Bizim 50 yıldır girmeye çalıştığımız ve Avrupa Birliği (AB) üyeliğine İngiltere’nin 23 Haziran’da yaptığı halk oylamasından “ayrılma” kararı çıktı.  Kendi sınırlarını ile kendi yasalarını daha fazla kontrol edebilmeyi ve AB’ye her yıl ödediği 19 milyar sterlinlik katkıdan kurtulmayı amaçlayan İngiltere, başta  vize birliğine girmemek ve ortak para birimi olan euro’ya geçmemek dahil yıllardır bir çok konuda AB’nin kurallarına uymamıştı.
Bizim üyeliğimiz konusunda yıllardır ayak sürüyen ve olmadık engeller çıkaran AB yetkililerinin en büyük korkusu diğer AB ülkelerinin de İngiltere'yi örnek alma olasılığı... AB'nin geleceğini de etkileyebileceği düşünülen referandum sonuçları, yasal olarak bağlayıcı olmasa da bu kararın ardından 2009'da imzalanan Lizbon Anlaşması'nın, üyelerin birlikten ayrılmasını düzenleyen 50. Maddesinin devreye girmesiyle, AB yasalarının yürürlükte olacağı önümüzdeki  iki yılda tamamlanacak zorlu bir müzakere sürecini gerektiriyor. Hemen başlayacak olan ayrılık süreci tamamlanıncaya kadar İngiltere’nin üyeliği devam edecek.
İngiltere’de AB'den ayrılma yönünde kampanya yürüten Vote Leave (Ayrılığa Oy Ver) adlı blok, “Türkiye'nin AB üyeliği nedeniyle, Türkiye vatandaşlarının ulusal güvenliğe tehdit oluşturacağını” belrtmiş ve Başbakan David Cameron, “Mevcut ilerleme hızıyla Türkiye’nin üyeliği 3000 yılını bulur.” Demişti... Çifte standartlı ve samimiyetsiz davranan Avrupa’nın Türkiye’yi şamar oğlanı gibi görmesi çok acıdır.
Türkiye karşıtlığının halkı ikna etmek için bolca kullanıldığı referandum öncesinde, hakkımızda çok acımasız eleştirler yapılmıştı. NATO üyesi olan ülkemiz soğuk savaş döneminde yıllarca Avrupa’yı komünizm tehdidine karşı ekonomik anlamda oldukça ağır bir yükü üstlenmek zorunda kaldığı gibi, bugün de Ortadoğu’da Batı’nın yarattığı kaos nedeniyle vatanlarını terketmek zorunda kalan milyonlarca mülteciyi ülkesinde ağırlayarak AB’ye bir anlamda kalkan olmuştur.
Orta Asya’ya yakınlığı, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlardaki tarihi ve kültürel bağları, Karadeniz-Akdeniz su yolu üzerinde oluşu, doğal gaz  ve petrolün Batılı pazarlara ulaşım yolları üzerinde oluşu, özellikle islam ülkeleri, içinde laik ve parlamenter demokrasiyle yönetilen tek ülke oluşu vs. gibi nedenlerle dünya barışına, insan haklarına ve hukukuna, demokrasinin gelişme ve yaygınlaşması- na, piyasalara istikrar gelmesine sebep olabilecektir. Türkiye Batı’dan uzaklaşıp farklı yapılarla yakınlaşırsa ne kazanıp, ne kaybedeceğini iyi düşünmeli sözde müttefiklerimiz...
Böyle köklü devlet gelenekleri ve toplumsal yapısı olan güçlü bir Türkiye’yi kaybedecek AB’nin ekonomik, politik, kültürel, askeri, siyasi bir alanda yeterince etkili olamıyacağı, veya AB üyesi olan Türkiye’nin bu konularda onlara ne kadar katkı sağlayıp müthiş bir sinerji yaratacağını görememektedirler.
Yıllar süren müzakere sürecinde kriterlere uyum için yapılan bir çok yasa değişikliğiyle insan hakları ve hukuk alanında getirilen  yeni düzenlemeler bize çok katkı sağlamış olsa da AB üyeliği olmazsa olmaz değildir. Cumhurbaşkanının dediği gibi olmazsa “sen yoluna ben yoluma” der geçeriz. Sonucu İstiklal Savaşı Kahramanı, II.nci Cumhurbaşkanı rahmetli İsmet Paşa’nın sözüyle bağlayalım; “Yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye de orada yerini alır”...