19 Mayıs 1919 Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal, Türk Milleti’nin işgalcilerin zulmu ve baskısı altında dayanılmaz acılar çektiğine adım adım şahit oluyordu. Bu vahşetlere seyirci kalmak elbette mümkün değil di! İşte Mustafa Kemal ve arkadaşları; bağımsız ve özgür yaşamak için hemen harekete geçtiler. Halifeyi İstanbuTürk Milleti’nin haklı olduğunu bütün dünyaya anlatmak için önce “Müdafayı Hukuk Cemiyetleri’ni” kurdu. Yani Türk Milleti bağımsızlık için önce “silaha” değil “hukuk’a” sarılmıştır. Bu uyarıları anlamak istemeyen İtilâf Devletleri 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ettiler.
İşgal edilen yerlerden birisi de Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu’ydu. Buraya yapılan baskın sırasında çatışma çıkmış ve uyku halinde olan 5 Türk askeri şehit  edilmiş 12 kadarı da yaralanmıştı. Bir İngiliz askeri ölmüş, bir subay yaralanmıştı. Uluslararası savaş hukukuna aykırı olmasına Türk askerlerinin bazıları yataklarında süngülenerek öldürülmüşlerdi. İngilizler Meclis-i Mebusan’ı da basmışlar başta Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf Beyler olmak üzere altmıştan fazla kişiyi tutuklayarak Malta’ya sürmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un işgal edilmesine ve Meclis-i Mebusan’ın basılmasına çok sert tepki göstermiş ve Anadolu’da bulunan İngiliz subaylarının tutuklanmalarını emretmişti. Erzurum’da bulunan Yarbay Rawlinson bunların başında gelmekteydi. Savaş esnasında bu esirler İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek isteyen Kurtuluş önderlerinin değişimde işe yaradığı gibi İngiliz subaylarının aileri de İngiliz hükümetine baskı yaparak çocuklarının kurtarılmasını ve Yunan ordusuna destek vermemelerini istemişlerdir. Böylece Mustafa Kemal zafere kısa sürede erişmeyi sağlamaştır.     
İstanbul’u İtilâf Devletleri işgali gerçekleştirdikleri sırada Galata köprüsü muhafaza memurlarından Şuayip Efendi’nin Fransız askerleri tarafından öldürülmesi, daha şehri ilk işgal ettikleri gün arabasına bindikleri bir arabacıyı döverek arabadan atan beş İngiliz askerinin davranışı ileride yaşanacakların da işaretiydi. Çamlıca gibi şehre hâkim tepelere mitralyöz ve makineli tüfekler yerleştirip, Gayri Müslim unsurların şikâyetleri sonucunda Müslüman halkın evlerinde aramalar yaparak herkese olmaz hakeretler ve zulumler yaptılar. Sokak ortasında duvar diplerinde Kuvayi Milliye’ci diye insanlar kurşuna” diziliyordu. 
İngiliz askerlerinin Ümraniye’de ezan okuyan bir müezzine ateş açmaları da dinî hoşgörülerinin seviyesini gösteriyordu. Gerekçe gösterilmeden tutuklamalar yapılıyordu. Kartal Bölük Komutanı vekili Haydar Efendi ile kaza kaymakamı Hamid Bey’in İngilizler tarafından tutuklanıp hapsedildikten 12 saat sonra serbest bırakılmaları fakat tekrar tutuklanarak Dersaadet’e sevk olunmaları da keyfî uygulamalara bir örnek teşkil ediyordu. Öyle ki; Kartal’ın Soğanlık köyünde hırsızlık, yaralama ve öldürme suçlarını işleyen iki İngiliz askeri idamla cezalandırılmışlardı. İngiliz Karadeniz Orduları Başkomutanı bu cezaları onaylamış ancak birini müebbed hapse çevirmişti. Anlaşılan hırsızlık, gasp, ırza tecavüz gibi suçları görmezden gelen İngilizler örtbas edilemeyecek bu gibi durumlarda ceza vermekten kaçamıyordu.
İşgalcilerin ve başta İngilizlerin Türklere karşı bu katı tavrı Yunanlılara da cesaret veriyordu. Kadıköy’de ailesiyle birlikte seyahat eden Rüsûmat memuru Süleyman Efendi’nin üç Yunan askeri tarafından elleri bağlandıktan sonra gözü önünde ailesine karısına ve kızlarına edilmesi hatta, “Yalnız sana değil Kadıköy’deki memurlarınıza da aynı muameleyi yapacağız. Defolun buradan gidin; biz sizi birden öldürmeyeceğiz. Her gün birer parçanızı kesmek suretiyle öldüreceğiz” şeklinde tehditler savurmaları durumun korkunçluğunu gözler önüne seriyordu. Tuzla’da bir Yunan subayı ezan okuyan müezzine ateş ediyor, Yunanlıların İslam’ın kutsal değerlerine saldır ve hakaretleri ayyuka çıkıyordu. Müslüman halka saldırarak yaralayan, feslerini yere atarak çiğneyen ve bizim için kutsal olan bayrağımızı yırtan, birtakım Yunan askerlerini kimse durdurmaya cesaret edemiyordu.
