Donuk donuk bakarız, bakakalırız bazen... Belki bir nesneye, belki de boşluğun derinlerine… Nereye baktığımızın önemi yoktur... Marifet düşüncelere dalabilmektir. 

Bazen gökyüzüne, bazen ormana, bazen bir ağaca ya da duvara dalar gideriz. Uykuya benzer bir hal içine dalarız, soluk alışımız yavaşlar. Sadece düşünceler ve biz… 

Düşünceler içinde dururken, düşkünlüğümüze derman ararız. Biliriz ki düşmüşlüğün çaresi yüreğimizde, aklımızdadır.

Düşüş, fizikende, ruhende olabilir. 

Lâkin “İnip, inebileceğim en derin nokta burası” dersek, düşünmeyi bırakır ve çare aramazsak, aramaktan vazgeçersek, düşeyine düşüşümüz hızlanarak devam eder.

Düşey ya da düşüş; yukarıdan aşağıyadır. Yükselmek için yüklenmek gerekir.

Madde hayatında “düşünce”; yukarıdan aşağıya olabilecek eylemin el frenidir. Burada insan düşmemek için düşünür. Düşmüş kişi de yukarıdan kopmamak için düşünmelidir. 

Düşünce yukarıdadır. Düşen, düşüncesizliği ile düşünü aşağıya çeker. Burda sınır olmaz. Düşüşte, yükselişte sınırsızdır… 

Düştüğünü hissettiğinde ve donup düşüncelere daldığında ruhani, manevi beklentiden uzaksan düşünceler donar, düşüş devam eder.

Ruhani ve manevi haz insanı yukarı taşır. Düşüş durur, düşler başlar. Düşüş biter, algılar açılır. Artık sana hakikatler düşer. Bilgi, huzur düşer. Ardından huzur etrafa düşer.

Düşünmek olaylara geniş perspektiften bakmayı sağlar. Bilgiyi çoğaltır. İnsanı zenginleştirir. 

Düşen kişi; maneviyatını da düşürmüşse, düşünce işlevini kontrol etmesi kolay olmaz. 

“Düşünce kontrolünü kaybeden düşkündür” dedik ya! İşte bu nedenle “düşme” devam eder. 

Burada iki alternatif karşımıza çıkar ama biri tercih edilebilir.

İlkinde; maneviyata dönüp, düşüncelere dalarak düşme sonlandırılır. 

İkincisinde; düşüncelere dalabilen, maneviyatı güçlü ve düşleri olanların üzerine basarak kendi düşüşün sonlandırılır. Düşleri olan da aşağıya çekilir.

İşte kul hakkına girme; kendi istediği yüksekliğe çıkmış veya çıkabilecek kulu aşağıya çekmekle, düşüşe geçirmekle başlar. 

Bununla ilgili çok yaygın, bilinen bir fıkra da mevcuttur. Cehennemdeki kazanların sadece bir tanesinin başında zebaniye ihtiyaç yoktur. Sorarlar “Neden bu kazanda sürekli bir zebani durmuyor?..” Bu kazanda yukarı çıkmak isteyeni kendi halkı aşağıya çekmekte, der Zebani…

İşte bu sebepten; düşüncelere sarılan, düşenin dostu olan, maneviyatı yükselten, halkı yukarı çeken kişi mutlu olurken, aşağıya çekenin vicdanı yaralanır. 

Aşağı çekme eylemi ilk etapta mutluluk gibi gözükebilir, bir anlığına sevinç nidaları atılabilir ama değildir… Buna ancak kibir, şehvet, haset denebilir. Ve kısa sürede görülür ki vicdan yaralanır, kaygı artar…

Vicdan yarası için için büyür, hissiyatı köreltir ve başkalarına sıçrar. 

Toplum mutsuzlaştırılmıştır. Hayatın keyfi sorgulanır, gelecek kaygısı hat safhaya çıkar.  İkilik çıkar ve oylama hasıl olur.

Hak oylamaya gider. Hak düşüncesini, düşlerini oylar. Bilgiyi toplayan da şaibe varsa hak düşer, değilse hak yükselir.

Olası şaibe’de, halk-hak sömüren ülke (günümüzde ABD) lideri ilk tebrik eden olur. Şaibe yoksa halk mutluluğun peşine çoktan düşmüştür.  

İnsan, yaradılış gereği diğer canlılardan “düşünerek” ayrılır. Bize verilen bu ödül için, hak için, düşmemek için “düşünmeye-düşlemeye” devam…