Herkes günahsız doğar. Bazı canlılar insan olarak doğmaz ama insan olabilecek potansiyele sahip doğar. Yaşam başlar. Eğitim başlar. İlkokulda, üniversitede  yoğun olarak “Nasıl para kazanacağımız?” öğretilir. 
Para kazanılmaya başlanır. Bazen kazançlar yavaşça servet olur. Tek amacı servetini daha da büyütmek olanlar vardır. Bunun için başkalarının birikim ya da servetlerini kendi servetine eklemesi gerekir. Bunun için denge mefhumunu unutup hızı seçer. 
Fark etmeden insan mertebesinden uzaklaşmalar başlar. Kısa süre içinde de bu mertebeden düşer.
Yoktan var olduğumuza inanan bizler, madde dünyasında yaşamak için kazanç sağlamalıyız, doğru… Kazanç sağlamak için işimize emek vermeliyiz, doğru… Lâkin bir yandan da insan olabilmek için de emek vermeliyiz. 
Emek verdiğimiz her şey büyür. İşimize emek verirsek işimiz büyür. İnsanlığımıza emek verirsek insanlığımız büyür. Emek eşit dağıtılmalıdır. Sadece işe emek vermek hız yapmaktır. Hızla giderken önünü net görmek, düşünmek mümkün olmaz. Akşamları sakinlediğimiz evimizde izlediğimiz birçok programın ve dizilerin yegâne amacı da budur. Maddeye hizmet eder. Sizi uyutup düşünmenizi engeller. 
Düşüncesiz, ölmeden önce ölebilmene izin vermeyen, olmak için ölmek gerektiğini bilmeyen, nefsinin peşinde koşuşan dünyada sadece dünyayı yaşatmaktır, amaç. 
Hadi biraz da servet dağılımını rakamlarla inceleyelim, insanlığımızı ölçümleyelim. Gerçeklerle yüzleşelim. 
Dünya ülkelerindeki servet toplamı 255 trilyon dolar. Bu servetteki en büyük pay ABD’nin, yüzde 33 ile 85 trilyon dolar. İkinci sırada 24 trilyon dolar ve yüzde 9,5 ile Japonya, ardından yüzde 6 ile İngiltere gelmekte. 
Türkiye’nin servet toplamı; toplam servetin binde 4’ü yani 1 trilyon dolar.  
Bu oranlar aynı zamanda ülkelerin emek dağılımları… Para mertebesine ne kadar fazla emek verdiysen insanlık mertebesine o kadar eksik emek verebilirsin. Çünkü zaman artmaz çoğalmaz, nereye kullanırsan orası güçlenir. Kullanılmayan alan mertebeden düşer.
Şimdi ABD’nin düzenli olarak, petrol yataklarında savaş çıkartması daha iyi anşaşılıyor. Ayrıca hangi mertebeden düştüğünü? Hangi mertebede yükseldiğini?  Görmek mümkün.
Türkiye’de yetişkin bazında ortalama 10 bin dolar menkul, 15 bin dolar gayrimenkul, toplam 25 bin dolar kişibaşı servet var. Yine kişibaşı ortalama 6 bin dolar borç var. Kalan net kişibaşı ortalama servet 19 bin dolar. 
Tabii yükselen dolar fiyatı servet rakamını da aynı oranda azalttı. Artan para birimi yani dolar, kendi vatanının servetini artırırken, düşen para birimi yani Türk lirası kendi vatanının servetini azalttı. Servet, değer kazanan paranın ülkesine çoktan kaçtı. 
Önemli olan dengedir. Hem insanlık mertebesi için çalışırken yaşam için de emek verilmelidir. Siyasi ve yönetenlerin başarısı bu dengenin kurulması ile sağlanır. Halkının emek ve birikimlerinin başka halklara kaçırılmasına izin verilemez. Oyun kuralına uygun oynanmalı ve ülke para değeri düşürülmemeli, halkın hakkı başka ülkelere, şahıslara kaçırılmamalıdır.
Servetin başka ülkelere kaçması, halkın borçlandırılması doğru yönetilmediğini yeterince gösterir... 
Bu arada yukarıda belirttiğimiz servet rakamları sadece birikimlerimizdir. Ay içinde çalışıp, kazanıp harcadıklarımız değil... 
Türkiye nüfusunun yüzde 72’sinin serveti 10 bin doların altındayken, yüzde 28’i 100 bin dolar ve altında, binde 1’inde ise milyon dolar servet var.
Alın kalem-kağıdı elinize hesabınızı yapın. Birikimleriniz 19 bin dolar ise ortalamadasınız. Ama o da yoksa artık kafanızda soru işareti belirmeli…
Tabii çok fazla servete sahipler de var. Genelde de konuya cevap şu: “Biz çok yardım ediyoruz bu sebeple bereketli oluyor, daha çok kazanıyoruz.” Eğer gerçekten böyle olsaydı yetişkinlerin %25’i borç içinde ve açlık sınırının altında olmazdı... Kısmen denklik olurdu. Tabii ki verenler var ama istatistiklere bakınca yetersiz.
Dünyada düşünebilen tek canlı olması sebebiyle insanoğlu zamanla, yaşadıkça insanlık mertebesine ulaşır. Çiçek doğduğunda çiçektir. Ama insan doğduğunda sadece potansiyel taşır. 
İnsan olabilmek için yeterli zamanı ve emeği harcayanların rızklarının, para için daha fazla emek harcayanlar da birikmesi, hep şu hikâyeyi aklıma getirir: 
Atatürk, Mersin gezisinde büyük yapıları görünce sorar: “Bu bina kimin?” Cevap; “Kirkor’un.” ”Ya bu?” “Yargo’nun.” “Peki bu?” “Solomon’un…” Atatürk biraz da sitemkâr; Peki onlar bu binaları yaparken siz neredeydiniz? der… Aldığı cevabı ömrü boyu unutmaz, kelimelerin kifayetsiz kaldığı an, işte o andır. “Biz vatan için savaşıyorduk paşam…” 
Kutsal vatanı için savaşanların bina yapamaması ve savaşmayanların bina yapabilmesi gibi, insanlık mertebesine çıkmak için uğraşanlar yüklü servet yapamaz… Sadece dengeli yaşamaya vakti vardır.