığını yapıyorum. Rahmetli Sakıp Sabancı ile zaman zaman evinde buluşur bilardo oynardık. Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında kendisi ile birçok yerde karşılaşırdık, her karşılaşmamızda mutlaka hatırımı sorardı. İşte bunların hepsi dürüst bir gazeteci olmaktan geliyor. 

Sizin sürekli boynunuza taktığınız şallarınız var. Nereden geldi bu şal takma tutkusu?
Bundan 4 yıl önce hava çok soğuktu bende boynumu sıcak tutması için şal almıştım. Sonra çok hoşuma gitti. Ardından kıyafetlerime uygun şal almaya başladım. Büyük bir tutku oldu bende şal takmak. Şimdilerde sanıyorum 140 tane şalım vardır. Gözlükte aynı şekilde. Gazeteciliğin erken verdiği rahatsızlıklardan biri yakını iyi görememektir. Giydiğim kıyafete göre her renk gözlüklerim var. Şık olmaya çok dikkat ederim.

Koleksiyonlarınızdan bahseder misiniz?
İlk olarak kitap diyebilirim. Mümkünse ilk ya da ikinci baskısı olan kitapları biriktiririm. Şimdilerde ise İşadamı Yılmaz Ulusoy’da bir örneği olan “Atatürk” ile ilgili yazılan yerli yabancı öven ya da yeren her türlü kitabı topluyorum. Bir arşiv yapacağım. Eski dergileri de topluyorum. Mesela ‘Hayat Dergisi’nin ilk çıktığı dönemden son yıllarına kadar ciltleştirdiğim arşivim var. Kendi yaptığım tüm dergi ve haberlerimin arşivleri var. 

Bunun dışında futbol topları koleksiyonlarım var. Evimde 50’nin üzerinde futbol topum vardır. Maçta oynanmış, bazı takımların özel olarak imzaladığı, çok özel maçların da topları var. Mesela Şampiyonlar Ligi Final topları var. Bundan yıllar şampiyonlar ligi hangi ülkede yapıldıysa o şehrin adı topa konuldu. O tarihten beri ben o topları almaya başladım. İstanbul'la başlayıp birçok top biriktirdim. Dünya Kupası toplarım var. Bu sene 2016 Avrupa Şampiyonası topu bende var. Daha maçlar başlamadı ama ben topunu aldım.

Onun haricinde forma koleksiyonum var. Ben iyi bir Beşiktaşlıyım Beşiktaşın çok eski formaları bende var. Sonra dünyadaki siyah beyaz takımların formaları var. Mesela Newcastle United FC,  Juventus, Real madrid'in bir siyah beyaz forması var. Fransız takımı Paris Saint-Germain, renkleri bordo mavi ama bir iki maçında formasını siyahtı, o formada bende var. Gördüğüm beğendiğim formayı mutlaka koleksiyonuma koyarım. Japonya Dünya Kupası’nda Cristiano Ronaldo’dan formasını almıştım. Giydiği formasını kendisinden almıştım. Dünya kupasına gittiğim bir gün uçakta maçın hakemi ile tanıştım. Gazeteci olduğumu Türkiye den maçı takip etmeye  geldiğimi anlattım. Yanınızda orijinal sarı-kırmızı kart var mı dedim. Oda çıkarıp Fifa’nın orijinal kırmızı ve sarı kartlarını bana verdi. 

Hiç futbol oynadınız mı?
Evet, ben küçükken çok futbol oynadım. Hatta ileri ki yaşlarımda gazetecilik mi, futbolcu olmak mı bir tercih durumuna bile geldim. Ardında gazeteciliği seçtim çünkü gazeteciliği çok seviyordum. 

Biraz da Beşiktaş aşkınıza değinmek istiyorum neler söylemek istersiniz?
Beşiktaş inşallah bu sene şampiyon olacak, baya yol katetti. İmkansız denecek bir senede Beşiktaş'ın şampiyon olması bir mucize olacak. Kadromuz çok güzeldi. Yönetimimiz çok iyiydi, ama her maçımızı deplasman da oynadık. Şimdi ise stadımız yapıldı. Ben açılıştan önce gezdim bir mucize gibi orası. Şöylede bir gerçek var “15 günde bir 90 dakika kullanılmak için bu kadar büyük bir yatırım yapmaya değer miydi?” diye düşünüyorum. Fakat stadımız Beşiktaş Vodafone Arena birçok yeri her zaman kullanılacak şekilde yapıldı. İçinde kafeteryalar var oturup bir şeyler yiyip içebiliyorsunuz. Toplantı salonları var büyük toplantıları yapabilirsiniz. Bir kaç büyük salon var onlarda düğünde yapılabiliyor. Böyle enteresan ve çok amaçlı bir stad oldu. 

Cezalı maçlar vardı. Seyircisiz oynanacak maçlara bayanların ve çocukların ücretsiz olarak girmelerini bir canlı yayında federasyona ben önerdim. Bu fikir benden çıktı iki sene çocuklar ve kadınlar maçları güzelce izlediler…

Son olarak yaşama dair okuyucularınıza neler söylemek istersiniz?
Sevgili Elif, Türkiye çok önemli bir dönemeçten geçiyor şuan. Türkiye'nin de tek ihtiyacı olan şey sevgi. Son yıllarda nedense sevgisiz bir toplum olduk. Sevgiye aç bir toplum olduk. Şuan bu sevgi sınırımızı aşabilirsek, sevgiyle birbirimize sarılabilirsek, hiçbir sıkıntımız kalmaz ve dünyadaki hiçbir ülkeye eyvallahımız olmaz.  Yani bizi tek birleştirebilecek şey sevgi. Bir an önce birbirimizi sevmemiz lazım. Yazdığım kitabımı imzalatmak isteyenler için her zaman, “Ben dostuma da dağ olurum. Düşmanıma da. Dostuma dağ olurum yaslansın diye. Düşmanıma dağ olurum dostuma ulaşamasın diye…” yazarım. Bu da benim diğer bir hayat felsefemdir Ben bütün yatırımımı insanlara ve insanlığa yapıyorum. İnsanlar benim için çok önemli. Herkese iyilik dolu günler diliyorum. Sizlere de gazetecilik yaşamınız da başarılar dilerim.

Çok teşekkür ederim. Benim için harika bir röportaj oldu. Yüreğinize sağlık Burhan Akdağ iyi ki varsınız…

Doğum tarihi: 30 Ocak 1961
Burcu: Kova
En sevdiği huyu: İyi niyetli olmak
En sevmediği huyu: Yine iyi niyetli olmak
En sevdiği renk: Mavi
Uğurlu sayısı: 13
En sevdiği şarkı: İbrahim Tatlıses'ten 'Kal Benim İçin'
En sevdiği söz: Ben dostuma da dağ olurum. Düşmanıma da. Dostuma dağ olurum yaslansın diye. Düşmanıma dağ olurum dostuma ulaşamasın diye…



Röportaj: Elif Günay