Atatürk cumhuriyetimizi sağlam temeller üzerine oturttuğunu her geçen gün biraz daha anlıyoruz. Her ne kadar tarihten yoksun bazı kişiler devrimlere karşı çıkan bazıları mantıksız, saçma sapan sözler söyleseler  bile cumhuriyetin taşları yerlerine oturtulmuş olup onları oynatmak öyle kolay değildir.
Cumhuriyetin başlarında çağdaşlaşmak adına alınan önemli kararları vardır. Bunların hepsi son derece önemlidir. Bunlardan birisi de harf ve dil devrimidir. Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılına gelindiğinde bağnaz ve bilgisiz kesimler Arapça, Farsça ve çok az Türkçe karışımı olan Osmanlıcayı savunarak, dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz diye yakınıyorlar. Sanki sürekli mezarlıklarda dedelerinin, babalarının mezarlarını ziyaret ediyor da taşları okuyamıyorlarmış!
Onların anlamak istemedikleri Osmanlının ömrünü tamamlamış, çökmüş devlet olduğudur. Osmanlı bir aile ismiydi. Osman Kuruluşunu izleyen yıllarda Osmanlı Anadolu Beyliklerine yenilmiş olsaydı ne olurdu?
Merak ediyorum; en azından üç veya beş Osmanlı padişahının ismini peş peşe sıralayamayanlar su soruya yanıt verebilirler mi?
Örneğin Candaroğlları, Saruhanoğulları, Menteşeoğulları ,Karamanığulları, İsfendiyanoğulları  ve diğerleri kazansalardı imparatorluğun ismi ne olacaktı?
Yersiz, temelsiz iddiaları ortaya atmak yerine akıl ve bilimin ortaya koyduğu gerçekler üzerinde durulmalıdır. Oysa toplumun bazı kesimlerindeki Arap hayranlığı özlemine şaşmamakta elden gelmiyor.
Türkçe ile uzaktan yakından ilgisi olmayan Osmanlıca veya Arapça yazılması kadar okunması da zor bir dildir. Osmanlı döneminde eğitimli kişiler bile imla yanlışları yapmaları kaçınılmazdı.  Osmanlıcada veya Arapçada aynı sesi çıkaran birkaç harf vardır. Bunlarda yapılacak en küçük yanlış söz cümlenin anlamını değiştirmektedir.  O dönemde İstanbul’un saraya yakın olanları veya eğitimli geçinenlerin yanı sıra Anadolu’da devlet memurları dışında okuryazar sayısı yok denilecek kadar azdı. Bu nedenle Osmanlı döneminde halkın büyük kesimi okuma yazmanın zorluğundan cahil kalmaları kaçılmaz olmuştu.
Kendisinin de yaşadığı  bu zorluğu gören Atatürk çağdaşlaşma yolunda atılacak ilk adımın Latin alfabesinin kabulü olduğunu görmüşü. Bunun için yeni bir Türk alfabesi yapılmıştır. İlkokul yıllarımdan hatırladığım kadarıyla alfabeyi çok kolay öğrenmiştim.   
Harf inkılâbının tanıtımı da 9 Ağustos 1928 akşamı Atatürk tarafından Sarayburnu parkında yaptığı konuşmayla açıklanmıştır:
“Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Bu yeni harflerle behemehâl pek çabuk bir zamanda mükemmel surette anlayacağız, ben buna eminim siz de emin olunuz. Vatandaşlar yeni harfleri çabuk öğreniniz, bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunun vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi olduğunu biliniz. Bu vazifeyi yaparken, düşününüz ki bir milletin, bir içtimai heyetin yüzde sekseni okuma yazma bilmez, bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış ve iftiharla tarihini doldurmuş bir millettir. Milletin yüzde sekseni okuma bilmiyorsa, hata bizlerde değildir. Hata onlardadır ki, Türk seciyesini anlamayarak bir takım zincirlerle kafalarımızı sarmışlardır. Mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz.”
Atatürk’ün bu açıklamasının ardından dil bilimciler çalışmalara başlamışlar ve 1 Kasım 1928’de 1353 sayılı yasayla yeni Türk alfabesi yürürlüğe girmiştir. Böylece batı ülkeleriyle bağlantılar daha da kolaylaştığı gibi ülkedenin okuma yazma oranı bir anda artmaya başlamıştır.
Harf devriminin yapıldığı günlerde gazeteciler Atatürk’e Latin harflerini ne kadar zamanda topluma yerleşeceğini sormuşlar. Sonrada başlanğıçta gazetelerin yarısını Osmanlıca yarısını da Latin harfleriyle basarız. Halk yavaş yavaş birkaç yılda yeni Türkçeye alışır demişler. Atatürk onların bu sözüne gülmüş;
“O zaman herkes alıştığı Arap harflerini okur, Latin harflerini öğrenmez.” Demişti.
Bunun üzerine gazeteler kısa sürede Latin harfleriyle yayınlanmaya başlamıştı. Böyle olunca da yeni alfabe matbaacılık tekniğinde de büyük değişime yol açmıştı. Vedat Nedim Tör’in bir yazısından öğrendiğime göre; Aynı harfin kelimenin başında, ortasında, sonunda  ve tek başına ayrı ayrı biçimleri varmış. Bu yüzden matbaa mürettipleri de dizgi yaparken çok sıkıntı çekmişler. Aynı sıkıntı Arap harfli yazı makinelerinin kullanılışında da karşılaşılmıştır.  
Günümüz Türkiye’si kendine özgü kişiliğini kazandıysa; onu yine Atatürk’e borçluyuz. Harf devrimi hiçbir zaman unutulmamalı, her yıl 1 Kasım’da anılmalıdır.
Farsça, Arapça ve biraz Türkçe karışımı Osmanlıca geçmişte toplumun büyük bir kısmını cahil bırakmıştı. Günümüzde dedelerimizin mezarını okuyamıyoruz diyenler acaba toplumu kendi çıkarları doğrultusunda  yine cahil bırakmak mı istiyorlar?