İngilizlerin Gebze’de kendilerine silah çekeceği korkusuyla bir silahsız çobanı dahi tutuklayıp işkence yapmaları tam bir işgalci psikolojisi içinde olduklarını gösteriyordu. Rumların babasına götüreceği diye kandırdıkları bir genç kızı Büyükada’daki Rum yetimhanesine götürmelerine İngiliz polislerinin de yardımcı olması Rum ve Ermenileri hemen her koşulda koruyup kolladıkları sabitti. 
Gebze’de Jandarma ile çatışan Rumlar cezalandırılamazken, bölgedeki Yunan kıtaları Müslümanlar’ın tamamını Rumlarla beraber gasp ettikler karşı çıkanları kadınlara varıncaya kadar sopalarla döverek süngüyle tehdit ediyor, Yunan asker ve subaylarına selam durmaya zorluyorlardı. Yunan askerleri caddelerde yüksek sesle “Ayasofya’yı alacağız, Türkleri kovacağız” diye şarkılar söylüyor bu da Müslüman halkın duygularını incitiyordu. İşgalci askerler arasında meydana gelen çatışmalar da, şehirdeki Müslüman nüfus arasında yaralanmalara hatta ölümlere yol açabiliyordu. Manisa’nın içinde 300’den fazla İslam kızına tecavüz edilmiş ve bunların bir çoğu alınıp götürülmüştür. Bergama’yı işgal eden Yunanlılar, Müslümanları katlederek, ırzlarına tecavüz, mal ve paralarını gasp ettiler. Alaşehir İlçesi Yunanlılar tarafından baştan başa yakılmış, halkı kısmen öldürülmüş, kadınlara tecavüz edilmiştir. İşgal esnasında Nazilli halkından Mehmet Turgut adındaki şahsın genç kızı su almak üzere mahalle çeşmesine giderken yolda karşısına çıkan Yunan askerleri tarafından yakalanıp zorla ırzına tecavüz edildikten sonra zavallı kız aynı yerde öldürülmüştür. Bu arada birçok genç kadın ve kızların da ırzlarına tecavüz edildikten sonra Atina’ya gönderilmişlerdir.  
İtilaf Devletleri’nin vahşetini en gerçekçi olarak anlatan kişi Fransız gazeteci Berte’dir. İtilaf Devletleri’nin vahşetini en gerçekçi olarak anlatan kişi Fransız gazeteci Berte Gaulis’dir. Berthe Kurtuluş Savaşı’nı şöyle anlatıyordu:
“1921 Nisanı. Türklerin geri aldıkları Bilecik, bir felaket ve acılar diyarı. Koku dayanılmayacak kadar fazla. Henüz dumanı tüten bu taş yığınları altında, kim bilir ne kadar insan cesedi gömülü. Buradaki tahribat büyüklüğü korkunç. Bilecik ve Küplü’de büyük facialar olmuş. Buraların ahalisinden sağ kalanlar, büyük bir bunalım ve heyecan içinde. Tecavüze uğramamış genç bir kız veya kadın kalmamış. Bilecik dünden kalma bir Pompei adeta. Her yer kül, is ve kurum içinde... Sık sık dinamitin tahribatını gösteren taş yığınlarına rastlıyoruz. Biraz ötede, kızını kurtarmak isterken, kafasına taşla vurularak öldürülmüş bir ihtiyarın mezarı.
Saatlerce bu harabeleri gezdik. Her Yunan taarruzu, Anadolu halkına çok acı bir ders olmuş, düşmanın yaptıkları karşısında vatanseverlik duyguları uyanarak şahlanmış. Bu günlerde, İnegöl’de ki Türkler kasabalarına gelen Yunan askerlerine baltalarla karşı koymuşlar ve onlarda çareyi kaçmakta bulmuşlar... Sorun bakalım bütün özgür dünya ülkelerine acaba hangi millet, hangi toplum ve hangi devlet kendi vatanını savunmak için karşı koymaz? Acaba saldıran mı suçlu, yoksa kendini savunan mı?”
Allah aşkına! Ülkesi işgale uğramış insanları vahşice öldürülürüken ve kadınların kızların ırzlarına tecavüz edilirken! Bunca vahşete rağmen Mustafa Kemal Samsun’a çıkmayacak mıydı? Kurtuluş Savaşını başlatmayıp da İstanbul’da keyif  mi sürecekti? Sürmedi de! İstiklâl için Samsun’da “ilk adımını” attı. Türk Milleti ile birlikte hemen harekete geçerek üç yıl gibi kısa bir zamanda “İstiklâl Savaşı’nı” kazandılar ve bize “Cennet gibi bir vatan” bıraktılar. Bu vatan için canını veren bütün şehitler nur içinde yatsınlar!