-Kitap ve içindeki harfler, kelimeler, cümleler ve kağıt; hiçbiri kitabın  ortaya çıkışında rol sahibi değil. Kitabı kitap yapan, yazan ve yazdıklarına binbir anlam yükleyen insan; kitabın ne maddesine benzer ne de mânâsına. İşte Yüce Allah da, yarattıklarından müstağni. Ne onlara muhtaç, ne de onlara karşı ihtiyaç içinde. İşte Allah böyle bir Allah.

     -Köpek balığı ağzını açar, küçük balıklar girip dişlerini temizler! Timsah ve diğer büyük hayvan, kuş ve maymunlar birbirlerine yardım edip, asalakları bulup çıkarmaları gibi, her vücut;  birbirini tamamlayan, onun yardımına koşan organlar toplamıdır.

     -Rüzgârın, tohumları taşıması. Arı ve böceklerin çiçek ve bitkiler arasında postacı gibi görev yapmaları, hava ile yer arasındaki ilişki ve alış veriş; velhasıl herşey herşeye bağlı. Herşey, başka bir şeye muhtaç. Herşey herşeysiz olmuyor, olamıyor. Bütün bunların arkasında, bu uyumu sağlayan ve hazırlayan celâl sahibi Zât, yani Yüce Allah var. Herşeyi birbirinin hizmet ve yardımına koşturuyor. Hepsini de, insana hizmet ve yardımda; âdeta birbiriyle yarıştırıyor. Evet “Bir şey her şeysiz olmaz.” Nitekim olmuyor, olamıyor.

     -Nizam, düzen ve intizam bir Nâzımı yani düzen ve nizam vereni gösteriyor. Nitekim belgeseller bunu ispat ediyor.

     -Treni yapanla, demiryolunu yapan birdir.

     -Kâinat / Evren bir yönüyle kevnî / yaratılmış, maddî / müşahhas / somut bir kitap. Diğer yönüyle kelâmî / sözel, mücerret / soyut, mânevî / mânâ kitabı. Biri harf, kelime ve cümleleri sayfalarında bulunduruyor. Öbürü mânâ ve anlamlara ev sahipliği yapıyor.

     -”Allah’ın kudreti zâtî ve ezelîdir. Onun için, ona âcizlik müdahale ve hulûl edemez.” Allah’ın kudreti, zâtından ileri gelir. Başkasına dayanmaz. Zaten başkası var mı ki? Varsa, o var. Diğerleri onun isim ve sıfatlarının tecellisi / görüntüsü ve hattâ gölgesi. Gölgenin varlığı ise, aslından meydana gelir. İşte bunun için, bir bakıma yok hükmündedir. Herşey Allah’a nispet edilince...Zaten “Lâ” ifadesi herşeyi O’na bağlıyor. Herşeyi O’ndan biliyor, bildiriyor biz insanlara.

     -Musikî dinlemekten haz almak; müzik bilgisini gerektirmiyor. Şüphesiz bilse, elbette alacağı haz, çok daha fazla olacak. Ama bilmemesi, hiç zevk alamıyacak demek değil.

     -Maç seyretmekten hoşlanmak, futbol oynamayı bilmeyi gerektirmiyor. Bilse, seyrinden elbette daha çok zevk alır. Ama bu, bilmeyenler hiç zevk almaz demek değil.

     -Roman ve hikâye okumayı kim sevmez? Ama herkes hikâye, hele roman yazamaz. Ama bu yetenekten mahrumiyet; insanın roman ve hikâye okumasına engel teşkil etmez.

     -Kur’an’ın mânâsını bilerek okumaktan alınan lezzet çok yüksek. Fakat mânasını bilmediği için okumamak doğru değil. Çünkü Kur’an okumaktan; anlamı bilinmese de, alınacak çok zevk var. İnsanda farkında olmadığı, isim bile veremediği öyle mânevî lâtifeler var ki, mânâsını bilmemek; bu lâtifelerin istifadesine mânî değil. Zira, bazı şeyler anlatılmaz, ama sezilir. Bilinmez ama, hoşa gider. İnsanı,tarifsiz zevklere gark eder.

     -İnsanın öyle meçhul / bilinmez duyguları var ki, neyin ne zaman, onu nasıl harekete geçirdiğine akıl sır ermez. Bazı şeyler anlatılamaz, sadece yaşanır.

     -Güzel bir resmi seyirden hoşlanmak için, ressam olmak gerekmez.

     -Hz. Âdem’in gördükleri, bugünki insanın gördükleriyle aslında aynı. Maddenin ifade ettiği lâfız ve kelime farklı olsa da, hepsinin mânâsı bir. Ve Bir’e bakıyor. Ve O, Bir’i gösteriyor. Kısaca, mânâ, lezzetin tuzu biberi.

     -”Bölüşerek tok oluruz. Bölünürsek yok oluruz.”

     -Bazan hayat vermek için, hayattan olmayı göze almak gerek.

     -”Korku tutsak (esir) eder. Umut özgür (hür) bırakır.”

     -Issız yerler için, “Allah’ı bol, insanı kıt yerler!” derdi annem.

     -Rûhun batıya yönelişi; batmaya değil; yeniden doğuşa çıkış yolculuğudur.

     -Mevlit / doğma, doğum; doğuşumuz. Miraç  / göğe çıkma ve yükselişimiz demektir. Doğum miraç içindir. Miraç olmayacak ise, doğmanın mânâsı da, olmayacaktı. Yani gurbetten kurbete / yakınlığa vasıl olmak / ulaşmak için miraç var. Kurbete mahkûmuz be dostlar!